17 Ağustos 2010 Salı

Kıyamet Günü

KIYAMET GÜNÜ






İnsan, önündeki (sonsuz geleceği)ni de fücurla sürdürmek ister."Kıyamet günü
ne zamanmış" diye sorar. Ama göz 'kamaşıp da kaydığı,' Ay karardığı, Güneş
ve ay birleştirildiği zaman; İnsan o gün: "Kaçış nereye?" der. Hayır,
sığınacak herhangi bir yer yok. O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak
yer' yalnızca Rabbi'nin katıdır. (Kıyamet Suresi, 5-12)







HARUN YAHYA







VURAL YAYINCILIK



Çatalçeşme Sok. Üretmen Han
No: 27/13 Cağaloğlu-İstanbul

Tel: (0 212) 511 42 30



Baskı-Cilt: ERKAM Matbaası
Keresteciler Sitesi Selvi Sok. No: 19
Merter-İstanbul

Tel: (0 212) 504 18 31






İÇİNDEKİLER


GİRİŞ
KIYAMET GÜNÜ YAKLAŞARAK GELMEKTEDİR
KIYAMET GÜNÜ GERÇEKLEŞECEK OLAYLAR
EVRENİ ALLAH YARATTI
EVRENİN ÖLÜMÜNÜN ARDINDAN
ÖLÜM İLE BAŞLAYAN ASIL HAYAT
SONUÇ
MATERYALİZMİN SONU


























GİRİŞ


Ay karardığı. Güneş ve ay birleştiği zaman. İnsan o gün: "Kaçış nereye?" der. Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok. O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar) yalnızca Rabbinin katıdır. (Kıyamet Suresi, 8-12)

Yaşamınızı yönlendiren kişilere, olaylara şöyle bir göz atın. Bir yerlere ulaşmak için uğraşıyor, “yaşam mücadelesi" içinde bir yer almaya çalışıyorsunuz. Hayatınızdaki pek çok şeye yoğun bir dikkat veriyor, bu konular üzerinde derin derin düşünüyorsunuz. Ama yaşamınız boyunca düşünmekten kesinlikle kaçındığınız konular da var. Üstelik, çevrenizdeki pek çok kişi de sizinle aynı fikirde. Konuşulmaması ve üzerinde düşünülmemesi gereken bu konuları çok iyi biliyorlar. Ölüm bunlardan bir tanesi, belki de en önemlisi. Ölüm onlara göre çözüm getiremedikleri bir "son".
Tıpkı ölüm gibi kıyamet de insanlar tarafından çok uzak bir kavram olarak değerlendirilir. Kıyamet gününde gerçekleşecek olaylar insanlar tarafından az çok bilinmekte, ama bunları düşünmek onları korkutmaktadır. Korku duymaktansa, böyle bir konuyu unutmak daha makuldur ve bu şekilde yaşamakta bir sakınca görmezler.
İnsanlar en çok, kıyamet gününün canlı cansız her varlık için "son gün" olmasından etkilenirler. Kıyamet günü, dünya hayatının hatta tüm kainatın son günüdür, ama aynı zamanda da ahiretteki sonsuz yaşamın başlangıcıdır. O sonsuz yaşamın başlangıcında, insanların tümü yeni bir diriliş ile dirilecekler ve dünyadaki yaşamlarında Allah'a ve karşılaşacakları bu güne inanmış olanlar cennette ağırlanırken, inkar edenler cehenneme sevk edileceklerdir.
Bu, insanoğlunu bekleyen en büyük gerçektir ve başka hiç bir dünyevi düşünce bu gerçeğin üzerinde düşünmek kadar önemli olamaz.
Bu kitap ise kıyamet gününü ve o gün meydana gelecek olan olayları açıklamakta ve sizi o zorlu güne karşı uyarmaktadır. Kıyamet günü, insanların tümünü bekleyen, kendisinden asla kaçış olmayan bir gerçektir. Mutlaka karşılaşılacak olan bu büyük gerçeği gözardı etmek ve bunu düşünmemek ise, bu gerçeği ortadan kaldırmaz, sadece onun insana getireceği yıkımı büyütür.
İşte bu nedenle kitap boyunca sizlere kıyamet gününün özelliklerini detaylarıyla tarif edecek ve bunların gerçekliği üzerinde duracağız. Unutmamak gerekir ki, insanın dünyada yaşadığı hayatın her anının hesabını vereceği o büyük günü düşünmekten kaçınmak, sadece insanın kendisini kandırmasıdır.

KIYAMET GÜNÜ YAKLAŞARAK GELMEKTEDİR


Gerçek şu ki, kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir, onda şüphe yoktur. Gerçekten Allah kabirlerde olanları diriltecektir. (Hac Suresi, 7)

Ölüm gitgide yaklaşıyor. İster genç olun ister yaşlı, geçen her gün, hatta her dakika ölüme biraz daha yaklaşıyorsunuz. Zamana karşı koyamıyor ve ölümün yaklaşmasına bir türlü engel olamıyorsunuz. Almakta olduğunuz önlemlerin hiçbiri sizi ve çevrenizdekileri "geçici" olmaktan alıkoyamıyor. Dünyadaki herşey gibi siz de yaşamınızı sona erdirecek güne doğru ilerliyorsunuz.
Ancak dünyada ölümlü olan yalnız insan değildir. Diğer tüm canlılar, yeryüzü, hatta tüm evren de ölümlüdür, yok olacakları bir gün belirlenmiştir. İşte o gün "son gün"dür. O günden sonra dünya hayatı son bulacaktır. Yokoluş günü, yalnızca dehşetin yaşandığı, boyutları hiçbir insanın hayal edemeyeceği kadar korkunç, aynı zamanda görkemli bir "son gün" olacaktır. Yeryüzündeki herşey yerle bir olacak, yıldızlar yerlerinden oynayacak ve gerçekleşecek felaketlerin şiddetiyle yok olacak, güneş körelecektir. O vakte kadar dünya üzerinde yaşamış olan tüm insanlar Allah tarafından canlandırılacak, bunlar biraraya toplanacaklar ve bu güne şahit olacaklardır. Bu "son gün" inkarcılar için zorlu bir gündür.
İnsanların çoğunun inancının aksine kıyamet hiç de uzak değildir, yaklaşarak gelmektedir. O gün dünya ile birlikte, dünyaya ait olan herşey yok olacaktır. Hırslar, istekler, kızgınlıklar, beklentiler, şehvet, düşmanlık ve zevkler sona erecektir. Geleceğe yönelik planların bir anlamı kalmayacaktır. Allah'a döndürüleceğini unutan herkes için, o çok sevdiği, sonsuz hayata tercih ettiği dünyanın tüm o aldatıcı zenginlikleri, güzellikleri ve meşguliyetleriyle sona erdiği gün gelmiştir. İşte o gün, insanlar Allah'ın varlığına kesin bir biçimde şahit olacak, unutmaya çalıştıkları hesap günü ile karşı karşıya kalacaklardır. Artık Allah'ı ve ahiret yaşamını unutarak geçirdikleri kısa ömür sona ermiştir ve yeni bir başlangıç kendilerini beklemektedir. Bu başlangıç inkarcılara asla mutluluk getirmeyecektir. Bu sonsuz yaşamın ilk anından itibaren azap öylesine şiddetlidir ki, bunu yaşayanlar, azabın yerine yokolmayı, silinip gitmeyi isteyeceklerdir. Ama bu mümkün değildir. O güne şahit olan herkes dünya hayatının hesabını vermek üzere Allah'ın huzuruna çıkacak ve sonsuz hayatına başlayacaktır. Bundan kaçış yoktur.


Dünya Hayatı Geçicidir ve Ölüm Kesin Bir Gerçektir

Çocukluğunuzun ilk günlerinden itibaren geleceğinize ilişkin belirli bir hedefe yönelir veya başkaları tarafından yönlendirilirsiniz.
Örneğin gençlik döneminizde, hayatınızın ilerleyen yıllarında sahip olmanız gereken maddesel unsurlar size büyük bir titizlikle öğretilir ve ne olursa olsun hayatınızın amacının bunlara sahip olabilmek olduğu anlatılır. Buna göre her insan çok para kazanabileceği bir işe sahip olmalı, yüksek makamlara ulaşmak için çaba harcamalı, sonra kendisine iyi bir aile kurarak yaşamını bir "düzene" sokmalıdır. Bu sebeple en iyi okulları kazanmalı, buralarda üstün bir başarı göstermeli ve olabildiğince geniş sosyal bir çevre edinerek ilerde kullanabileceği "avantajlar" edinmelidir. Dahası, hayatın amacı da, bu telkine göre, bu hedeflere ulaşmaktan ibarettir.
Yaşınız ilerlediğinde artık bir aileniz ve işiniz olmuştur. Hep daha çok para kazanmak ve daha rahat yaşamak için çaba gösterirsiniz, çünkü hep bir üst refah seviyesini düşlersiniz. Çocuklarınızı yetiştirir, onların ileride sizden daha iyi bir hayat sürmelerini ve yaşlandığınızda da size bakmalarını istersiniz. Haftada bir aile toplantılarına katılır, tatil yapar, işe gider, geri kalan vaktinizi de evde geçirirsiniz. Yaşamınız mekanik bir saat gibi düzenli işler: Evden işe, işten eve... Bu yoğun temponun arasına çok nadiren de olsa sıkıştırabildiğiniz sosyal faaliyetler sizi sevindirir, hatta gururlandırır: Kendinize vakit ayırabildiğinizi zannedersiniz.
Yaşamınızdaki herşey sanki daha önceden belirlenmiş gibidir, çevrenizdeki insanların yaşamları da birbirleriyle çok büyük benzerlikler gösterir. Bu benzer senaryolara göre yaşamak için çalışmalı, soyunuzu devam ettirmek için de aile kurmalısınız. Zaten "iyi bir aile ve iyi bir iş" dışında yaşamın başka ne amacı olabilir ki! Bunlar sağlandıktan sonra gelecek mutlu bir yaşam hayal edersiniz. Böylece herşey tozpembe olacak ve yaşamın geri kalan kısmını huzurlu geçireceksinizdir.
Oysa siz bunları düşünürken, bedeninizde ve çevrenizde önemli birtakım değişiklikler olmaktadır. Vücudunuzda farklı işlevlere sahip pek çok hücre görevini tamamlayıp ölmekte ve yaşınız ilerledikçe bunların yenilenmesi yavaşlamaktadır. Bedeniniz yaşlanmakta ve bu yönde sürekli belirtiler, hastalıklar, eksiklikler ortaya çıkmaktadır. Zaman sürekli ilerlemekte ve geri dönüşün imkansızlığı gün geçtikçe daha da açık bir şekilde kendini göstermektedir. Ve siz huzurlu ve rahat geçirmeyi planladığınız "geri kalan ömrünüzde" gitgide ölüme doğru yaklaştığınızı farkedersiniz. İşte bu nedenle dünya hayatı size beklediğiniz rahatlığı ve huzuru gerçek anlamda asla vermez. O ana kadar sizi pek çok açıdan tatmin ettiğini düşündüğünüz bu yaşamın bir sonu vardır. İşte bu sonun ardından asıl gerçeklerle yüzyüze gelinecektir.
O halde dünya hayatında hedeflediğiniz hiçbir şey sizin gerçek amacınız olmamalıdır. Çünkü dünya hayatı yalnızca geçici bir imtihan yeridir. İnsanlar Allah'ın kendilerine duyurduğu dini, O'nun gösterdiği ölçülerle yaşamakla mükelleftirler. Allah bize bu önemli gerçeği şöyle bildirmektedir:

O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)

Yaşamın gerçek amacı "iyi bir aile ve iyi bir iş" değildir. Herkesin tek bir yaratılış amacı vardır: Allah'a kul olmak. Dünyada elde edilmiş mal, eş, çocuk, mevki, itibar gibi kazançların hepsi yaşam boyunca büyük bir tutkuyla bağlanılan değerlerdir. Fakat ölümün ilk anından itibaren bu dünyevi kazançlar bir anda tüm değerlerini ve önemlerini yitirirler. Bu herkesin bildiği ama düşünmekten kaçındığı bir gerçektir. Dolayısıyla asıl amaç bu olmamalıdır. O zaman insanın gerçek amacın ve kazancın ne olduğunu çok iyi düşünmesi, neden yaratıldığını kavraması gerekir. İşte yaratılmanın asıl amacını Allah ayetinde şöyle duyurur:

Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)

Sadece Allah'a kulluk görevinin tam olarak yerine getirilmesi sayesinde ölümden sonra başlayacak olan ahiret hayatı için güzel bir beklenti sözkonusu olabilir. İnsanların büyük bir kesiminde ise çarpık bir din anlayışı görülür. Allah'ın insanlara duyurduğu dini öğrenmek için hiçbir çaba harcamayıp, bu dinin gereklerini yerine getirmeyip sonra da "nasıl olsa Allah beni affeder, böyle olmasa bile cehennemde cezamı çekip yine cennete giderim" gibi cahilce bir düşünceye sahip çok sayıda insan vardır.
Çoğu insan bu ihtimale inanarak rahatlatmaya çalışır. Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Allah'a karşı büyük bir samimiyetsizliktir. Aynı düşünce biçiminin Kuran'da örnekleri olduğunu ve Allah'ın bunları çok şiddetli tehditlerle uyardığını görürüz. Kuran bazı insanların cehennemde bir süre kalarak sonra bundan kurtulabilecekleri sandıklarını şöyle bildirir:

Bu, onların: "Ateş bize sayılı günler dışında kesinlikle dokunmayacak" demelerindendir. Onların bu iftiraları, dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştür. (A'li İmran Suresi, 24)

Allah'ın sözde "sevgili kulları" (Tahrim Suresi, 6) olduklarını ve dünya hayatında tüm yapıp ettiklerine rağmen Allah'ın kendilerini bağışlayacağını hayal eden, hatta ahiretin olmayacağını ama olursa da iyi bir karşılık alacaklarını sanan (Kehf Suresi, 38) dolayısıyla tamamen çarpık bir Allah anlayışına sahip olan bu insanlar, cehennemden hiçbir zaman kurtuluş olmadığını ancak ona girince anlayacaklardır. Allah "Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir" diyenler için, şu hükmü verir: "Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır." (Bakara, 81) Bir başka ayette ise şöyle denir:

Öyleyse içinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların konaklama yeri ne kötüdür. (Nahl Suresi, 29)

Allah'a kulluk etmeyi reddeden insanlar böyle bir olasılıktan korktukları ve bunu unutmak istedikleri için kendilerince çeşitli yöntemler geliştirirler. Bu yöntemler genelde hep aynıdır: Ölüm konuşulmaz, tartışılmaz, hatırlatılmaz. Ama ölümü hatırlatan herhangi bir durumda, mesela bir cenazede, çok mistik bir hava sergilenir. Herkes geçici bir süre için de olsa yaşamın kısalığının, ölümün kesinliğinin bilincine varır. Duygu yüklü sözlerle ölümün mutlak gerçek olduğu, Allah'ın herkesin canını alacağı tekrarlanır, ölen kişinin ise ne kadar iyi bir insan olduğu, kalbinin temizliği konuşulur. Ancak bu sıkıntı dolu dakikalar geçip de cenaze atmosferinden çıkıldıktan bir süre sonra, sanki o olanlar hiç yaşanmamış gibi Allah'ın varlığı, ölümün kesinliği yine unutulur. Dünyanın geçici tutkularına geri dönülür. Ölüm yine hiç konuşulmaz, tartışılmaz, hatırlatılmaz.
Bazen de ölümden bahsedenlere "bunu düşünerek yaşamak insanı çıldırtır" derler. Elbette eğer insanın ölümden sonrası için bir hazırlığı ve güzel bir beklentisi yoksa, gerçekten de psikolojisinin bozulması normaldir. Halbuki insan, hayatında bir süre sonra gerçekleşecek sayısız olayı bilmesine rağmen bunları düşününce hiç de çıldırmamaktadır. Örneğin bir sonraki sabah erkenden kalkıp okula veya işe gideceğini düşünen hiç kimse çıldırmamıştır. Bir hafta sonra tatile çıkacağını düşünen hiç kimse çıldırmamıştır. Aksine, gelecekte yaşayacağı ve mutlulukla beklediği bir şeye kavuşmak için büyük çaba gösterir, ona ulaşabilmesini engelleyecek etkileri de ortadan kaldırmaya çalışır.
Ölmek ve Allah'ın huzuruna çıkarak hesap vermek ise, insanın kesin olarak karşılaşacağını bildiği bir gerçektir. İnsan belki de hiç tatile çıkamayacaktır, belki de sınavından iyi notu alamayacaktır ama kesinlikle kesinlikle bir gün ölecektir. O halde o gün gerçekleştiğinde rahat ve huzurlu olmak, sonsuz azaptan kurtulmak ve sayısız nimetin bulunduğu cennete kavuşmak için bir çaba göstermek, bir girişimde bulunmaktan daha akılcı ne olabilir?
Etraftaki insanların çoğunluğunun ölüm kendilerine hiç ulaşmayacakmış gibi davranmaları, insanda aldatıcı bir rahatlamaya sebep olabilir. Bir hatayı işleyen çok sayıda kişinin bulunması insanı yanıltabilir. Bu lise yıllarındaki "sınav psikolojisi" gibidir. Genelde sınavlar belirli bir süre önceden öğrencilere duyurulur ve buna çalışmaları için bir süre tanınır. Sınavın konuları da bildirilir ki öğrenciler nereye çalışacaklarını bilsinler. Bazı zamanlar sınavın gününü ve saatini önceden bilmemize rağmen, bu sınava hiç hazırlanmamışızdır. "Nasıl olsa daha çok vakit var" mantığıyla günler geçmiş, sınav saati gelip çatmıştır. Sınav salonuna doğru giderken, önceden çalışmış olanların rahat tavırları bize ne büyük sıkıntı vermiş, "keşke ben de hazırlansaydım" diye büyük bir pişmanlık duymuşuzdur. İçimizde derin bir gerginlik hissetmiş, "zamanı geriye çevirebilmeyi" ve geçmişe dönüp sınava çalışmayı istemişizdir. Elbette ki bu imkansızdır, ve artık geri dönüş yoktur. Sınavdan alınacak başarısız sonuca katlanmak zorundayızdır.
Şimdi bir de insanın ahirette, Allah'ın huzuruna çıktığı gün yaşayacağı sıkıntıyı ve vicdan azabını düşünelim. Şüphesiz ki bu sıkıntı, okul sıralarında sınav saatinde çekilen sıkıntıyla kıyaslanmayacak kadar büyük olacaktır. Üstelik kopya çekerek, öğretmenin yardımını alarak ya da başka yollara başvurarak bu sınavı atlatmanın hiçbir yolu yoktur. Çünkü bu, ahirette Allah'ın huzurda hesap vereceklerinin bilincinde yaşayan, Allah'ın dinini öğrenmeye ve uygulamaya çalışan, kısacası "çıkacakları sınava" hazırlanan insanlara haksızlık olur. Sonsuz adaletiyle Allah böyle bir haksızlığa asla izin vermez, ve o hesap günü hakeden hakettiğini tam karşılığıyla alır.
Kısaca özetlersek insanlar ölümü, kıyamet gününü ve ahireti bilmekte ama düşünmemektedirler. "Nasıl olsa önümüzde bir ömür var" diyerek dünya hayatıyla tatmin bulmakta, daha doğrusu tatmin bulmayı istemektedirler. Oysa o dünya hayatında gerçekte kendilerini tatmin edebilecek hiç bir gerçek huzur ve mutluluk yoktur. Dahası, kendisinden kaçmakta oldukları ölüm, tüm insanları mutlaka yakalamaktadır:

De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir. (Cuma Suresi, 8)

Ölüm yalnızca insanlara mahsus değildir. Geçici olan dünya hayatında, insan gibi "herşey" ölümlüdür. Allah, bu gerçeği "yer üzerindeki her şey yok olucudur; yalnız celal ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü (kendisi) baki kalacaktır" (Rahman Suresi, 26-27) ayetiyle haber verir. İşte bu herşeyin ölümü, kıyamet günüdür. Kıyamet günü, imtihanın son bulduğu, nihai gündür. O günün gelişini, yeryüzündeki her insan pek çok belirti ile anlayacak ve kainatın ölümüyle sonuçlanacak olaylar gerçekten de tüyler ürpertici olacaktır. Ve en nihayet dünyadaki tüm insanlar kıyametin gerçekleştiği gün, kendilerini bekleyen "yeniden dirilişi" kavrayacaktır. Böyle bir günle karşılaşmayı ummayanlar, karşılarındaki bu apaçık gerçeği reddedemeyecekler ve Allah'ın emrine "isteseler de istemeseler de" boyun eğeceklerdir. Allah, tüm evren için büyük bir son hazırlamıştır. İnsanların çoğu her ne kadar inkar etmeye çalışsa da, kıyamet saati belirlenmiş bir vakitte kendilerini beklemektedir. Bu vakit ise, çok yakın olabilir. Zannedildiği gibi uzun yıllar hatta asırlar sonra değil, çok kısa bir zaman içinde gerçekleşecek de olabilir. Öte yandan, uzun yıllar geçse bile (Allah'ın tüm dünya hayatı süresi için "bir göz açıp kapama vakti" benzetmesini unutmayalım) insan mutlaka ölecek ve mutlaka kıyamet ile karşılaşacaktır.


Kıyamet Günü İle Herkes Karşılaşacaktır

Daha önce bahsettiğimiz gibi dünyanın geçici değerlerine sahip olmayı kendileri için yeterli gören insanlar, gerçeklerden çeşitli yöntemlerle kaçarlar. Ölüm tüm gerçekliği ile yanı başlarında iken bunu gözardı ederler, yeniden dirilecekleri günü de unutmaya çalışırlar. Bunları düşünmemek kendilerince bir kaçış yöntemidir. Böylelikle insanlar Allah'a karşı olan yükümlülüklerini akıllarına getirmeyerek, yalnızca kendi tutkularına göre yaşayabileceklerini zannederler. Oysa tüm insanların ve evrenin ölümünü getirecek olan kıyamet günü kesin bir gerçektir; herkes bu günle karşılaşacaktır. Bu gerçek "vahiy" yolu ile, Kuran'la bildirilmiştir.
Aynı zamanda Kuran'da kıyamet gününde gerçekleşecek olan olayların tasvirleri de yapılmıştır. Oldukça detaylı anlatılan kıyamet tasvirlerinde, yeryüzünde ve tüm kainatta olacaklar, bunun yanı sıra insanların ruh hali, tüm benliklerine hakim olacak büyük şaşkınlık, korku ve panik açık bir şekilde anlatılmaktadır. Evren kusursuz olarak yoktan var edildiği gibi, yine kusursuz ve olağanüstü görkemli bir kapanışla sona erecektir. Gezegenler yörüngelerinden sapacak, dağlar yerlerinden oynayacaklardır. Evrenin ve canlıların tesadüflerle oluştuğu aldatmacası ile Allah'ı inkar edenler, tüm dengeleri altüst eden bu muazzam olaylar karşısında tesadüflerin değil, yalnızca Allah'ın hükmünün geçerli olduğunu anlayacaklardır. Kuran'da bu gerçek şöyle vurgulanır:

De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" De ki: "Allah'ındır." O, rahmeti kendi üzerine yazdı. Sizi kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Nefislerini hüsrana uğratanlar, işte onlar inanmayanlardır. (En'am Suresi, 12)

Artık sur'a tek bir üfürülüşle üfürüleceği. Yeryüzü ve dağlar yerlerinden oynatılıp kaldırılacağı, ardından tek bir çarpma ile birbirlerine çarpılıp parça parça olacağı zaman. İşte o gün, vakıa (bir gerçek olan kıyamet) artık vuku bulmuş (gerçekleşmiş)tur. (Hakka Suresi, 13-15)


Kıyamet Gününün Zamanı Bellidir

Zaman ilerledikçe, kıyametin gerçekleşeceği ana doğru hızla yaklaşıyoruz. İnsanların büyük bir çoğunluğu kıyamet vaktini kendilerinden çok sonraki nesillerin karşılaşacakları bir olay olarak düşünürler. Bizlerden önceki nesillerin büyük çoğunluğu da aynı düşünce ile hareket etmişler ve "uzak gelecekteki" bu olayı düşünmemişlerdi bile. Oysa kıyametin "uzak gelecekte" yaşanması insan için bir şeyi değiştirmez. Çünkü dünya üzerinde ilk insanın yaratılışından itibaren yaşamış olan her kişi, kıyamet günü gerçekleşen olaylara şahit olacak, Allah'ın huzurunda toplanacak ve hiç kimse için de bir kaçış mümkün olmayacaktır. Üstelik bu günün, siz günlük yaşamınıza devam ederken, gelecek için planlar yaparken olmayacağına dair bir garanti de yoktur. Kesin olarak gerçekleşecek olan kıyametin ne zaman olacağını ise hiçbirimiz bilemeyiz:

De ki: "Bilmiyorum, size vadedilen (kıyamet ve azab) yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koymuştur?" O, gaybı bilendir. Kendi gaybını kimseye açık tutmaz. (Cin Suresi, 25-26)

Allah, büyük bir düzen içinde yarattığı yaşamı, bilemediğimiz bir vakitte tüm düzeniyle birlikte sona erdirecektir. Bu kapanıştan şüphe etmeyi veya buna inanmamayı insanların büyük bir çoğunluğu makul karşılıyor ve bu nedenle inkarı tercih ediyor olabilirler. Ancak tarifi yapılan son gün, bu insanlar için oldukça zorlu, ürkütücü bir gün olacaktır. Bu nedenle yaklaşan tehlikeye karşı gözlerini kapamak yerine, varlığından şüphe duymadan kıyamet gününe iman etmek, insanı kendisi için çok daha olumlu ve kazançlı bir sonuca götürecektir. Zira dünyada harcadığı çabaların "boş bir çaba" olduğunu kıyamet saati ile anlayan bir insan çok şiddetli bir pişmanlık yaşayacaktır:
Ancak o, 'herşeyi batırıp gömen büyük-felaket' (kıyamet) geldiği zaman. O gün, insan, neye çaba harcadığını düşünüp-anlar. (Nazi'at Suresi, 34-35)


KIYAMET GÜNÜ GERÇEKLEŞECEK OLAYLAR

Yer, o şiddetli sarsıntısıyla sarsıldığı, Yer, ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı, Ve insan: "Buna ne oluyor?" dediği zaman; O gün (yer), haberlerini anlatacaktır. Çünkü senin Rabbin, ona vahyetmiştir. (Zelzele Suresi, 1-5)

Kıyamet günü "İnsanların, alemlerin Rabbi için kalkacağı gündür" (Mutaffifin Suresi, 6) O gün, canlılarla birlikte tüm evrenin yok olduğu dehşetli bir gündür. Bu yokoluş, şimdiye kadar hiçbir yerde görülmemiş olaylar sonucunda gerçekleşecektir. O gün, insanların, hayvanların, var olan herşeyin, kısaca kainatın ölüm günüdür. O gün, Allah'ın yüce kudretinin açıkça görüldüğü ve insanların tümü tarafından idrak edildiği gündür. O gün, inkarcılar için dehşet, korku ve acı dolu bir gündür. O gün, daha önce hiç yaşanmamış bir pişmanlık ve aşağılanmanın hissedileceği gündür.
Kıyamet gününün özellikleri Kuran ayetlerinde kimi zaman çeşitli benzetmelerle ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Bu bölümde Kuran'da kıyamet günü gerçekleşeceği bildirilen olayların genel tasviri yapılacaktır, Allah'ın ayetlerde bildirdiği olayların işaret ettiği manaların üzerinde durulacaktır. Elbette herşeyin en doğrusunu Allah bilir ve Allah'ın ilmi sonsuzdur. Biz ise her konuda olduğu gibi kıyamet konusunda da yalnızca O'nun bize bildirdiği ve öğrettiği kadarını anlatabiliriz.
Bu bölümde anlatılan olayların hepsinin kaynağı Kuran ayetleridir ve hepsinin gerçekleşeceği kesindir. Tüm tasvirlerin gerçekleşme şekli de Allah tarafından belirlenmiştir. Fakat bu olaylar tahmin edilenden çok daha farklı biçimlerde gerçekleşebilir. Bizim kesin olarak bildiğimiz şey Allah'ın vaat ettiği olayların mutlaka yaşanacağı, insanların kıyamet gününde, daha önce hiç karşılaşmadıkları muazzam bir manzara ile karşı karşıya kalacakları ve evrenin içinde barındırdığı tüm canlılarla birlikte tamamen yok olacağıdır. İnsanların ise bütün bunların sebebini öğrenme, bu felaketlerden kaçıp kurtulabilme ya da çözümler arama gibi bir ihtimalleri olmayacaktır. O gün herkesin göreceği gerçek; Allah'ın ve ahiretin varlığıdır.


Sur'a Üfürülüş

Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür." (Kaf Suresi, 20)

Sur'a üfürülmesi, Allah'ın Kuran'da bildirdiğine göre, dünya hayatının bittiğini ve ahiretin başladığını haber veren ilk alamettir. Dünyada kaldığı süre boyunca bu büyük günde göreceklerine karşı haberdar edilen ve verecekleri hesap ile uyarılan herkes, artık kendilerine vaat edilen gerçekle karşı karşıyadırlar. Hiç beklenmedik bir anda duydukları bu ses daha önce duyulan seslere hiç benzemeyen bir sestir. İnsanlar, kendilerine verilen sürenin son bulduğunu bu işaretten anlayacaklardır. Bu ses, küfre sapanların sonsuza kadar kesintisiz olarak yaşayacakları dehşet ve yılgınlık dolu, zorlu bir günün başladığının habercisidir:

Çünkü o boruya (sur'a) üfürüldüğü zaman, İşte o gün, zorlu bir gündür; Kafirler içinse hiç kolay değildir. (Müdessir Suresi, 8-10)

Dünya üzerinde var olan düzenin aldatıcı güzelliğine kanarak ona sımsıkı bağlananlar, Allah'ın varlığı ve birliği gerçeğine karşı kördürler. Bütün bunların bir yaratıcısı olduğunu, bunların yaratılışının bir amacı olduğunu ve tüm yaratılmışların bir sona doğru hızla ilerlediğini asla düşünmeden, sadece aldandıkları bu hayal ile mutlu olur, yetinirler. Oysa onları yanıltan bu kusursuz düzen, herşeyin sahibi olan Allah'ın eseridir ve yine onun tek bir emriyle akıllara durgunluk verecek bir görkemle son bulacaktır. İşte böyle bir gün ile kesin olarak karşılaşmayacakları zannında olanlar, Sur'un sesiyle bu gafletten aniden uyanacaklardır. Ancak bu uyanış faydasızdır, çünkü artık Allah ve ahiret adına birşeyler yapmak için çok geçtir.
Geç kalınmıştır, çünkü bazı insanlar bir imtihana olan dünya hayatını, ahiretin varlığını umursamadan boş bir çaba uğruna harcamışlardır. Ahirete inanmayan insanların böyle bir anlayışa sahip olabilmelerinin temelindeki sebep, dünyadaki bu sınırlı yaşamla tatmin bulmak, daha öncesini veya sonrasını mümkün olduğunca düşünmemektir. Bu anlayış, dünya hayatının geçici zevklerine dalarak ne için yaratıldığını unutmayı da beraberinde getirir. Dolayısıyla, insanların çoğu niye yaşadıklarını, niçin yaratıldıklarını, Yaratan'ın kendilerinden neler istediğini ve neden ölümün var olduğunu düşünmeden bir ömür geçirirler. Ölüm bildikleri birşeydir ama ölüm gerçeğinin, kendilerine üzerinde düşünmeleri gereken birçok soru getireceğinin farkındadırlar. Bunun için mümkün olduğunca bu fikirden uzaklaşmaya bakarlar.
Kuran'da insana emredilen davranış ise çok farklıdır. Kuran'da insana ölümün yakınlığı, dünya hayatının kısalığını, sahip olduğu ve olmadığı herşeyin sadece imtihanın bir parçası olduğu öğretilir. Bunu kavrayan mümin, Kuran aracılığıyla insanlara tarif edilmiş olan gerçeklerle de mutlaka karşılaşacağının farkındadır. Dolayısıyla dünyadaki tek amacın "Allah için yaşamak" olduğunu kavrayabilmiştir. Bunu dünyada kavramak ise insan için büyük bir kazançtır. Böylece aldatıcı bir dünyadan uzaklaşmakta, tek gerçeğe, yani "ahirete yönelmektedir.
Nefsinin, yani sadece zevklerinin, tutkularının peşinden giderek hareket eden bir insanın en büyük isteği, içinde bulunduğu düzenin hep sürmesi, asla son bulmamasıdır. Aslında halinden pek de memnun değildir, çünkü yaşamında sürekli zorluklar ve sıkıntılar vardır. Ama şeytan binbir çeşit oyalama yöntemiyle kendisini aldatmakta, o da sürekli sıkıntı ve üzüntü çektiği bu yaşamı sonsuz bir kurtuluşa tercih etmektedir. Ancak, bir sabah işe giderken, veya bir gece vakti hırslarını ve beklentilerini ertesi sabaha erteleyip uyumaya hazırlanırken, birdenbire "Sur"un sesini duyan bir insanın ruh hali kuşkusuz çaresiz olacaktır. Sürdürmek istediği düzenin son dakikaları gelmiş, bildiği halde inanmayı reddettiği bu muazzam gerçek kendisini aniden yakalamıştır. Hayat boyu kendisini koruyacağını sandığı sahte güçlere sığınmış bir insan için, o an yardım isteyebileceği kimse ya da sığınabileceği hiçbir yer yoktur artık. Çünkü herkes aynı durumdadır, çaresizlik içinde başlarına geleceklere teslim olmuşlar, dünya üzerinde o zamana kadar yaşamış olan tüm insanlar Allah'ın huzurunda toplanmaya başlamışlardır:

Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp-giderler. (Yasin Suresi, 51)

Sur'un sesi bir inkarcı için "hayatı boyunca kaçıp durduğu gerçeklerle karşılaşma" demek olduğu gibi, "artık yaptıklarını telafi imkanının ortadan kalktığı anı" da ifade eder. Dünyada yapılan tüm hataların bir telafisi olabilir. Ancak herşeyin sonunun geldiğini bildiren bu ses, yapılan hataların telafisi için artık vakit kalmadığının habercisidir. O gün her kişi karşılaştığı bu gerçeğe boyun eğecektir:

Sur'a üfürüleceği gün, Allah'ın dilediği kimseler dışında, göklerde ve yerde olan herkes artık korkuya kapılmıştır ve her biri 'boyun bükmüş' olarak O'na gelmişlerdir. (Neml Suresi, 87)

Oysa bu gerçek, insanların tümüne karşılaşacakları böyle bir günden önce hatırlatılmıştır. Allah insanları, hem ayetleriyle hem de elçileriyle "geri dönüşü olmayan bir gün" gelmeden önce uyarmış, aksi bir tavır gösterenlere ise ölüm geldikten sonra yardım edilmeyeceğini bildirmiştir. Beklemediği bir anda azap ile karşılaşan kişiye hiçbir şekilde yardım edilmeyeceği gerçeği Kuran'da şu şekilde açıklanır:

Azab size gelip çatmadan evvel Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azab apansız size gelip çatmadan evvel. Kişinin (yana yakıla) şöyle diyeceği (gün): "Allah yanında (kullukta) yaptığım kusurlardan dolayı yazıklar olsun (bana) doğrusu ben, (Allah'ın diniyle) alay edenlerdendim. Veya: "Gerçekten Allah bana hidayet verseydi, elbette muttakilerden olurdum" diyeceği, Ya da azabı gördüğü zaman: "Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım" (diyeceği günden sakının). "Hayır, Benim ayetlerim sana gelmişti, fakat sen onları yalanladın, büyüklüğe kapıldın ve kafirlerden oldun." Kıyamet günü, Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Büyüklenenler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok? (Zümer Suresi, 54-60)

Geçici bir çıkar uğruna tercih edilmiş olan dünya hayatı, Sur'un sesiyle artık son bulmaktadır. Bütün insanlar, kendilerine vaat edilenler ile karşı karşıyadır. Meydana gelen olayların gerçekliğinin insanlarda uyandırdığı sarsıntı çok büyüktür. Tüm insanlar aynı çağrıya uymakta, geri dönüşü olmayan gerçekle karşılaştıklarının farkına varmaktadırlar.


Kıyamet Anında Yeryüzünün Durumu Şiddetli Sarsıntılar Başlar

Kıyamet günü her canlının duyabileceği Sur'un sesini, kulakları patlatan bir gürültü izler ve yeryüzü daha önce eşi benzeri görülmemiş bir sarsıntıya tutulur. Dev boyutlardaki dağlar, ağaçlar, gökdelenler, binalar kısaca yeryüzünün her noktası aynı anda sarsılmaya başlar. Bundan önce hiç rastlanmamış bu sarsıntı karşısında insanlar büyük bir paniğe kapılırlar. En korkunç olan ise bu sarsıntıdan kaçacak ya da sığınıp kurtulabilecek hiçbir yerin olmamasıdır. Çünkü bu sarsıntı daha önce insanların görmüş oldukları ve yalnızca belli bir bölge ya da şehirde meydana gelen, saniyelerle hesap edilen depremlerin bir benzeri değildir. Bu kez yaşanan, hiçbir kaçışın olmadığı, aynı anda dünyanın dört bir yanında başlayan ve dünyayı yerle bir edecek olan bir sarsıntıdır. Dünyayı yerle bir edinceye kadar da son bulmayacaktır:

O sarsıntının sarsacağı gün, Arkasından onu diğer bir sarsıntı izleyecek. O gün yürekler (dehşet içinde) hoplayacak. Gözler zillet içinde düşecek. (Nazi'at Suresi, 6-9)

Dünya üzerinde yaşanmış ve sonuçları insanları derinden etkilemiş sarsıntıları, depremleri bir an için gözünüzün önüne getirin. Bu sarsıntıların tümü sadece birkaç saniye sürmüş, ancak buna rağmen ardında büyük enkazlar bırakmıştır. Yüzbinlerle ölçülen bir insan topluluğu bu enkazın altında kalmış ve geride kalanlar, hiç beklemedikleri bir sefalet ve yoksullukla karşılaşmışlardır. Evler, mallar, edinilen kazançlar, tasarruflar birkaç saniye içinde yerlebir olmuştur. Bu felaketler herkesin gözü önünde gerçekleşmiştir ve bu saniyeler içinde hiçbir güç sarsıntıya karşı koyamamıştır. Böyle bir depremin yaşandığı sırada hiç kimse ertesi gün yapacağı işleri, geleceğini, zenginliğini düşünmemiştir. Aklında olan tek şey hayatta kalıp kurtulmaktır. Sadece birkaç saniye süren bir sarsıntı ile belki de o güne dek çalışıp kazandığı, biriktirdiği tüm serveti, malı mülkü yerle bir olmuştur.
Dünyadaki bir deprem her ne kadar şiddetli olursa olsun, insanlar için çoğu zaman bir kurtuluş olasılığı vardır. İnsanlar bunu bildikleri için sarsıntı başlar başlamaz kendilerini kurtarabilmek amacıyla bir takım tedbirler almaya, hızla depreme karşı güvenlik içinde olabilecekleri bir yere saklanmaya çalışırlar. Oysa kıyamet günü karşılaşılacak olan sarsıntı ise ne şiddet, ne meydana gelen sonuç ne de kapsam olarak daha önce dünyada yaşanan depremlere benzemeyecektir ve herşeyden önemlisi geride değil enkaz , tek bir yaşam belirtisi dahi bırakmayacaktır.
İnsanların hepsi Sur'un üfürülüşü ile anlayacaklardır ki, bu sarsıntılar daha önce yaşadıklarının bir benzeri değildir; hiçbir şekilde kaçıp kurtulma ihtimali yoktur.Kuşkusuz insanlar, kıyamet saatine dair herşey gibi, meydana gelecek ve kaçış imkanı olmayacak bu sarsıntılar için de uyarılmışlardır. Bir ayette şöyle denir:

Ey insanlar, Rabbinizden korkup-sakının, çünkü kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir. (Hac Suresi, 1)

O anda artık yeryüzünde sahip olunan hiçbir şeyin değeri ve anlamı kalmamıştır. İnsanları aldatan herşey; lüks evler, dev gökdelenler, beş yıldızlı oteller, ömürleri boyunca hırsla paralar biriktirerek aldıkları ve üzerinde onca emek vererek yaptırdıkları ve düzenledikleri evler, saraylar, köprüler, dünyanın en ünlü yapıları, Empire State binası, Eyfel kulesi, Özgürlük Anıtı, yüzyıllarca her türlü doğa olayına karşı yıkılmadan ayakta kalabilmiş olan piramitler, tarihi kaleler, şehirler adeta deniz kenarına yapılmış kumdan kaleler gibi hızla çökeceklerdir. Umut bağlanan işyerleri, lüks arabalar kısaca dünya hayatında insanın sahip olduğu, sahip olmakla övündüğü tüm maddi zenginlikler bir anda yok olacaktır. İnsanların elde ettikleri şan, şöhret, itibar ve iktidarın hiçbir anlamı veya önemi kalmayacaktır.
Kuran'da o gün yeryüzünün yerle bir olacağı şöyle bildirilmiştir:

Hayır; yer, parça parça yıkılıp darmadağın olduğu, Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler dizi dizi durduğu zaman; O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? (Fecr Suresi, 21-23)

O gün insanların bundan önce güvenle üzerinde gezindikleri yer ayaklarının altından kayar. Türlü bahanelerle Allah'ı inkar için çaba göstermiş ve ne yapması gerektiğini bildiği halde ibadet etmekten kaçmış olan her kişi, sonunda Allah'tan başka sığınılabilecek bir güç olmadığını çok iyi anlar. Ama artık kendileri için ne geriye dönüş, ne yaptıklarını telafi imkanı vardır.
İnsanların o gün tattıkları en yoğun duygulardan birisi de çaresizliktir. Dünyada başına gelebilecek hemen her türlü olası felaket için tedbirini ve önlemini alan, en ölümcül afet, en büyük deprem, en şiddetli kasırga, en dehşetli nükleer savaş için bile korunmasını ve sığınağını hazırlayan insanoğlu, öyle bir olayla karşı karşıya gelir ki, kaçıp sığınabileceği, barınabileceği tek bir güvenli yer dahi bulamaz. Hiçbir teknoloji, hiçbir bilimadamı, hiçbir lider bu dehşetli sarsıntıya karşı çare üretemez ve Allah'ın gücüne boyun eğer.


Yer Ağırlıklarını Dışa Atıp, Çıkarır


Yer, ağırlıklarını dışa atıp-çıkardığı, Ve insan: "Buna ne oluyor?" dediği zaman; O gün (yer), haberlerini anlatacaktır. Çünkü senin Rabbin, ona vahyetmiştir." (Zelzele Suresi, 2-5)

Bilindiği gibi dünyanın merkezinde (yerkabuğunun 5.000-6.000 km. aşağısında), oldukça yüksek basınca sahip, magma adı verilen kor halinde bir katman bulunmaktadır. Bu katmanın sıcaklığının yaklaşık olarak 45.000 derece olduğu tahmin edilmektedir. Volkan patlamaları sonucu yeryüzüne çıkan lavlar bu bölgede, yani magmada bulunmaktadır.
Sözkonusu patlamalar tarih boyunca birçok şehir halkına dehşet dolu anlar yaşatarak, insanların ölümüne hatta kimi zaman şehirlerin tamamen yok olmasına sebep olmuşlardır. Çeşitli sebeplerden dolayı toprak katmanlarında oluşan kırılmalar sonucunda yeryüzüne sızan lavlar, basınç ne kadar yüksekse o kadar şiddetli fışkırırlar. Aslında burada belirleyici etken, yeraltı gazlarının oranıdır. Magma yeryüzüne çıkarken gazlar magmanın üzerinde birikir ve böylece basıncın artmasına neden olurlar. Magma, gazla ne kadar yüklüyse püskürtme esnasında o kadar fazla patlama olur ve yerin altında fokurdayarak kaynayan lavlar yerin üstünü yerle bir ederler.
Kuran ayetlerindeki tariflere göre "yerin ağırlıklarını dışa atması" ifadesiyle o gün yerin altında bulunan pek çok şeyle birlikte, çekirdekte bulunan magmanın da tamamıyle yerin üstüne çıkacağı işaret edilmektedir. Yeryüzünün tümünde meydana gelen şiddetli sarsıntılar ve yerin tüm katmanlarının kırılması böyle bir şeyin kolaylıkla gerçekleşebilmesi için gereken altyapıyı oluşturacaktır. Yani kıyamet gününde şiddetli depremler yerin altını üstüne getirecek, insanlar başlarına çöken dağlardan, dev binalardan kurtulmaya çalışırken yerdeki çatlaklardan fışkıran lavlar her yanı saracak, bu da insanların ölümden hiçbir şekilde kaçışlarının olmadığını bir kere daha anlamalarına sebep olacaktır. Felaketleri felaketler izleyecek, birinden kurtulmaya çalışan, bir diğeri ile karşılaşacaktır.
O gün yeryüzü Allah'a karşı boyun eğmiştir. Bu durum Kuran ayetleri ile bildirilmektedir:

Yer, düzlendiği, içinde olanları dışa atıp boşaldığı, Ve 'kendi yaratılışına uygun Rabbine boyun eğdiği zaman. (İnşikak Suresi, 3-5)

Artık nihai gün gelmiştir. İnsanlara verilen süre dolmuş ve herşey son bulmuştur. Bu günden kurtulabilecek hiçbir canlı yoktur. Tüm olaylar sona erdiğinde yeryüzünde tek bir tohum, tek bir bitki, tek bir mikroorganizma kalmayacak, tüm yaşam dünya ile birlikte tamamen yokolacaktır.
O gün yerin dışarı atacağı ağırlık, yalnızca magma katmanı değildir. Magma hem mantonun içindeki hem de mantoyla kabuk arasındaki ısı ve madde alışverişlerinin başlıca taşıyıcısıdır. Yani muhtemelen magma ile birlikte taşınan yerin altındaki birçok madde, yüksek bir sıcaklıkla birlikte yerin yüzeyine çıkacaktır. Bu da yeryüzünün görülmedik bir şekilde ısınmasına neden olacaktır. Gerçekleşen olaylar sonucunda, yerin altında bulunan petrol, kömür gibi madenlerle birlikte tüm fosiller ve cesetler, tüm kalıntılar, kısaca yerin altında bulunan canlı cansız herşey dışarı atılacaktır. Kısaca yerin altı üstüne gelecektir.
Yine yeraltı suları, sarsıntının şiddetiyle kırılan yerin katmanlarından dışarı fışkıracaktır. Basınçlı suyun etkisi ise oldukça şiddetlidir. Hem fışkırmanın başladığı bölgede önemli hasarlar meydana gelecek hem de yaşamı olumsuz etkileyen bir su tabakası yeryüzüne yayılacaktır.
Herhangi bir bölgede volkanik patlama olduğu zaman sayısız toz ve katı parçacık atmosferin üst tabakalarına fırlar. Böyle bir patlama sırasında çoğu zaman tüm bölgeyi küllerin kapladığı, sözkonusu bölgenin toz duman içinde kaldığı bilinmektedir. Nitekim Allah ayette kıyamet gününde dağların toz duman halinde savrulacağını (Vakıa Suresi, 6) bildirmiştir. Kuran'da anlatılanlara uygun olarak, kıyamet gününde dünyanın her yerinde buna benzer patlamaların olması ihtimali oldukça yüksektir.
Görüldüğü gibi insanlar dört bir yandan şiddetli bir azaba uğrayacaklardır. Her tarafı kaplayan toz ve duman bulutu, yine aynı anda yayılan gazlar insanların nefes alamamasına ve acılar içinde kıvranmasına sebep olacaktır. O gün yaşanan bütün bu olaylar inkarcıların sonsuza kadar cehennemin içinde görecekleri ebedi azabın büyüklüğünü anlamaları için yeterlidir. Böylesine dehşetli bir bitirişle inkarcıların hayatlarına son veren Allah, cehennemde onlar için eşi benzeri olmayan maddi ve manevi bir azap hazırlamıştır.


Dağların Durumu

Dağlar, kökünden sökülüp savurulduğu zaman... (Mürselat Suresi, 10)

Bilindiği gibi dağların yeryüzündeki sarsıntıları engelleme görevleri vardır. Yeryüzüne birer "kazık" (Nebe Suresi, 7) gibi çakılan dağlar onu şiddetli ve sürekli sarsıntılardan korumaktadır. Bu gerçek Kuran ayetlerinde de haber verilmiştir:

Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki doğru yolu bulursunuz. (Nahl Suresi, 15)

Bugüne kadar dünyada tespit edilmiş en büyük deprem 9.2 şiddetindedir. Ve bu şiddette bir deprem, gerçekleştiği bölgeye çok kısa bir süre içerisinde büyük bir felaket getirir. Kıyamet günü yaşanacak sarsıntı ise Allah'ın dilemesi dışında - dünyada o güne kadar eşi benzeri asla gerçekleşmemiş şiddette bir sarsıntıdır. Bu sarsıntı, birer kazık gibi yerleşerek yeryüzünü şiddetli depremlere karşı koruyan dağların dahi dayanamayacağı kadar büyüktür. Yeryüzündeki en sağlam yapılar olan ve sarsılmaz sıfatını taşıyan dağlar yerlerinden oynatılıp, altındaki toprakla birlikte kaymaya başlar. Kuran'da o gün dağların hareketlenişini anlatan bazı ayetler şu şekildedir:

Ve dağlar (yerlerinden oynatan) bir yürüyüşle yürür. (Tur Suresi,10)

Dağlar yürütülmüş, artık bir serap oluvermiştir. (Nebe Suresi, 20)

Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları bir arada toplamışız da, içlerinden hiçbirini dışarda bırakmamışızdır. (Kehf Suresi, 47)

Yeryüzünün büyük bir bölümü dağlarla kaplıdır ve bunların aynı anda yerlerinden sökülerek hareket etmesi, böylesine dev boyutlardaki kara parçalarının yerin üzerinde kızak gibi kayıp biraraya toplanması ve yerin dümdüz bir hale gelmesi elbette insanın görebileceği en ürkütücü manzaralardan birisi olacaktır. Böyle bir anı insanın gözünde canlandırabilmesi oldukça zordur.
Düşünün ki insanların zirvesine erişmekte zorlandıkları ve yerinden oynamaz diye düşündükleri Himalayalar, Alpler, Toroslar bir anda sarsılmaya ve yerlerinden oynamaya başlayacaklardır. Binlerce metre yükseklikteki dağlar ve bu dağların yamaçlarına kurulmuş olan şehirler bir anda yerle bir olacaktır.
Dağlarda geçitler açabilmek çok büyük teknolojik imkanlar, makineler, aletler gerektirmekte, hatta kimi zaman tüm bu yöntemler başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Yol açmak amacıyla dinamitle delinmeye çalışılan dağlardan bile ancak kısmi bir sonuç alınır. Dinamit sadece belli bir bölgeye etki eder, hatta çoğu zaman hiçbir tesiri olmaz. Bu sebeple bazı dağlık bölgelere ulaşım oldukça güç gerçekleşmektedir. Oysa böylesine sağlam olan ve insanın karşısında aciz kaldığı dağlar kıyamet günü toz haline gelirler. Bu olay o gün yaşananların şiddetini anlayabilmemiz açısından çok etkili bir örnektir. Dünyada bulunan tüm dağların aynı anda kum yığını haline gelmesi, o heybetli yapıların bir anda çökmesi dehşet verici bir durumdur. Ayrıca Allah'ın sonsuz gücünü anlayabilmek ve kadrini takdir edebilmek açısından da çok önemlidir. Kuran'da dağların kıyamet gününde alacağı şekil şöyle anlatılır:

(Öyle) Bir gün ki, yeryüzü ve dağlar titremeye-tutulur ve dağlar göçüveren bir kum yığını olur. (Müzemmil Suresi, 14)

Yine Kuran'da o güne ait olarak verilen bir bilgi de, dağların parçalanarak çökmesinden sonra yeryüzünün hiçbir tümseği olmayan bir düzlüğe dönüşeceği şeklindedir:

Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: "Benim Rabbim, onları darmadağın edip savuracak. Yerlerini bomboş, çırçıplak bırakacaktır. Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek. (Taha Suresi, 105-107)

Şu an dışarıya baktığımızda bizlere oldukça aşina gelen engebeli görüntü, o gün tamamen düz bir hat haline gelecektir. Uçsuz bucaksız bir düzlük üzerinde insanların tümü biraraya toplanacaktır. Allah bu gerçeği şöyle vurgular:

Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları bir arada toplamışız da, içlerinden hiçbirini dışarda bırakmamışızdır. (Kehf Suresi, 47)

O gün dağlar, üzerlerindeki bitkiler, çiçekler, tüm yeşillikler ve içlerinde barındırdıkları renk renk madenler, farklı tür ve renklerdeki topraklarla birlikte etrafa saçılacaktır. Toz duman olan dağlar, tüm ihtişamlarıyla parçalanıp, dağılacaktır. Bu renk cümbüşü ayetlerde "renkli yünlere" benzetilmektedir:

Ve dağların 'etrafa saçılmış' renkli yünler gibi olacakları (gün). (Kaari'a Suresi, 5)

Dağlar da (etrafa uçuşmuş) rengarenk yün gibi olacak. (Mearic Suresi, 9)

En ufak bir sarsıntıda paniğe kapılan, bir deprem ihtimalinde ölüm korkusuyla saatlerce evlerine giremeyen insanlar için, gözlerinin önünde dağların yerlerinden oynatılması, yerin içindekilerini dışarı atması, kabirlerin deşilmesi, insanların biraraya toplanması ve felaketlerin felaketleri izlemesi dayanılabilecek gibi değildir. Artık dünya üzerinde güvenebilecekleri "tek bir kişi", sığınabilecekleri "tek bir mekan" dahi yoktur. Dünya üzerinde yeni bir başlangıç şansı, gidilebilecek herhangi bir yer de mevcut değildir. Yeni başlayacak olan yaşam ahirettedir, sonsuzdur ve dünyada Allah'ın rızasını gözeterek yaşamayanlar için acıyla doludur. Zevkler, ihtiraslar ve geçici dünya hayatı tüketilmiştir.
Oysa tüm bunlar Allah'ın elçileri ve inananları tarafından kendilerine daha önceden haber verilmişti. Ama bu kahredici gün kendilerine uzak gelmiş, kendileri gibi geçici şeylere güvenmişlerdi. Allah ayetinde inkar edenlerin daha önce uyarıldıklarını şöyle vurgular:

Azabın kendilerine geleceği gün (ile) insanları uyarıp-korkut ki, (o gün) zulmedenler, şöyle diyecekler: 'Bizi yakın bir süreye kadar ertele ki, Senin çağrına cevap verelim ve elçilere uyalım.' Oysa daha önce, kendiniz için hiç zeval yoktur diye and içenler, sizler değil miydiniz? Siz, kendi nefislerine zulmedenlerin yerleştikleri yerlerde oturmuştunuz. Onlara ne yaptığımız size açıklanmıştı ve size örnekler vermiştik. (İbrahim Suresi, 44-45)

Oysa şimdi tehlikenin ortasında yapayalnızlardır. Herkes canı derdine düşmüş, hiçbir yakın dost diğer bir yakın dostu görmez olmuştur. Artık kimse için kaçış sözkonusu değildir. Artık Allah'ın vaadi gelmiştir. O gün var olan herşey yok olmakta, yeryüzü ve dağlar hep birlikte yerlerinden oynatılıp kaldırılmaktadır. Ne sığınılabilecek bir yer, ne dayanılabilecek bir güç, ne de alınabilecek bir tedbir vardır:

Yeryüzü ve dağlar yerlerinden oynatılıp kaldırılacağı, ardından tek bir çarpma ile birbirlerine çarpılıp parça parça olacağı zaman. İşte o gün, vakıa (bir gerçek olan kıyamet) artık vuku bulmuş (gerçekleşmiş)tur. (Hakka Suresi, 14-15)


Denizlerin Durumu

Kabarıp, tutuşan denize, şüphesiz senin Rabbinin azabı kesin olarak gerçekleşecektir. (Tur Suresi, 6-7)

Bütün bu tarifleri yaparken önemli bir noktayı hatırlatmak yerinde olacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, zihinlerde canlandırmaya çalıştığımız bu manzara tamamen Kuran ayetlerinden yola çıkarak yaptığımız tariflerdir. Kuran'da belirtilen şekline bağlı kalarak yaptığımız tüm tanımlamalar Allah'ın dilemesi ile gerçekleşecek olan ve Allah'ın olmasını vaat ettiği gerçeklerdir. Var olan herşeyi yaratan Allah, kuşkusuz ki bunların her birini gidermeye ve yerle bir etmeye de kadirdir. Ayetlerin bizlere haber verdiği gibi kıyamet günü herşey akılalmaz bir gösteriyle yok olup gidecektir. "Bu, Allah'ın vaadidir; Allah vaadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler" (Rum Suresi, 6) ayetinde bildirildiği gibi bunlar kesin olarak gerçekleşecektir.
Artık kendi büyüklüğü ile övünen insanın hiçbir değeri kalmamıştır. Kendini Allah'ın karşısında değerli ve güçlü gören, kendi aldanışı içinde Allah'ı inkar etmekten çekinmeyen insan, olan bitenler karşısında alabildiğine güçsüz ve acizdir. Kendisinden üstün gördüğü varlıklar da Allah'ın takdir ettiği bu büyük güne teslim olmuşlardır. Dağlar, denizler ve tüm kainat o hiç sarsılmazmış gibi gözüken sağlam vasfını yitirmiş, sadece ve sadece Allah'a itaat etmiş, Allah'ın bir "Ol" demesiyle herşey olup bitmiştir. Her biri O'nun verdiği hükme boyun eğici olarak yerine getirmeleri gereken görevlerini tamamlamışlardır. Dağların renkli yünler gibi dağılıp parçalandığı, yerin tüm ağırlıklarını dışarıya attığı kıyamet günü denizlerde meydana gelen olaylar da Allah'ın sonsuz büyüklüğünü bir kez daha gözler önüne sermektedir. Kuran'da bildirildiğine göre o gün denizler yanacak ve fışkırıp taşacaktır.


Denizlerin Yanması

Kıyamet günü şiddetli sarsıntılarla yerlebir olan karalardan kaçıp kurtulmaya bir yol arayanlar, belki de denizlere kaçıp kurtulabileceklerini hayal edebilirler. Oysa Kıyamet günü geldiğinde karalarla birlikte denizlerde de benzer felaketler yaşanacak, insanlar kaçılacak hiçbir yer olmadığını bir kere daha dehşetle anlayacaklardır.
Dünyanın dörtte üçünü kaplayan en büyük su kütlesi olan denizlerin bir anda kaynamaya, fokurdamaya başlaması gerçekten de insanın gözünde çok zor canlanabilecek bir manzaradır. İnsanın o anın dehşetini kavrayabilmesi çok zordur; ancak düşünce sınırlarını zorlayarak, zihninde kısmen canlandırabilir. Bugüne kadar yalnızca yanardağ patlaması, akaryakıt taşıyan bir tankerde yangın çıkması sonucu böyle görüntülerin oluştuğuna şahit olmuş, televizyonlarda, resimlerde görmüşsünüzdür. Ancak ayetlerde bizlere yapılan tarifler, bu örneklerle karşılaştırılamayacak kadar ihtişamlıdır. Allah'ın sonsuz büyüklüğünü, sonsuz gücünü, sonsuz kudretini biliyor olmamız, bizi yaşanacak felaketin boyutları hakkında fikir sahibi kılar. Allah, evrende var ettiği ve koruduğu bu düzeni istediği şekilde değiştirmeye ve herşeyi bir plan dahilinde altüst etmeye kadirdir.
O gün yerin bütün ağırlıklarını dışa atması, önceden belirttiğimiz gibi, yerin altındaki yaklaşık 4.500 derece sıcaklığındaki katmanın imkan bulduğu her yerden dışarı taşacağına işaret etmektedir. Buna şüphesiz denizlerin altında bulunan bölgeler de dahildir. Herhangi bir belgesel filmde lavların denizin dibinden çıkışını seyretmiş olanlar, bu kızgın maddenin deniz suyunda oluşturduğu şaşırtıcı manzaraya şahit olmuşlardır. Oysa kıyamet günü gerçekleşecek olan görüntü, bu manzaradan çok daha farklı, çok daha kapsamlı ve dehşet verici olacaktır. Yeryüzündeki bütün denizler alevler içinde kalacak, önüne geçilemeyecek bir ateş ve alev topluluğu insanlara yönelecektir. O gün, Kuran'ın ifadesiyle "denizlerin tutuşturulduğu zaman"dır. (Tekvir Suresi, 6)
Yaşanan olaylar sonucu karada olduğu gibi denizde de yaşam son bulacaktır. Normal şartlarda serinlik ve rahatlık hissi veren, üzerinde ulaşımın sağlandığı, içinden rızık temin edilen denizler bir anda etrafa müthiş bir sıcaklık yayacaktır. Denizlerde dev dalgalar yerine alev bulutları yer alacak, havadaki duman oksijeni büyük oranda tüketecektir. Uçsuz bucaksız denizlerin alev alev yanan ve şiddetle fokurdayan görüntüsü, dünyanın geniş bir alanına hakim olacak ve pek çok felaketi de beraberinde getirecektir.
Burada bir noktayı belirtmek gerekir: Kıyamet günü gerçekleşecek felaketlerin bazılarının bugün bildiğimiz bazı doğal benzerleri olsa bile, bunlar doğaüstü, mucizevi olaylardır. O gün artık bilinen tüm doğal kurallar, kanunlar geçersizdir ve hiç beklenmedik felaketler yaşanabilir. Allah'ın dilemesiyle tüm denizler bir anda su yerine petrol gibi bir yakıta dönüşebilir ve alev alev yanabilir. Belki de sadece su olarak kalmalarına rağmen de yanabilirler. Doğa kanunları, Allah'ın dilemesiyle oluşmuş düzenliliklerdir ve Allah'ın dilemesiyle birlikte, evrenin ölümü sırasında bu kanunlar da ölür.


Denizlerin Taşması

Kuran'da kıyamet günü gerçekleşeceği bildirilen olaylardan biri de "denizlerin taşmasıdır." (İnfitar Suresi, 3) O gün Allah'ın dilemesi ile karadan gelecek olan felaketlere denizlerden gelenler de eklenecektir.
Bu da yine doğa kanunlarını devre dışı bırakacak, mucizevi bir olaydır. Ancak yaşanacak olan bu gerçek olayı gözümüzde canlandırabilmek için, bazı doğal olaylar üzerinde düşünebiliriz.
Bilindiği gibi, genelde deniz altında bir deprem meydana geldiği zaman su yüzeyinde dev dalgalar oluşur. Deprem merkezinden yayılan etkiyle dalgalar okyanusu saatte 750 km'ye varan bir hızla geçerek, süratle kıyıya ulaşırlar. Okyanusun ortasında bir metreyi bulmayan bir dalga, kıyıya ulaştığında 60 m.'yi aşabilir. Örneğin 1896'da Japonya'nın Hoşu kentinde meydana gelen büyük bir denizaltı depreminin ardından kabaran bir dalga, 35 m.'ye ulaşarak tüm yerleşim merkezini yerle bir etmiş ve 25.000 kişinin ölümüne neden olmuştur.
Dev dalgaların bilinen bir başka kaynağı da yanardağ püskürmesidir. Buna bir örnek 1883 yılında Krakatoa'nın zirvesindeki çökmeden sonra yükselen dalgadır. Cava ve Sumatra arasında bulunan bu ada, şiddetli püskürmelerin ardından birden kaybolmuş, ani ve büyük bir dalgaya sebep olmuştur. Bunun sonucunda meydana gelen dalga, Cava adasında nüfusun en yoğun olduğu kıyı üzerinde kırılarak 165 köyün yok olmasına ve 36.000 kişinin ölümüne yol açmıştır. Bu dalganın yüksekliği kıyıya ulaştığında 40 m'yi aşmıştır.
Görüldüğü gibi deniz altında meydana gelen kısmi depremler veya volkanik patlamalar yalnızca belli bir bölgeyi etkilemelerine rağmen, denizlerin taşmasına, binlerce kişinin ölmesine sebep olmaktadırlar. Oysa kıyamet gününde yerin üstünde olduğu gibi denizlerin altında da sarsılmayan hiçbir yer kalmayacaktır. Bu durumda denizlerin altında meydana gelen şiddetli sarsıntılarla birlikte denizler de taşacak ve o ana dek bilinen dalgalarla kıyas olmayacak şekilde tüm yeryüzüne etki edecektir.


Gökyüzünün Durumu

Kıyametle birlikte gelen yıkım ve dehşet yalnızca yerde gerçekleşecek olaylarla sınırlı değildir. O gün insanın bildiği, alıştığı ve sonsuza dek varlığını sürdüreceğini sandığı tüm varlıklar ve düzenler bozulmaya uğrarlar. O gün dünya tarihi boyunca kapsamı anlaşılamamış, sırlarına son yüzyılda ulaşılabilmiş, akıllara durgunluk veren büyüklükteki gök cisimleri ve uzay için de ölüm vakti gelmiştir. Gökyüzü, ay, güneş, yıldızlar ve gezegenler de o gün parçalanıp, yok olurlar:

Şüphesiz, size vaat edilen gerçekleşecektir. Yıldızlar 'örtülüp (ışıkları) silindiği' zaman, Gök yarıldığı zaman... (Mürselat Suresi, 7-9)

Evrenin yaratıldığı ilk andan itibaren meydana gelen her olay ve izlenen her görüntü, bunlarda bir olağanüstülük olduğunu sezinleyen ve bir Yaratıcı'nın varlığını mutlak bir şekilde görmek isteyen her insan için büyük birer iman delilidir. Uçsuz bucaksız evrenin her noktasını kaplayan gezegenler, yıldızlar, sayısız gök cismi Allah'ın tek bir emri ile yaratılmış, O'nun kudretiyle muazzam bir dengeyle korunmuştur. Bu başlangıç ve denge ise sırrını hala korumakta, insanların zihinlerini meşgul etmektedir. Aslında bu arayışların sonucunda insanın karşısına çıkan tek gerçek vardır: Allah'ın varlığı. Kapanış günü yaşananlar yine Yaratan'ın büyüklüğüne uygun olarak gerçekleşecektir. Allah, var olan herşey için olduğu gibi gökyüzündeki bu muazzam dünya için de görülmemiş bir son hazırlamıştır.
Gökyüzü insanın her zaman için varlığından ve sürekliliğinden emin olduğu bir tavan gibidir. Allah'ın bir dayanak olmaksızın yükselttiği ve tuttuğu, uçsuz bucaksız, görkemli bir tavan...
Bu tavan yüzyıllarca, dünyayı ve üzerindeki canlıları sayısız tehlikelerden (ultraviyole ışınlar, gök taşları, uzayın dondurucu soğukluğu vs.) en küçük bir aksaklığa meydan vermeden korumuş, canlılığın devamı için gerekli olan en önemli etmen olmuştur. Karanlık uzaydan geçerek gelen ışık, atmosferin taşıdığı özellikler sayesinde dünyaya yeterince yayılmış, tüm gezegeni aydınlatmış ve insan, atmosferdeki hassas oksijen oranı sayesinde nefes alıp, hayat bulabilmiştir. Oysa o gün, gök tüm işlevlerini kaybeder. Artık onun da, Allah katında belli olan eceli gelmiştir. Allah kıyamet günü göklerde meydana gelecek olayları şöyle bildirir:

"O gün gök, sarsılıp çalkalanır." (Tur Suresi, 9)

"Bu nedenle gök bile yarılıp-çatlamıştır; (artık) O'nun va'di gerçekleştirilip-yerine getirilmiştir." (Müzemmil Suresi, 18)

"Gök yarılıp-çatlamıştır; artık o gün, 'sarkmış-za'fa uğramıştır." (Hakka Suresi, 16)

Dünya tarihi boyunca sayısız canlının yaşamını sürdürebilmesi için en gerekli şartlardan biri olan hava tüm işlevini yitirir. O gün var olan kanunlar alışılan kanunlardan farklıdır. Sayısız fizik kanunu ile gökte sabit bir dengeyle duran atmosfer, eriyip akmaya başlar. Kuran'da o gün "gökyüzünün erimiş maden gibi" olacağı bildirilir. (Mearic Suresi, 8) Atmosfer o gün erir ve akkor haline gelerek yanmaya başlar. İnsanlar masmavi görmeye alışık oldukları gökyüzünü, o gün kızıl olarak görürler. Gökyüzü yarılıp erimiş, adeta yağ gibi olmuştur. O gün "gögün yarılıp yağ gibi erimiş olarak kıpkırmızı bir gül olduğu zaman"dır. (Rahman Suresi, 37)
O gün insanın tanıyıp bildiği bütün kurallar yok olur. Yaratılışları sırasında Allah'ın "isteyerek veya istemeyerek itaat edin" çağrısına icabet eden ve "isteyerek geldik" (Fussilet Suresi, 11) diye cevap veren gök ve yer, o gün de kendi yaratılışlarına uygun olarak gerçek sahipleri ve yaratıcıları olan Allah'a boyun eğerler. Kuran'da Allah'ın göğe ve yere seslenişi şu şekilde anlatılır:

"De ki: "Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratanı inkar ediyor ve O'na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, alemlerin Rabbi'dir. Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler." (Fussilet Suresi, 9-11)

Bilindiği gibi inkarcıların iddialarından birisi, maddenin yaratılmamış ve kontrol edilmeyen mutlak bir varlık olduğu varsayımıdır. Çevrelerinde gördükleri tüm dengeleri, sistemleri ve canlıları tabiatın gücüne bağlarlar. Geri kalan detaylar, yani bunların nasıl meydana geldiği, bu bilinçli oluşumun nasıl olup da kendi kendine var olduğu ve cansız bir yığın olan maddeden hayatın nasıl çıktığını asla düşünmezler. Bu mantıksız iddiaya göre herşeyi doğa kendi kendine var etmiştir. Bir başka deyişle, hakim olan olağanüstü uyum ve dengenin sahibi "doğa", yani taş, toprak, hava ve sudur.
Oysa kıyamet günü geldiğinde insan dağın, taşın, toprağın ne hale geldiğini görür ve bu gücün sahibinin doğanın kendisi olamayacağına şahit olur. Canlı-cansız herşeyin yaratılışının kendisine atfedildiği tabiat, o gün kendisini koruyamayacaktır. Allah herşeyin yalnızca Kendi gücü ve iradesi ile var olduğunu, yalnızca O dileyip koruduğu için sürebildiğini insanlara gösterecektir. Birçok insan vicdanları kabul ettiği halde anlamazlıktan geldikleri gerçekleri, o anda çok büyük bir pişmanlıkla hatırlayacaktır:

"Gök, yarılıp-parçalandığı, Ve 'kendi yaratılışına uygun' Rabbine boyun eğdiği zaman; Yer, düzlendiği, İçinde olanları dışa atıp boşaldığı, Ve 'kendi yaratılışına uygun Rabbine boyun eğdiği zaman. Ey insan, gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın; sonunda O'na varacaksın." (İnşikak Suresi, 1-6)


Yıldızların, Güneşin ve Ayın Durumları

Uzayın karanlık ve soğuk ortamına karşılık, dünyamızın aydınlanması ve canlıların yaşayabileceği ortalama bir sıcaklığın mevcut olmasında en büyük etmenlerden birisi atmosferdir. Dünyamızı koruyan bir tavan niteliğindeki atmosferde ısı ve ışığın yayılma özelliği vardır. Kapkaranlık bir yoldan geçerek dünyamıza ulaşan güneş ışıklarının yeryüzünü aydınlatması ve ısıtması atmosferin taşıdığı bu özellik sayesindedir. Ancak kıyamet günü geldiğinde var olan herşey gibi gök de çatlayıp yarılacak ve tüm işlevlerini kaybederek, Kuran'da belirtildiği gibi eriyerek akacaktır. Kuran'da Tekvir Suresinin ilk ayetinde kıyamet gününden bahsederken, "Güneş köreltildiği zaman" ifadesi kullanılmaktadır. Bu ifadeden güneş ışığının dünyaya artık hiçbir fayda sağlamayacağı anlaşılır.
Kıyamet günü dünyaya aydınlık veren güneş ve dolayısıyla ay kararacaktır. O gün, dünyaya ışık gelmemesinin tek sebebi atmosferin yok olması değildir. Çünkü Kuran'da bildirildiği gibi o gün yalnızca gökler, yer ve ikisi arasında olanların yok olduğu bir gün değildir. Tüm evrenin yokoluş günüdür. Tegabün Suresi'nin ilk ayetlerinde de belirtildiği gibi Allah herşeyi mükemmel ve eksiksiz olarak yaratan ve her dilediğini dilediği anda gerçekleştirmeye güç yetirendir. Milyarlarca galaksiyi ve her galakside bulunan milyarlarca yıldızı bünyesinde barındıran evreni O yaratmıştır ve dilediği zaman da bir "ol" demesiyle yok edecek olan da O'dur.
İnsan aklının evrenin büyüklüğünü tam ve gerçekçi olarak kavraması mümkün değildir. Ama birkaç rakamla bu muhteşem yapının büyüklüğünü yaklaşık olarak anlamaya çalışabiliriz.
Güneş Samanyolu'nu oluşturan 200-250 milyar yıldızdan biridir. Dünyadan 325.500 defa büyük olmasına rağmen, evrendeki küçük yıldızlardan biri sayılmaktadır. Çapı 125 bin ışık yılı olan Samanyolu'nun merkezine 30 bin ışık yılı uzaklıktadır. (1 ışık yılı yaklaşık olarak 9.460.800. 000.000 km'dir.) Dünya ise kendi etrafında saatte 1.670 km. hızla dönen, 6 katrilyar ton ağırlığında bir kütledir. Güneş saatte 72.000 km. hızla hareket eder, Samanyolu kendi ekseni etrafında saatte 900.000 km. hızla döner. Ancak kıyamet günü bu akıllara durgunluk veren kainat, Allah'ın dilemesi ile yerle bir olacak, büyüklüğü tarif dahi edilemeyen yıldızlar Kuran'da ifade edildiği gibi "örtülüp-silinecek", yok olacaklardır.
Evrenin her noktası Allah'ın varlığının, büyüklüğünün ve gücünün ayrı birer delilidir. Ancak O'nun dileğiyle, O'nun dilediği süre boyunca, O'nun izni ile var olmuşlardır. Bu dengeyi yaratan ve koruyan Allah, bütün bunları elbette dilediği şekilde yok etmeye de kadirdir. Evrenin ölümü, var oluşunda olduğu gibi ancak O'nun izniyle, O'nun takdir ettiği şekilde gerçekleşecektir. O gün insanların dünya hayatları boyunca azametine hayran kaldıkları herşey parça parça edilecektir. Tüm gezegenler, yıldızlar, güneş ve ay yörüngelerinden çıkacak, yıldızlar yokolacak, gökcisimleri birer birer ölecektir.
O gün artık kaçacak bir yer yoktur. Dünya hayatı boyunca, kendisine Allah'tan başka dost ve yardımcı arayan insanlar da artık yönelip, dönülecek gerçek dost ve yardımcının yalnızca Allah olduğunu anlamışlardır. O gün insanların hep erişilmez, görkemli ve gizemli gördükleri yıldızların da ölüm günüdür. Her biri nizam ve denge ile döndükleri yörüngelerinden çıkarak, dağılıp yayılacaklardır. (İnfitar Suresi, 2)
Her saniye enerji üreten bu yıldızlar kıyamet günü geldiğinde artık güçlerini yitirip yokolurlar. Kuran'da kıyamet gününde yıldızların durumu şu şekilde anlatılır:

Yıldızlar, bulanıklaşıp-döküldüğü zaman. (Tekvir Suresi, 2)

Yıldızlar 'örtülüp (ışıkları) silindiği' zaman. (Mürselat Suresi, 8)

İnkar edenler o gün Allah'tan hiçbir yardım görmezler. Yardım görebilecekleri başka herhangi bir güç de yoktur. Belki de gelecekte ilerleyen teknoloji sayesinde insanlar dünyadan uzak gezegenlere gidecek olabilirler. Oysa bu bile onların kaçıp kurtulmalarını sağlayamaz. Azap insanları orada da bulacaktır. Çünkü kıyamet bütün evreni kaplamıştır. Yalnızca üzerinde bir zamanlar güven içinde yürüdükleri yeryüzü değil, uzak yıldızlar dahi Allah'ın emrine boyun eğmişler, yok olmuşlardır. İnsanların o günkü çaresizliği bir ayette şöyle anlatılır:

Ay karardığı, Güneş ve ay birleştirildiği zaman; İnsan o gün: 'Kaçış nereye?' der. Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok. O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbi'nin katıdır. İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. (Kıyamet Suresi, 8-13)

Buraya kadar anlatılan bütün olayların, insanların hiç beklemedikleri bir anda, daha önce hiç duyulmamış ve tanınmamış bir sesin duyulması ile başlayacağına dikkat etmek gerekir. Dünyadaki tüm insanlar şu anda olduğu gibi herşeyin hiç değişmeden ve bozulmadan aynen devam edeceğini düşünürlerken, ani bir yakalanışla yakalanmışlardır. Sur'a üfürülmesinden hemen önce gerçekleşen olayların bir önceki günden herhangi bir farkı yoktur. Dünya yine aynı hızla dönmekte, güneş yine dünyayı aydınlatmakta, yaşam devam etmekte ve insanların birçoğu neden, kim tarafından yaratıldıklarını ve sonlarını düşünmeden, bir alışkanlık içinde hayatlarına devam etmektedir. Kimi akşam gelecek misafirine yapacağı yemeği, kimi yapacağı iş görüşmelerini düşünürken, kimi alışveriş yaparken, kimi uyurken ve çoğu da Allah'ın varlığını inkar halindeyken bu sesi duyacak ve herşey bir anda son bulacaktır.
İnsanın güçlü zannettiği, övünerek böbürlendiği bedeni hiç beklemediği bir anda dört bir yandan ölümle sarılıp kuşatılacaktır. Artık can derdinden başka hiçbir sorun kalmayacaktır. İnsanlar yaşadıkları korkunun şiddetinden değer verdikleri, tutkuyla bağlandıkları, uğrunda her türlü fedakarlığı göze aldıkları şeyleri bir anda görmez olacaklardır.
Kıyametin meydana getirdiği bütün bu korku, dehşet ve şaşkınlık dünyada inkar içinde bir yaşam süren insanın gafletine bir karşılıktır. Geçen her saniye yeni azap çeşitleri ve belaları getirmektedir. Karşılaştıkları akıllara durgunluk veren bu olaylar, o güne kadar inkar ettikleri Allah'ın büyüklüğünü sergiler. İnsan bu güç karşısında alabildiğine aciz ve çaresizdir. Saniyeler ilerledikçe Allah'ın ona ebedi hayatında sunacağı korkunç azabı daha iyi anlar. O gün karşılaştığı dehşet dolu dakikalar sonsuz hayatı boyunca yaşayacağı azabın sadece sınırlı kesitleridir. Kuran'da o gün insanların yaşayacakları olaylar karşısında duyacakları korku detaylı olarak anlatılmıştır.


İnsanların Yaşadıkları Korku

Allah birçok ayette insanların dünya hayatına tutkuyla bağlı olduklarını ve bu tutkunun onlara ahiret hayatında hiçbir faydası olmayacağını belirtmiştir. İnsanın dünya hayatında değer verdiği, önemsediği, uğruna pek çok şeyi göze aldığı değerler, eğer Allah rızası için ve Allah yolunda kullanılmıyorsa, insana kayıptan başka birşey kazandırmazlar. Bu değerlerin her biri insanları denemek için özel olarak yaratılmıştır. Asıl yurt ise ahiret yurdudur. Dünyaya ait şeylerin hiçbir önemi olmadığı Kuran'da şu şekilde anlatılır:

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)

Dünya hayatının ayette de anlatılan tüm bu "çekici" özelliklerine insan hırsla bağlanmakta, tüm ömrünü bunları elde edebilmek için harcayabilmektedir:

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)

Dünya hayatında insanların en önemli amaçlarından biri mallarla, oğullarla, kısaca sahip olunan tüm değerlerle övünmektir. Ancak Kuran'da özellikle vurgulanan ve tüm toplumlar için de geçerli olan bir gerçek, dünya hayatında sahip olunan en önemli tutkulardan birinin evlat olduğu gerçeğidir. Çocuk edinme isteği gençlik yıllarından itibaren insanlara öğretilir. Çocuk, insanlar arasında hem sebepsiz bir rekabet unsuru hem de geleceğe yönelik bir güvence anlamını taşımaktadır. İnsanların çocuklarını sevmesi, onlara şefkat ve merhamet beslemesi elbette doğru ve dine uygun bir tavırdır, ama Kuran'da tarif edilen ve günümüzde de çok yoğun olarak yaşanan "çocuk tutkusu", insanın çocuğunu hırsla sahiplenmesine, onunla gösteriş yapmaya kalkmasına, onu Allah'ın bir kulu olarak değil de kendisinin bir malı olarak görmesine neden olur.
Bir diğer tutku da mala ve zenginliğe yönelik olandır. Bilindiği gibi insanların dünya hayatları süresince tüm hedefleri, planları, çabaları bu amaç üzerine kurulmuştur. Mal ve para tutkusu insanların gözünü bürüdüğü için tüm ahlaki değerler önemini kaybetmiş, insan karakterini şekillendiren tek ölçü maddiyat olmuştur. Kuran ahlakı, emir ve yasakları, insanların hayatındaki önceliğini kaybetmiş, mal yığıp, biriktirmek tek amaç olmuş, ilişkilerde çıkarlar ön plana çıkmıştır.
Oysa kıyamet günü geldiğinde herşey tersine döner. İnkarcılar karşılaştıkları günün korkusundan değer verdikleri herşeyi bir anda unuturlar. Hırs haline getirdikleri şeylerin artık bir anlamı olmadığını anlarlar. Değer yargıları birkaç saniye içinde değişir. Artık malın hatta evladın bile bir değeri yoktur. Annelik veya babalık duyguları anlamını yitirmiştir. Dünyada en değer verdiği kişileri; kendi çocuğunu bile kıyamet gününün dehşeti karşısında unutacaktır. Kimse çocuğunun durumunu sormayacak, bunu aklına dahi getirmeyecektir. Kuşkusuz kıyametin vuku bulacağı bu gün, inanmayanlar için zorlu bir gündür:

Gökyüzünün erimiş maden gibi olacağı gün; Dağlar da (etrafa uçuşmuş) rengarenk yün gibi olacak. (Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; Kendi eşini ve kardeşini, Ve onu barındıran aşiretini de; Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. (Mearic Suresi, 8-14)

Göğün bulutlarla parçalanacağı ve meleklerin bir indirilme ile indirileceği gün; İşte o gün, gerçek mülk, Rahman (olan Allah)ındır. İnkar edenler için oldukça zorlu bir gündür. (Furkan Suresi, 25-26)

Henüz bebeklik çağında olan çocuklar bile o gün aileleri tarafından terkedilir. Kuran'da o zorlu günde yaşanacak olayların paniğiyle kadınların emzirdikleri çocukları dahi unuttukları bildirilmiştir. İnsanlar hiç beklemedikleri ve daha önce eşini benzerini görmedikleri bu olaylar karşısında ne yapacaklarını şaşırırlar. Korku öylesine ani ve şiddetli bir şekilde gelmiştir ki, hamile kadınlar bu şokun etkisiyle çocuklarını düşürürler:

Onu gördüğünüz gün, her emzikli kendi emzirdiğini unutup geçecek ve her gebe kendi yükünü düşürecektir. (Hac Suresi, 2)

Bir başka ayette ise o gün insanlar arasında hiçbir bağ; ne soy, ne akrabalık, ne de arkadaşlık bağları kalmadığı bildirilir:

Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar; Annesinden ve babasından, Eşinden ve çocuklarından. O gün, onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır. (Abese Suresi, 34-37)


İnsanlar Sarhoş Gibidir

İnsanlar o gün gördükleri karşısında tüm soğukkanlılıklarını, kendilerine olan güvenlerini ve metanetlerini yitirirler. Ölümle karşılaşıldığı an herşey değerini yitirir, yüzlerdeki ifadeler, tavırlar, konuşmalar farklılaşır.
Öleceklerine kesin kanaatleri gelse de insanlar, ölümden sonra olacakları tam olarak bilemezler ya da büyük bir kısmı ölümle birlikte yok olacağını düşünür. Oysa kıyamet gününde daha ölüm gelip çatmamış olsa bile, yaşanan olaylar insan için hiçbir kurtulma ihtimalinin olmadığını tüm açıklığıyla ortaya koyar. İnkar edenler kendilerine vaat edildiği halde inanmadıkları bir günü karşılarında bulurlar. O gün, evrendeki düzenin bir Yaratıcı'sının ve Koruyucu'sunun olduğunun, O dilediği anda da herşeyin yok olacağının bütün açıklığıyla gözler önüne serildiği bir gündür.
İnsanlar ölümün, o güne kadar düşündükleri gibi bir yokoluş olmadığını anlarlar. O ana kadar Allah'ın varlığına dolayısıyla ahirete inanmadıklarından, ölüm sonrasında olabilecekleri hiç düşünmemişlerdir. Ama Allah'ın varlığını ve gücünü ardı ardına gelen bu olaylar sonucunda apaçık görünce, kendilerini bekleyen sonun da farkına varmışlardır. Kurtulma umudu olmadığı gibi, kendilerini bekleyen yeni ve sonsuz bir yaşam olduğunu da anlamışlardır. Bu inkarcılar için zorlu bir yaşamdır. Sonsuza kadar çekeceği azap ve sıkıntı, o gün yaşadıklarıyla kıyaslanamayacak kadar şiddetli olacaktır. Ayetlerin bildirdiğine göre, inkar edenler böyle bir yaşamın yerine yok oluşu tercih edeceklerdir:

Gerçekten Biz sizi yakın bir azap ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kafir olan da: "Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim" diyecek.. (Nebe Suresi, 40)

Karşılaştıkları olaylardan dolayı şiddetli bir korku, panik ve şaşkınlık içinde kontrolden çıkmışlardır:

...İnsanları da sarhoş olmuş görürsün, oysa onlar sarhoş değillerdir. Ancak Allah'ın azabı pek şiddetlidir. (Hac Suresi, 2)

İnsanın şiddetli korku anında vücudunda meydana gelen değişiklikler ve kontrolsüz hareketleri ile sarhoş insanların tavırları birbirine çok benzer. Şiddetli bir korku anında baş dönmesi, ağlama görülür, görüntü bulanıklaşabilir. Vücudun kontrolü kaybolur. Şuursuzca hareketler yapılır, sözler söylenir. O gün sarhoş gibi olan insanlar kontrolsüz tavırlar sergileyerek oradan oraya koşmaya başlarlar. Kuran'da yapılan "İnsanların, 'her yana dağılmış' pervaneler gibi olacakları gün..." (Yunus Suresi, 4) benzetmesi, insanların bu durumlarını açıklamaktadır.


Gözlerdeki Dehşet İfadesi

Gerçek olan va'd yaklaşmıştır, işte o zaman, inkar edenlerin gözleri yuvalarından fırlayacak: "Eyvahlar bize, biz bundan tam bir gaflet içindeydik, hayır, bizler zalim kimselerdik" (diyecekler). (Enbiya Suresi, 97)

Göz, insanın yaşadığı korkunun şiddetini ilk ele veren organdır. Ayette geçen "gözlerin yuvalarından fırlaması" benzetmesi, insanın yaşadığı korkunun şiddetini anlatır. Bu anda insanların göz bebekleri büyür, beyazı ortaya çıkar, donuklaşmaya başlar. Kıyametin gerçekleşeceği an insanlar bu korkuyu yaşayacaktır. Bu tüyler ürpertici olaylar karşısında kimsenin yapacak bir şeyi, başlarına gelenleri önlemek için getirecek çözümleri yoktur. Sadece korku duyarlar. Ayetteki benzetme bu korkuyu açıklıkla izah etmektedir.


Çocukların Saçlarının Beyazlaşması

Eğer inkar edecek olursanız, çocukların saçlarını ağartan bir günde kendinizi nasıl koruyacaksınız? (Müzemmil Suresi, 17)

Kıyamet gününün korkusu küçük çocukları da saracaktır. O günün gerçek mahiyetini bilmeyen, bunun sonsuz azabın ilk günü olduğunun bilincinde olmayan çocuklarda yetişkinlerden farklı bir korku vardır. İnsanlar geçici dünya hayatı boyunca yaptıkları ahlaksızlıkların pişmanlığı içindedirler. Çocuklar ne olduğunu dahi kavrayacak bir bilinçte değildirler. Buna rağmen gördükleri olayların şiddetinden dolayı saçları bembeyaz olur. Böyle bir fiziksel değişim, o zorlu günün büyüklüğünü anlamak açısından oldukça önemlidir. Çünkü o güne kadar dünyada çok çeşitli felaketler yaşanmıştır. Ama bu felaketlerin hiçbiri kıyamet günü meydana gelecek olaylarla kıyaslandığında çocukların saçlarını ağartacak kadar şiddetli değildir.


Hayvanların Durumu

Gözünüzde vahşi hayvanları canlandırmaya çalışın, kaplanlar, aslanlar, kurt, çakal, ayı... Ancak kafes arkasındayken biraraya gelebilen bu hayvanlar, kıyamet günü meydana gelen olayların etkisi ile artık birbirleri ile mücadele etmeyi bırakacak ve biraraya toplanacaklardır. Binlerce vahşi hayvanın meydana getirdiği bu görüntünün ürkütücülüğü ise çok açıktır.
Bu ürkütücü tablo, kıyamet günü yaşanacak olan ve önceki sayfalarda belirttiğimiz diğer olaylarla birlikte Tekvir Suresi'nin başında şöyle anlatılmaktadır:

Güneş, köreltildiği zaman,
Yıldızlar, bulanıklaşıp-döküldüğü zaman,
Dağlar, yürütüldüğü zaman,
Gebe develer, kendi başına terkedildiği zaman,
Vahşi-hayvanlar, toplandığı zaman,
Denizler, tutuşturulduğu zaman,
Nefisler, birleştiği zaman,
Ve 'diri diri toprağa gömülen kızcağıza' sorulduğu zaman:
"Hangi suçtan dolayı öldürüldü?"
Sahifeler (amel defterleri) açıldığı zaman,
Gök, sıyrılıp-yüzüldüğü zaman
Cehennem ateşi çılgınca kızıştırıldığı zaman,
Cennet de yakınlaştırıldığı zaman,
(Artık her) Nefis, neyi hazırladığını bilip-öğrenmiştir. (Tekvir Suresi, 1-14)




EVRENİN ÖLÜMÜNÜN ARDINDAN


Kıyamet günü, insanların tümünün gerçeği açıkça görecekleri gündür. İnkar eden bir insan karşılaşacağına asla inanmadığı, sürekli reddettiği ya da hayatı boyunca düşüncesinden kaçtığı ahiret gerçeği ile artık karşı karşıyadır. Dünyadaki yanılgısının sonucunu görmekte, geri dönüş çareleri aramakta, ama bir sonuç elde edememektedir. Dehşetli bir sonla karşılaşmıştır ve yaptıklarının pişmanlığını tüm netliğiyle hissetmektedir.
Kıyamet günü herşey yok olup, tüm olaylar bittikten sonra Allah gökleri, yeri ve insanları yeni bir inşa ile tekrar yaratır. Elbette gökleri, yeri ve tüm alemleri yaratan Allah bunların benzerlerini de yaratacak güce sahiptir:

Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler. (İsra Suresi, 99)

Onlar görmüyorlar mı ki, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan (Allah), ölüleri de diriltmeye güç yetirir. Hayır; gerçekten O, her şeye güç yetirendir. (Ahkaf Suresi, 33)

Kıyamet gününde yaşanacak olaylar Allah'ın Kuran'da bildirdiği şekilde -yerin başka yere, göklerin de başka göklere dönüşmesi- olacaktır. İnsanlar Allah'ın huzuruna çıkarılacak, O'nun karşısında dünya hayatı boyunca yaptıklarının hesabını vereceklerdir. (İbrahim Suresi, 48) Kuran'da inkarcılar için bu zorlu gün, "din günü", "hesap ve ceza günü", "ahiret günü" gibi isimlerle tanımlanmaktadır. İnsanların tümü yeni bir yaratılışla tekrar diriltilecektir. O gün inkar edenler ile iman edenlerin kesin bir ayrılışla ayrılacakları, ebedi yurtlarına sevk edilecekleri gündür.
İman eden ve dünyadaki hayatları boyunca ahirete hazırlanan müminler, daha önce Kuran'da kendilerine açıklanan gelişmeleri izlerler. Allah'ın kendilerine vaat ettiklerine kavuşmanın rahatlığı içindedirler. İnkar edenler ise dünya hayatları boyunca bir yandan büyük bir hırsla Allah'ın getirdiği sisteme karşı koyarken, bir yandan da bilinçaltlarında da olsa yaptıkları yanlışın farkında olmuşlardır. İşte unuttukları bu gerçek artık karşılarındadır. Dünyada durmaksızın "ya bu söylenenler doğruysa, ahiret, hesap günü gerçekse" diye düşünerek büyük bir tereddüt yaşadıkları, kuşkuya kapıldıkları gerçekle yüzyüzedirler. Sonsuz hayatları boyunca yaşayacakları, asla önüne geçemeyecekleri ve kendilerinden çeviremeyecekleri büyük azabın ilk dakikalarını yaşamaya başlamışlardır.


Sur'a İkinci Üfürülüş ve Din (Diriliş) Günü

Kendilerine ilim ve iman verilenler ise, dediler ki: "Andolsun, siz Allah'ın Kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar yaşadınız; işte bu dirilme günüdür. Ancak siz bilmiyordunuz." Artık o gün, zulmedenlerin ne mazeretleri bir yarar sağlayacak, ne (Allah'tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilecektir. (Rum Suresi, 56-57)

Hz. Adem'den itibaren tarih boyunca insanlar Allah'ın ve ahiretin varlığına karşı uyarılmış, Allah'ın kendilerine gönderdiği elçiler aracılığıyla hak dine davet edilmişlerdir. Ancak Kuran'da da bildirildiği gibi az bir topluluk dışında insanların çoğu iman etmemiş, Allah'a ve elçisine karşı koymuşlardır. Bu insanlar öldükten sonra yeniden dirilecekleri gerçeğini de ısrarla inkar etmişlerdir. Kuran, bu insanların inkarlarını şu ayetlerle haber vermiştir:

Olanca yeminleriyle: "Öleni Allah diriltmez" diye yemin ettiler. Hayır; bu, O'nun üzerinde hak olan bir vaidtir, ancak insanların çoğu bilmezler. Hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaması ve inkar edenlerin kendilerinin yalancı olduklarını bilmesi için (diriltecektir). (Nahl Suresi, 38-39)

Eğer sizin benzeriniz olan bir beşere boyun eğecek olursanız, andolsun, siz gerçekten hüsrana uğrayanlar olursunuz. O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı va'dediyor? Heyhat, size va'dedilen şeye heyhat.. O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz. (Mü'minun Suresi, 34-37)

İnkar etmelerinin en temel nedeni, dünya hayatını yaşanacak yegane hayat olarak görmeleridir. Bu çarpık mantığın kendilerine ölüm ile yok olma fikrini makul göstermesi çok ilginçtir. Yeniden dirilişi de bu yüzden kabul etmez, Allah'ın Kuran'da haber vermiş olduğu olayları ve hesap gününü redderler. Oysa tüm canlıların ve dünyanın bir sonu vardır, yaşam ölümle birlikte son bulmaktadır. Tekrar dirilişi inkar eden insanlara karşı Allah'ın dünyadayken verdiği örneklerden bir kısmı Kuran'da şu şekilde geçmektedir:

Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: "Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?" De ki: "Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir. Ki O, size yeşil ağaçtan bir ateş kılandır; siz de ondan yakıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmaya kadir değil mi? Elbette (öyledir); O, yaratandır, bilendir. Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. Her şeyin melekutu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne yücedir. Siz O'na döndürüleceksiniz. (Yasin Suresi, 78-79)

O'nun ayetlerinden biri de, senin gerçekten yeryüzünü huşu içinde (solmuş, boynu bükülmüş ve kupkuru) görmendir. Ama Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, deprenir ve kabarır. Şüphesiz onu dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir. Çünkü O, her şeye güç yetirendir. (Fussilet Suresi, 39)

İnsanın yaratılışı, yeniden diriliş için başlı başına önemli bir delildir. İnsan tek bir spermden, tam anlamıyla kusursuz bir canlı olarak meydana gelmiştir. Tek bir hücrenin zaman içinde, insanın herhangi bir müdahalesi olmadan düşünebilen, görebilen ve akledebilen bir varlık haline gelmesi onun üstün kudret sahibi bir Yaratıcı tarafından yoktan var edildiğini gösterir. İnsanı yoktan var eden Allah, elbette onu yeniden diriltmeye de muktedirdir. Bu yaratılmayı gözardı eden insanlar, kendi varoluşlarını hiç dikkate almadan, cahilce ve akılsızca bir cesaret göstererek diriliş gerçeğine karşı gözlerini kapatabilmektedirler. Ahirette ise yalanladıkları bu gerçeği karşılarında apaçık bir şekilde göreceklerdir. Kıyamet gününün ardından insanlar, kendilerine daha önce kıyamet vaktinin geldiğini haber vermiş olan Sur'un sesini bir kez daha duyacaklardır. Artık bu an, insanların kabirlerinden dışarı çıkarak, yeniden diriltildikleri andır. İnsanların tümü, sonsuzluğu karşılamak için ayağa kalkmış, beklemektedirler:
Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. (Zümer Suresi, 68)


Din Günü'nün Özellikleri

Allah katında yerin, göğün ve insanın yaratılışı ne derece kolay ise, kıyamet gününün gerçekleşmesi de bunlar kadar kolay olacaktır. O'nun dilediği herşey "Ol" demesiyle gerçekleşir. Kuran'da hesap ve ceza gününün gerçekleşmesi, "şüphesiz" ve "mutlaka" kelimeleriyle pekiştirilir. Kesinlik bildiren bu sözler, inananların ahirete olan korkularını ve dünyadaki çabalarını arttırırken, inkar edenlerin kıyamet hakkındaki şüphe ve inkarlarına da en açık cevabı vermektedir.
Geçmiş devirlerde olduğu gibi, günümüzde de dini reddeden ya da hak dinden ayrılarak geleneklerle bütünleşmiş batıl bir din yaşayan insanlar toplumun büyük bir kesimini oluşturmaktadır. Oysa normal bir muhakemeye sahip, düşünebilen bir insan için ahiret gününe ihtimal vermemenin herhangi mantıksal bir dayanağı yoktur. Buna rağmen, insanların bir kısmının bu gerçeği gözardı etmelerinin sebebi, Allah'ı gereği gibi tanıyıp takdir edememeleri, gerçek rehber olan Kuran'dan sapmaları ve dolayısıyla da hüküm gününde verecekleri hesabı düşünmemeleridir. Allah korkusu ile hareket eden müminler hızla yaklaşan bu sonun açıkça farkındalarken, nefsini rehber edinen insanlar bu büyük gerçeği görmezden gelmektedirler. Nitekim Allah Kuran'da insanlara bu gerçeği şu şekilde haber vermektedir:

De ki: "Allah sizi diriltiyor, sonra sizi öldürüyor, sonra da kendisinde hiçbir kuşku olmayan kıyamet günü O sizi bir araya getirip toplayacaktır. Ancak insanların çoğu bilmezler." (Casiye Suresi, 26)

Dünya hayatı boyunca pek çok kez dine davet edildiği halde doğruları görmezlikten gelenler, kendilerini bekleyen dehşetli sonu ancak din gününde tam olarak idrak edebilirler. Dünya hayatı boyunca reddettikleri herşeyi karşılarında bulan insanlar ne denli boş bir oyalanış içinde olduklarını o gün tüm açıklığıyla göreceklerdir:

Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir. (Kaf Suresi, 22)

İnsanların bu büyük günü kavrayamamalarının sebebi, nefislerinin yönlendirmesine ve kendi fikirlerine çok fazla güvenip, kendi çıkar ve isteklerine bağlı olmaları ve bu "gaflet" perdesini kaldırabilecek gerçeklere, vicdanlarını körelterek sırt çevirmeleridir. Nitekim Kuran'da Allah, dünyaya yönelen, heva hevesine uyan, vicdanını dinlemeyen insanların anlayışlarının olmadığını, Kuran'da geçen ifadeyle kalplerinin katılaşacağını, bundan dolayı doğruyu görüp ayırt edemeyeceklerini bildirmiştir.
Bir insan, kıyamete ve o gün yaşanacak olan olaylara tek bir an dahi inanmış, bu ihtimalin "olabilirliğini" yalnızca bir saniye için düşünmüş olsa, yaşayacağı korkunun tarifini yapmak oldukça zor olacaktır. Bunu daha en baştan reddetmek, hatta aklına bile getirmemek, ahiretin varlığına ihtimal vermemek, insanların büyük bir bölümünün aldanmasına neden olmaktadır. Kendilerini saran bu aldanış ile bir "yokoluşu" kabullenmişlerdir. Yok olma ihtimalinin mantıksızlığını da hiç düşünmediklerinden, kıyamet gününe ve ahirete inanmaktansa bu fikri kabullenmek kendilerine daha kolay gelmiştir. Şeytanın yöntemi işte budur. İnsanları türlü yöntemlerle düşünmekten alıkoyar ve asla erişemeyecekleri büyüklük isteği ve mallarını arttırma tutkusu ile onları oyalar. İnsanların ahirete karşı gaflet içinde olmalarının en temel sebebi budur. Ahirette karşılaştıkları gerçekler de kendilerine pişmanlık ve tüyler ürpertici bir korku getirecektir. İnsanlara daha önce haber verilen gerçek tüm açıklığı ile ortadadır. Artık hesap gününden kaçış yoktur. Bu, inkarcılar için gerçekten de acı verici bir yaşamın başladığını haber verir:

Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kafirler derler ki: "Bu, zorlu bir gün. (Kamer Suresi, 8)


Ölülerin Mezardan Çıkmaları

Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar." (Zümer Suresi, 68)

Ayette bildirildiği gibi, Kıyamet gününün tüm yıkımının ardından, Sur sesi ikinci kez duyulur. Bu ikinci ses ile kabirlerde olanlar deşilip, dışa atılır. O gün Rabbinin emrine karşı direnebilecek ya da bu emri yavaşlatabilecek hiçbir insan yoktur. O gün toprağın altında olan insan, dünya hayatı boyunca sık sık duyduğu, fakat inkar ettiği dirilişi karşısında bulur ve topraktan canlı olarak çıkar. Kuran'da bu anı anlatan ayetlerden bir tanesi şu şekildedir:

Göğün ve yerin O'nun emriyle durması da, O'nun ayetlerindendir. Sonra sizi yerden (toprağın altından) bir (kere) çağırma ile çağırdığı zaman, hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız. (Rum Suresi, 25)

Sur'a ikinci kez üflenmesiyle birlikte, dünyanın başlangıcından beri yaşamış olan tüm insanlar dirilmiş olacaktır. Sur'a ilk üflendiğinde inkarcılarda görülen şaşkınlık, yerini korku ve pişmanlığa bırakmıştır çünkü artık kimse sonsuza dek yaşayacakmış gibi planlar yaptığı dünyada değildir. Sonsuza dek yokolup gideceği karanlık bir boşlukta da değildir. Artık yeniden diriltilmiş bir şekilde Allah'ın huzuruna çıkıp hesap vermeyi beklemektedir:

Derler ki: "Biz çukurda iken, gerçekten biz mi yeniden (diriltilip) döndürüleceğiz? Biz çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuz zaman mı?" Derler ki: "Şu durumda, zararına bir dönüştür bu." Oysa bu, yalnızca tek bir haykırıştır. Bir de bakarsın ki, onlar, yerin üstündedirler." (Naz'iat Suresi, 11-14)

İnsanların çoğu dünyanın ebedi olarak var olacağını düşünerek hareket ederler. Yaşamları boyunca içine düştükleri en büyük yanılgılardan biri budur. Bu yanılgının başlıca sebeplerinden biri de, Allah'ın yeryüzünde var ettiği olağanüstü sistemin kendi başına işleyebileceğini sanmaları ve günün birinde sona ereceğine ihtimal vermemeleridir. Oysa artık bulundukları ortam, kendilerine vaat edilen gerçekleri kesin bir biçimde ortaya koymaktadır. Inkar edenlerin sandığı gibi ölüm herşeyi bitirmemiş, tam tersine sonsuz hayatın başlangıcı olmuştur. Dünya hayatları boyunca Allah'ın kendilerini çağırdığı hak dini yalanlayan ve ölümün bir son, bir yokoluş olduğunu savunan inkarcılar, hiç beklemedikleri bir anda topraktan kendilerini çağıran bu sesle büyük bir dehşete kapılırlar. Henüz amel defterleri kendilerine verilmediği ve başlarına gelecekleri tam olarak yaşamadıkları halde inkarcılar "eyvah" diyerek bulundukları yerden kalkarlar, bu karşılaştıkları gün dünya hayatı boyunca aslında bilgisine sahip oldukları bir gündür. Kuran'da Yasin Suresi 52. ayetinde bu insanların yaşadıkları korku anı şu şekilde anlatılır:

Demişlerdir ki : "Eyvahlar bize, uykuya bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip kaldırdı? Bu Rahman olan (Allah)'ın vaadettiğidir, (demek ki) gönderilen elçiler de doğru söylemiş." (Yasin Suresi, 52)

Artık kendilerini diriltenin Allah olduğunu, dünya hayatı boyunca kendilerine yapılan uyarıların gerçek olduğunu idrak etmişler, ama geç kalmışlardır. Dünyaya geri dönüp işledikleri hataları telafi etmek, elçilere uymak, dini yaşamak gibi bir imkanları yoktur. Çaresizce başlarına gelecekleri beklemeye başlayacaklardır.


Bir Çağırıcıya Doğru Yönelirler

O gün, kendisinden sapma imkanı olamayan çağırıcıya uyacaklar. Rahman (olan Allah)'a karşı sesler kısılmıştır; artık bir hırıltıdan başka bir şey işitemezsin. (Taha Suresi, 108)

İnsanlar toprağın altından çıktıklarında kendilerini çağıran sese doğru gitmeye başlarlar. Bu gidiş çağrıldıkları yere ulaşana dek sürer. Bu çağrı daha önce benzerlerine rastlanmış bir çağrı değildir. Müminlerin güven ve huzurlu gelişlerinin aksine, inkarcılar toplanma yerine alacakları karşılığı hissetmişçesine, o günün "zorlu bir gün" olduğunu ikrar ederek gelirler. (Kamer Suresi, 8) Artık toplanma zamanıdır. Bunu geri çevirebilmek için yapabilecekleri hiçbir şey yoktur. Binlerce senedir yaşamış olan insanların tümü biraraya toplanacaktır. Bu büyük kalabalık Allah'a boyun eğmiş olarak şaşkınlık içinde hızla hareket etmekte, hesaba çekilmeyi ve kendilerine gelecek azapları beklemektedirler. Ne kaçış, ne geri dönüş mümkün değildir:

Kabirlerinden koşarcasına çıkarılacakları gün, sanki onlar dikili birşeye yönelmiş gibidirler. Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük' yüzlerini de bir zillet kaplamış; işte bu, kendilerine vadedilmekte olan (kıyamet ve azab) günüdür. (Mearic Suresi, 43-44)

Dünyada iken kendilerine gelen uyarılara sırt çeviren, ne kendilerinin ne de atalarının tekrar dirileceğine inanmayan bu insanlara Kuran'da Allah'ın verdiği cevap şu şekilde olmuştur:

Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz. Veya önceki atalarımız da mı? De ki: "Evet, üstelik boyun bükmüş kimseler olarak (diriltileceksiniz). (Saffat Suresi,16-18)

Dünyada Allah'ın sınırlarını tanımayan, O'na itaat etmeyen ve büyüklenen inkarcılar, ayette geçen ifadeye mutabık olarak artık çok itaatli ve boyun eğicidirler. Ne olup bittiğini sorgulamadan, kayıtsız şartsız şekilde çağrıcıya icabet ederler. Kendi iradeleri ile hareket etmeleri mümkün değildir. Allah'a teslim olmuş, isteseler de istemeseler de O'nun vereceği hükme boyun bükmüşlerdir. Çünkü artık nefisleri için yaşadıkları, içindeyken ahireti hiç düşünmedikleri dünya hayatı son bulmuştur. Allah'ın karşısında ne kadar aciz olduklarını ve Allah'ın azabının şiddetini ve gerçekliğini açıkça anlamışlardır. O gün, "o çağırıcının 'ne tanınmış, ne görülmüş' bir şeye çağıracağı gün"dür. (Kamer Suresi, 6)


Kabirden Çıkış Adeta Çekirgelerin Yayılması Gibidir

Kuran'da verilen her örnek, anlatılmak istenen durumu en özlü ve en güzel şekilde tasvir eder. Bu sebeple, Kuran'da ayetlerin her birinin "doruğunda olgunlaşmış hikmet" (Kamer Suresi, 5) olduğu bildirilir. Kuran'da yapılan her tarif işte bu nedenle kıyamet günü meydana gelecek ortamı ve insanların durumlarını gözümüzde canlandırmamıza imkan sağlamaktadır.
Örneğin Kamer Suresi'nde din günü topraktan çıkan insanlar, çekirge sürülerine benzetilmektedir:

Gözleri 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak', sanki 'yayılan' çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. (Kamer Suresi, 7)

Elbette Allah'ın yaptığı bu benzetme diğer ayetlerde de olduğu gibi o anın gözlerde canlandırılabilmesi için en güzel benzetmelerden biridir. Zira çekirgelerin yayılışları, dünyadaki tüm hayvanlarınkinden daha farklıdır. Göçmen çekirgeler oldukça fazla çekirgeyi barındıran sürüler halinde hareket ederler. Bazı çekirge sürülerinin eni 1.5 km., boyu 80 km., yüksekliği ise 25 m.'dir. Ve bu sürülerin yaklaşık olarak 40 milyar çekirge içerdiği sanılmaktadır. Hava akımı hızlı olduğunda çekirge sürüleri 200-500 m. yükseklikte uçma eğilimi gösterir ve çekirgeler uçarken birbirlerine oldukça yakındırlar. Milyarlarca çekirge bir araya gelerek km.'lerce uzunlukta ve genişlikte, kapkara bir yağmur bulutu görüntüsü oluştururlar. Ayetlerden anladığımız kadarıyla insanların topraktan çıkışı da bu şekilde olacaktır. Sur'un sesini duyan milyarlarca insan aynı çekirgeler gibi, bir anda toprağın üstünde belirecek, hep birlikte çağırıcının sesine doğru koşmaya başlayacaklardır. İnsanların kendilerini çağıran sesi duyar duymaz topraktan çıkacakları Rum Suresi'nde şu şekilde anlatılır:

"Göğün ve yerin O'nun emriyle durması da, O'nun ayetlerindendir. Sonra sizi yerden bir (kere) çağırma ile çağırdığı zaman, hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız." (Rum Suresi, 25)


Başları Havada, Tek Bir Yere Doğru Koşarlar

O gün inkarcılar başları havada, gözleri tek bir noktaya çevrilmiş, hipnoz olmuş gibi koşarlar. Sadece Allah'ın istediği şekilde hareket edip, çağrının yapıldığı yöne doğru yönelmişlerdir. Dünyada inkar içinde olanlar dehşet ve şaşkınlık içinde koşarlarken, ne kendilerine ne de başkalarına bakabilirler. Din günü ne mallar, ne oğullar, ne dünyaya yönelik hırslar bir değer taşımaz. Tek geçerli olan şey, Allah'ın sonsuz kudretidir. Allah, inkar edenlerin o anki durumlarını şöyle tarif eder:

(Ey Muhammed,) Allah'ı sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma, onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir. Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez. Kalbleri (sanki) bomboştur. (İbrahim Suresi, 42-43)

Şimdi inkar edenlere ne oluyor ki, boyunlarını sana uzatıp koşuyorlar. Sağ yandan ve sol yandan bölükler halinde. Onlardan her biri, nimetlerle donatılmış cennete gireceğini mi umuyor (tamah ediyor)? (Mearic Suresi, 36-38)

İnkarcılar kendilerini kurtarabilmek için bir girişimde bulunamazlar, bu akıllarına dahi gelmez. Kalpleri bomboştur, kendi sonlarının farkındadırlar. İnsanların hesap vermek üzere kabirlerinden fırlayarak koşmaları, Allah'ın huzurunda bir düzen içinde toplanmalarıyla son bulur. Allah Kuran'da inkarcılara bu buluşma vaktiyle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

Onlar senin Rabbine, sıra sıra sunulmuşlardır. Andolsun, siz ilk defa yarattığımız gibi bize gelmiş oldunuz. Hayır, siz bizim size bir kavuşma zamanı tespit etmediğimizi sanmıştınız değil mi? (Kehf Suresi, 48)

Bu insanların oldukça büyük bir çoğunluğu, böyle bir buluşma vaktinin geleceğine asla inanmıyorlardı. Oysa kendilerini her yandan kuşatan o büyük gün gerçekleşmiştir. Artık çaresizdirler.


İnsanların Hesap için Toplanmaları

Bu an, kafirlerin bütün ömürleri boyunca kaçtıkları, bilmezden geldikleri, müminlerin ise hazırlanıp bekledikleri hesap anıdır. Herşey Allah'ın güç ve şanına uygun olarak yaratılmıştır. Hesabın gerçekleştirilmesi için ruh ve melekler saflar halinde dizilirler. O gün, insanlar arasında adaletle hükmedilecek ve konuşacak kişi sadece doğruyu söyleyebilecektir:

Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman'ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar konuşmazlar. (Konuşacak olan da,) Doğruyu söyleyecektir. (Nebe Suresi, 38)

O gün toprağın altından çıkan tüm insanlar dalga dalga Allah'ın huzuruna gelirler. (Nebe Suresi, 17-18 )

Kuran'da müminlerin o anda yüzlerinin ışıl ışıl parladığı ve Rablerine sevinçle baktıkları bildirilmiştir. İnkar edenler ise utançlarından başlarını dahi kaldıramazlar. İnkar edenlerin o anki tavırları ayetlerde şu şekilde belirtilir:

(Artık bütün) Yüzler, diri, kaim olanın önünde eğik durmuştur ve zulüm yüklenen ise yok olup gitmiştir. (Taha Suresi, 111)

Şu anda dünyada yaklaşık olarak 6 milyar insan yaşamaktadır. Bu sayıya şimdiye dek yaşamış ve bundan sonra da yaşayacak insanların sayısını eklersek mahşer (diriliş) günü mezarlarından çıkıp toplanacak insan kalabalığı ve bunun oluşturacağı olağanüstü tablo hakkında bir fikir edinebiliriz. İnsanlar biraraya toplanacak ve birbirlerini, olayları, olup bitenleri açıklıkla görüp anlayabileceklerdir. Çünkü o gün, Kuran ayetinde belirtildiği gibi keskin bir görüş hakimdir: "Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." (Kaf Suresi, 22)
İnsanın dünya hayatı boyunca tanıyıp bildiği tüm insanlar oradadır. Tanınmış, tanınmamış, zengin, fakir her kişi, kısaca kıyamet gününe kadar yaşayıp ölmüş olan tüm insanlar, aralarında hiçbir ayırım sözkonusu olmadan Allah'ın huzurunda toplanırlar. Ama artık böyle bir günde, ne kazandıkları ünden ne de edindikleri itibardan eser yoktur. O gün pişmanlık yaşamayacak tek topluluk müminlerin oluşturduğu topluluktur. İman etmedikleri sürece, bir devre imzasını atmış, dünya tarihinde adından çok söz edilmiş bütün insanlar, Allah'ın huzurunda pişmanlık ve azabın şiddeti ile panik içinde olacaklardır. İnsanların dünyada üstün ve ünlü kabul ettikleri kişiler, devlet başkanları, şarkıcılar, sanatçılar, zenginler kısaca herkes aynı paniği yaşayacak, herhangi bir dünyevi üstünlük unsuru olmadan herkes aynı konumda olacaktır. Dünyada bir ayrıcalık olarak görülen para ve mevki, insanların biraraya toplandıkları bu günde hiçbir şey ifade etmeyecek, hayran olan da hayran olunan da aynı konumda olacaktır. Kuran'da insanların din günü Allah'ın huzurunda toplanacağını bildiren ayetlerden bazıları şu şekildedir:

O gün, onların tümünü bir arada toplayacağız," (Yunus Suresi, 28) "De ki: "Allah sizi diriltiyor, sonra sizi öldürüyor, sonra kendisinde hiçbir kuşku olmayan kıyamet günü O sizi bir araya getirip-toplayacaktır. Ancak insanların çoğu bilmezler." (Casiye Suresi, 26)

O gün dünyada sahip olunan makamın ve mülkün hiçbir önemi yoktur. Kimse kimsenin takdirinin peşinde koşacak, kimse kimseye gösteriş ve gurur yapacak halde değildir. Kimsenin kimseye karşı bir üstünlüğü kalmamıştır. Soylular, zenginler, efendiler, patronlar veya sıradan insanlar aynı hesap ile karşı karşıya kalacaklardır. Tek üstünlük Allah'a olan yakınlıktır. Tüm insanlar Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılan işler dışında hiçbir işin önemi olmadığını, sahip oldukları herşeyin tek sahibinin Allah olduğunu kesin olarak anlamıştır. Ancak gerçeklerle karşılaşan inkarcıların artık geriye dönüp, yaptıklarını telafi etme imkanı yoktur. Kuran'da bu olay şu şekilde anlatılmaktadır:

Böylece Sur'a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar yoktur ve soruşturmazlar da. (Mü'minun Suresi, 101)


Hesap Anı

Kuran'da, insan yaşamının gerçek anlamı şöyle açıklanmaktadır:

Ey insan, gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın; sonunda O'na varacaksın. (İnşikak Suresi, 6)

İnsanların hayatları için bir dönüm noktası olacağına inandıkları belirli olaylar vardır. İyi bir üniversiteye girmek, diploma almak, evlenmek, çocuk sahibi olmak gibi... Bu ve buna benzer planları olan insanlar, amaçlarına ulaşacakları ana kadar gün sayıp, pek çok hazırlığı o anı hedefleyerek yaparlar. Yaşamlarında sadece bu hedef vardır ve yalnızca bu amaç doğrultusunda yaşadıklarını da söylemekten çekinmezler. Oysa insan Allah'a kulluk etmek için yaratılmıştır. Her ne kadar inkarcı insan bunu kabul etmese de yaratılmasının yegane amacı budur. Aslında bunu bilir de. Ama kitabın başında da anlattığımız gibi, hiç bitmeyecek zannettiği dünya hayatında bu gerçeği unutmaya çalışarak yaşar. Kısaca bunu tamamen görmezden gelir. Hayatı boyunca ne yaparsa yapsın harcadığı bütün çabaların sonucunda ulaşacağı son nokta Allah'ın huzuruna çıkacağı andır. Bu an, O'na hesap vereceği mahşer günüdür.
Dünyadaki yaşamımızda geçen her gün bizi o mahşer gününe biraz daha yakınlaştırır. Geçen her saat, her dakika, hatta her saniye ölüme, yeniden dirilişe ve hesaba doğru atılmış yeni bir adımdır. Bu ilerleyişi durdurmanın ya da geri çevirmenin yolu yoktur. Tüm insanlar bu yolu izleyeceklerdir. Allah Kitabı'nda şöyle der:

Şüphesiz onların dönüşleri bizedir. Sonra onları hesaba çekmek de bize aittir. (Ğaşiye Suresi, 25-26)

O an geldiğinde artık herşey sonuca ulaşır. Bu safhadan sonra geri dönüş veya telafi imkanı da yoktur. Allah'ı dünyada inkar edecek kadar zalim olan bu insanlar, daha önce hiç beklemedikleri, benzeri görülmemiş bir azapla karşılık göreceklerdir. Çünkü Hak Kitabı tebliğ eden elçiler tarafından uyarılmışlar ve nasıl yaşamaları gerektiğine dair her konudan haberdar edilmişlerdir. Kendilerine, dünyada anlatılanları düşünüp, muhakeme edebilecekleri kadar bir süre de verilmiştir. Allah Kuran'da "Size dünyada öğüt alanın öğüt alabileceği kadar bir süre verilmedi mi?" (Fatır Suresi, 37) ayetiyle bu gerçeği bildirmiştir.
Artık verilen süre dolmuş, hesap anı gelmiştir. İnsanın dünya hayatı boyunca işte, evde, okulda, eğlencede, her nerede olursa olsun tüm yaptıklarına Allah şahittir. İnsana "şah damarından" daha yakın olan Allah (Kaf Suresi, 16), herkesin her anını bilir. Herkes dünya yaşamında kim tarafından yaratıldığını, yaratılma amacını, yapması gerekenleri ve Rabbine döndürüleceğini öğrenmiştir. Bu gerçeği bildikleri halde kendilerini aldatmayı tercih etmişlerdir. Bu yapılan kuşkusuz büyük bir suçtur, büyük bir cesarettir ve de bu şeytani cesaret, elbetteki karşılıksız kalmayacaktır. O zorlu günde herkese yaptıkları ve yapmayıp erteledikleri tek tek haber verilecektir:

Allah, hepsini dirilteceği gün, onlara neler yaptıklarını haber verecektir. Allah, onları saymıştır; onlar ise onu unutmuşlardır. Allah, her şeye şahid olandır. (Mücadele Suresi, 6)

O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük fırlayıp-çıkarlar. Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür. (Zelzele Suresi, 6-8)

Allah, "...Siz, hayır adına ne yaparsanız, Allah, onu bilir. Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır..." (Bakara Suresi, 197) diyerek insanları hesap anı için hazırlık yapmaya çağırmıştır. Vicdanını kullanan, Rabbinin çağrısına icabet edenler için o gün hiçbir korku ve hüzün yoktur. İnkar edenler ise telafisi olmayan bir pişmanlık yaşarlar. Kuran'da bu durumları şu şekilde anlatılır:

O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda? Der ki: "Keşke hayatım için önceden takdim edebilseydim. Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. (Fecr Suresi, 23-25)


Kimse Haksızlığa Uğratılmaz

Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı, (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Zümer Suresi, 69)

İşlenen her amelin sorgulanacağı bu günün ihtişamı, Allah'ın büyüklüğüne, sonsuz adaletine, Cebbar (dilediğini zorla da olsa gerçekleştiren), Kahhar (kahreden) ve Muntakim (intikam alan) sıfatlarına yakışır şekilde olacaktır. Dünyada olduğu gibi ahirette de amellerin sorgulanıp sonuçlandırılması Allah'ın adaleti ile eksiksiz olarak görülecektir. O gün kurulacak olan "duyarlı teraziler" insanların iyilikleri ile kötülüklerini tartacak, herkes hak ettiği karşılığı bulacaktır. Kuran'da din gününde kurulacak olan bu hassas terazilerin bilgisi şu şekilde verilmektedir:

Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak biz yeteriz. (Enbiya Suresi, 47)

Dünya hayatı boyunca yapılan her amel en küçük ayrıntılar bile eksik kalmaksızın bu tartılara konulur. Bu tartının ibresi sonsuz azaba veya sonsuz kurtuluş ve mutluluğa götürecek kararı belirler. Yaptıkları iyilikler ağır gelen insanlar cennete gidecektir, hafif kalanlar ise olağanüstü bir azapla azaplandırılacakları cehenneme atılacaklardır:

"İşte, kimin tartıları ağır basarsa, Artık o, hoşnut olunan bir hayat içindedir. Kimin tartıları hafif kalırsa, Artık onun da anası (son durağı) "haviye"dir (uçurum). Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir? O, kızgın bir ateştir." (Kaaria Suresi, 6-11)


Hesap Yerine Şahit Meleklerle Gelinir

Hesap günü sorgulanma sırasında tüm insanların yanında bulunacak olan iki meleğin bilgisi Kuran'da şu şekilde verilmektedir:

(Artık) her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahit ile gelmiştir. (Kaf Suresi, 21)

Din günü her yer Allah'ın nuru ile aydınlanır. Bu büyük mahkemede tanıklık yapacak olan elçiler ve şahitler hazır bulundurulur. Dünyada Allah'a kulluk etmeleri gerektiğini insanlara hatırlatan ve öğütleyen peygamberler ve diğer şahitler, hesap günü sorguya çekilecek insanların yanındadırlar. Bu şahitler hak ile hükmedecekler ve hesap günü aslında Allah'a kulluk etmesi gerektiğini bildiği halde, bilmediğini iddia edebilecek hiç kimse olmayacaktır.
O gün kulun, Rabbinin huzurunda yaptıklarını inkar etmeye imkanı yoktur. İşlediği bütün hayırlar ve şerler ortaya çıkarılmıştır. Gerçekleri inkar etse bile şahitler adil olacak ve onu yalanlayacaklardır. Rabbin huzurundaki bu büyük düzen içerisinde her ümmet, kendi elçileri ve kitabıyla gelecektir. Hz. Adem'den bu yana yaşamış tüm toplumların bir arada olacağı bu ortamda, sorgulamadaki düzen ve hesaptaki titizlik, Allah'ın aklının büyüklüğünün ve adaletinin çarpıcı göstergeleridir:
O gün sen, her ümmeti dizüstü çökmüş (veya toplanmış) olarak görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır. "Bugün yapmakta olduklarınızla karşılık göreceksiniz. (Casiye Suresi, 28)


İşitme Görme Duyuları ve Derileri Şahitlik Eder

O gün suçlu günahkarların işledikleri kötülüklere şahit olanlar da orada hazırdır. Müminlerin, yazıcı meleklerin ve Allah'ın getirdiği şahitlerin yanısıra, inkarcıların aleyhine şahitlik edenlerin arasında hiç beklemedikleri şahitler de vardır. Bunlar, insanın kendisini yalnız sandığı sırada dahi, Rabbinin kendisini çepeçevre kuşattığına dair en çarpıcı delillerdir. İnkarcıların aleyhinde şahitlik yapacak olanların arasına, kendi işitme, görme duyuları ve derileri de eklenmiştir. Her biri Allah'ın izniyle konuşur ve eksiksiz olarak söylemesi gerekenleri, şahit olduklarını bildirirler. Bütün bir ömür boyunca kullandıkları, kendilerine ait sandıkları uzuvlarının bile insana ihanet etmesi o gün yaşanacak olan psikolojik yıkımı daha da arttırır. Kuran'da bu konunun anlatıldığı ayetler şu şekildedir:

Allah'ın düşmanlarının bir araya getirilip-toplanacakları gün işte onlar, ateşe bölükler halinde dağıtılırlar. Sonunda oraya geldikleri zaman, işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. Kendi derilerine dediler ki: "Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?" Dediler ki: "Herşeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülüyorsunuz." "Siz, işitme, görme (duyularınız) ve derileriniz aleyhinize şahitlik eder diye sakınmıyordunuz. Aksine, yaptıklarınızın birçoğunu Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz." "İşte bu sizin zannınız; Rabbiniz hakkında beslediğiniz-zannınız, sizi bir yıkıma uğrattı, böylelikle hüsrana uğrayan kimseler olarak sabahladınız." Şimdi eğer sabredebilirlerse, artık onlar için konaklama yeri ateştir. Ve eğer onlar hoşnut olma (dünya)ya dönmek isterlerse, artık hoşnut olacaklardan değildirler. (Fussilet Suresi, 19-24)

İnsan yaptığı iyi-kötü herşey için kendince makul bir açıklama tarzı geliştirebilir. Hatta buna kendisini bile inandırabilir. Bu açıklamaların her zaman mantıklı şeyler olması da şart değildir. O an için tek istenilen, açıklamalarla karşı tarafı -ya da kendisini- ikna etmektir. Başka bir anlatımla, inanmak istediği şeye inanır ve onu savunmak için mantıklar geliştirir. Yaptığı açıklamalar da bu mantığa dayanmaktadır. Belki de bu nedenle Allah'ın varlığını dahi inkar edebilmek için ortaya sürdüğü deliller kendince geçerli olmuştur. Ama bu açıklamaların ve tevillerin hiçbiri hesap gününde geçerli değildir.
O gün gururla ve güvenle savunduğu açıklamaların geçersizliğini görecek, aleyhine şahitlik eden kendi uzuvları karşısında gizleyecek birşeyi kalmadığını anlayacaktır. Kimsenin görmediğini zannettiği şeyler, gizli yapılan işler teker teker ortaya dökülecek, kendi bedeni bunları ikrar edecektir.


İnsanlar Yapayalnız Sorguya Çekilirler

Bu günün bir başka özelliği de, hem dünyada hem ahirette yandaşlarından yardım göreceğini umanların, bunun aksine hesaba "tek olarak" çekilmeleridir. Böylece inkarcılar, Allah'tan başkasından beklenti içinde olmanın ne derece beyhude olduğunu görecekler ve düştükleri yanılgının karşılığını da alacaklardır. Her insanın tek başına sorguya çekileceği gerçeği Kuran ayetlerinde şöyle haber verilmiştir:

Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir. (Meryem Suresi, 95)

Burada durup bir an için bu gerçeği daha ayrıntılı düşünmek gerekir. Yalnız kalmak insanların dünya yaşamlarında en fazla çekindikleri, özellikle zorluk anlarında kendilerini korkutan duygulardan biridir. Tek başına bırakılmak dünya şartlarında dahi insanlar için en büyük azaplardan birisidir. Oysa ahiret günü sözkonusu olan sadece yalnızlık değildir. O gün bir inkarcının kendisine güvenebileceği, yardım veya medet umacağı hiç kimse yanında yoktur. Yakınlık veya merhamet konusunda yegane güvendiği kişiler olan ailesi bile kendisini tanımaz. Üstelik herşey kendi aleyhine dönmüş, kendi bedeni, kendi yaptıkları aleyhine açıklamalar yapmaya başlamıştır. Kısacası bu yalnızlık, tarifini kolay kolay yapamayacağımız bir yalnızlıktır.
Kafirlerin bir başka yanılgısı da dünyada gizlice işledikleri günah ve kötülüklerin hesap gününde ortaya çıkmayacağını sanmalarıdır. Oysa Allah onların dünya hayatlarında yaptıkları gizli, saklı her harekete ve söze şahittir:

Siz o gün arzolunursunuz; sizden yana hiçbir gizli (şey) gizli kalmaz. (Hakka Suresi, 18)

Her bir nefse yaptığının tam karşılığı verildi. O, onların işlediklerini daha iyi bilenir. (Zümer Suresi, 70)

İnkarcıların tüm günahları ve pislikleri artık ortadadır. Hayatı boyunca ailesine, en yakın dostuna dahi yalan söyleyen, sahtekarlık yapan, kendi çıkarları için herşeyi göze alan, Allah'ın elçilerini yalanlayan, onların anlattığı herşeyi reddeden ve en sonunda bunların hiçbir zaman ortaya çıkmayacağını ve unutulacağını zanneden insanlar o gün yapayalnız sorgulanacaklardır. Tüm sırları ortaya çıkan bu insanların durumu Tarık Suresi'nde şu şekilde anlatılmaktadır:

Sırların orta yere çıkarılacağı gün; Artık onun ne gücü vardır, ne yardımcısı. (Tarık Suresi, 9-10)


O Gün Dostluk Akrabalık ve Yakınlık Yoktur

O gün insanın kendisinden başka birisiyle ilgilenmeye ne hali ne de imkanı vardır. İnsan dünyada iken değerli gördüğü ve güvendiği ailesini bile düşünmez. Yaşadığı olayların dehşetinden dolayı yalnızca kendi derdindedir. Dünya hayatında en çok övündüğü, soy ağaçlarını hazırladığı, şecerelerini çıkardığı ataları, akrabaları ve çocuklarıyla olan bağları artık kopmuştur:

Böylece Sur'a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar (veya soybağları) yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu veya birbirlerine durumlarını) soruşturmazlar da. (Müminun Suresi, 101)

Dünyada yakınlarının malını, mevkiini ve desteğini büyük güç sayıp, bunlara sığınanların güvendikleri kaleler yerle bir olmuştur. Üstünlüğü ve gücü atalarından gelen ünvanlarda ya da maddiyatta arayanlar, dinden uzak bir hayat yaşayarak bir kazanç sağladıklarını zanneden, hatta bunu bile bir üstünlük sayan insanlar, içine düştükleri hatayı anlamışlardır. O gün yalnızca imanın bir değeri vardır.
Dünya hayatında dostlukların oluşması ve devam etmesi için en önemli şart genellikle kişinin karşısındaki insandan elde edeceği menfaattir. Menfaat ise istikbalini güvence altına alabilmek, ileriye yönelik bir yatırım yapabilmek, para, itibar, çevre edinebilmek amacını taşımaktadır. Oysa hesap gününde kimsenin zevk, heves ve şehvet peşinde koşacak hali kalmadığı için, tüm eski dostluklar bir anda unutulur. Kuran'da bu gerçek şöyle bildiriliyor:

(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost, hiçbir yakın dostu sormaz. (Mearic Suresi, 10)

Din gününde yaşanan azaptan kurtulabilmek için inkarcı insan tüm sahip olduklarından vazgeçer. Uğruna herşeyi göze alarak elde ettiği zenginlikleri hiç önemsemez. Hatta sadece sahip oldukları değil, dünyadaki tüm zenginlikler onun olsa bile hepsini fidye olarak vermek ister. Sıkı sıkıya elinde tuttuğu tüm malı artık onun için hiçbir anlam ifade etmez. Allah yolunda harcama konusunda cimrilik ettiği mallarını gözünü bile kırpmadan feda edebilir. Ama artık çok geç kalmıştır. Ondan istenen; bir ayetin ifadesiyle "göz açıp kapaması kadar" kısa sürecek olan dünya hayatında, Allah'a kul olması, O'na itaat etmesiyken, o bu zorlu günü gözardı etmiş, öldükten sonra bile dünyada kalan eserleriyle isminin anılacağını, itibarının devam edeceğini umut etmiştir. Kuran'da içinde bulundukları bu çıkmaz durum şu şekilde ifade edilmiştir:

Eğer yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha zalimlerin olmuş olsaydı, kıyamet günü o kötü azabtan (kurtulmak amacıyla) gerçekten bunları fidye olarak verirlerdi. Oysa, onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah'tan kendileri için açığa çıkmıştır. (Zümer Suresi, 47)

(İbrahim) Dedi ki: "Siz gerçekten, Allah'ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi-bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkar edip-tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiçbir yardımcınız yoktur. (Ankebut Suresi, 25)

Dünyadayken pek çok sahtekarlığa şahit olduğu halde, inkarcıların hiçbiri dostluklarının sahte olduğu gerçeğini kabullenmek istemez. Birçok insan için yaşadıkları dostluklar ve sevgiler "diğerlerinden farklıdır". Oysa hep aynı hataya düşmüşler, vefayı dünyada dahi hemen hemen hiçbir zaman yaşamamışlardır. Üstelik o gün görülecek olan azaba karşı yapılan teklif, inkar edenlerin dostluğa bakış açılarını da ortaya koyacaktır. O gün, dünyadayken derin bir bağla bağlı olduğu ailesi ve dostları kurtuluş fidyesi konumundadır. Kuran'da bu gerçek en çarpıcı ifadelerle bize aktarılmıştır:

(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; Kendi eşini ve kardeşini, Ve onu barındıran aşiretini de; Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir. (Mearic Suresi, 10-15)

Mahşer günü inkarcıların yaptığı bu fidye teklifi onların gerçek karakterlerinin ortaya çıkması açısından oldukça önemlidir. Artık dünyadaki en yakın ilişkilerin dahi ortadan kalktığı, kişilerin çıkarlarıyla çatışmaya başladığı anda tüm değerini yitirdiği bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Oysa bu beyhude bir çabadır. Allah bu malları dünyada insanları denemek için vermiş ve onlara belli bir zaman tespit etmiştir. Bu sürenin tamamlanmasının ardından bunları fidye olarak vermek istemeleri, inkarcıların kavrayış bozukluklarını bir kez daha ortaya koyacaktır.



Amel Defterlerinin Verilmesi

İnsanın dünya hayatı boyunca yaptığı herşey, kendisinin göremediği ancak Kuran'ın ifadesiyle sağ ve sol tarafında bulunan melekler tarafından kaydedilir. Hesap anı için hazırlanan defterler din gününde insanlara sunulur. Kişi yaptıklarının hiçbirini reddedemez, çünkü yaşadığı her an, amel defterine kaydedilmiştir. Herkes kendi defterinden, ahiret için neler hazırladığını öğrenir. Kimsenin zerre kadar haksızlığa uğratılmadığı ve bir hardal tanesi kadar amelin dahi hesaba katıldığı bu anda, müminlerle kafirlerin tavırları çok farklıdır. Müminler, büyük sevinç içinde defterlerini alıp, okumaları için yanında bulunanlara uzatırlar:

Siz o gün arzolunursunuz; sizden yana hiçbir gizli (şey), gizli kalmaz. Artık kitabı sağ-eline verilen kişi, der ki: "Alın, kitabımı okuyun. Çünkü ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış (anlamış)tım. Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir. Yüksek bir cennette. Devşirilecek (meyve ve eşsiz ürün)leri pek yakındır. Geride kalan günlerde, 'peşin olarak sunduklarınıza karşılık olmak üzere,' afiyetle yiyin ve için. (Hakka Suresi, 18-24)

Müminlerin bu sevinç ve çoşkularına karşın kafirler kahredici bir utanç ve korku içindedirler. Kafirlerin defterleri sol ellerine verilir. En küçüğünden en büyüğüne kadar hiçbir işin eksik bırakılmadan meleklerce yazıldığı bu defter, müminlerin amellerinin aksine, Allah'ın beğenmediği işlerle doludur. Bu gerçek karşısında inkar edenlerin korku ve şaşkınlıkları ayette şöyle belirtilmiştir:

(Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkarların, onda olanlardan dolayı dehşetle-korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: "Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp herşeyi sayıp-döküyor?" Yapıp-ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf Suresi, 49)

Allah'tan korkmamanın, O'na eşler koşmanın, O'na ibadet ediyor görünüp O'ndan başkalarını da hoşnut etmeye çalışmanın yanısıra, yalan, zina, kumar ve daha pek çok günah bu defterdedir. Inkarcılar Allah'ı hakkıyla takdir edemedikleri için riyakar bir ahlakla hem dünyada istedikleri gibi yaşayacaklarını, bir kısım ibadetleri yapmış olmayı bir affedilme unsuru olarak öne sürebileceklerini zannederler. İşte böyle Allah'a ibadet etmeyen veya ibadet eder görünen kimseleri hesap gününde ummadıkları bir karşılık beklemektedir. Çünkü amel defterlerinde niyetleri dahi eksik bırakılmamıştır. Kuran'da hak ettiği karşılığı alan inkarcıların çaresizlik dolu pişmanlığı, şöyle bildirilir:

Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: "Bana keşke kitabım verilmeseydi. Hesabımı hiç bilmeseydim. Keşke o (ölüm herşeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup gitti. (Hakka Suresi, 25-29)

Allah'a ve ahirete kesin bilgi ile inanan, hayatı boyunca hesap anı için hazırlık yapan müminler ile ahireti unutan, Allah'tan ve müminlerden yüz çeviren inkarcılar arasındaki fark yine bir başka ayette şu şekilde anlatılır:
Kimin de kitabı ardından verilirse, O da, helak (yok olmay)ı çağıracak, Çılgın alevli ateşe girecek. Çünkü o, (dünyada) kendi yakınları arasında sevinçliydi. Doğrusu o, (Rabbine) bir daha dönmeyeceğini sanmıştı. Hayır; gerçekten Rabbi, kendisini çok iyi görendi. (İnşikak Suresi, 10-15)


O Gün İnsanlar Sınıflara Ayrılırlar

Allah'tan gereği gibi korkup sakınmış ve dünyada O'nun rızasına uygun bir biçimde yaşamış olanların beklediği an gelmiştir. İnananlar Rablerinin kendilerine vaat ettiğine kavuşmanın çoşkusunu yaşarlar. Kafirlerin üzerinde ise hayatları boyunca yaşamadıkları kadar büyük, tarifsiz bir korku vardır. İman edenlerin dışında bu dehşeti yaşamayacak olan yoktur. Müminlerle kafirlerin arası ayrılır. Kuran'da bu günün bir ayırma günü olduğu bildirilmiştir:

Bu, sizin yalanladığınız (mü'mini kafirden, haklıyı haksızdan) ayırma günüdür. (Saffat Suresi, 21)

Kuran'da o gün insanların sınıflara ayrılacağı bildirilir. Ashab-ı Meymene" şeklinde isimlendirilen müminler bir gruptur. "Ashab-ı Meş'heme" ise kafirlerin oluşturduğu, müminlerden ayrılan grubu temsil eder. Bunların yanı sıra müminlerin arasında da Allah'a yakınlık ve Allah yolunda verilen mücadelede en öne geçmiş olanlar vardır ki, Kuran'da bu insanlar "yarışıp öne" geçenler olarak isimlendirilir:

O gün yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine bakıp-durur. O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir. Kendisine, beli büken işlerin yapılacağını anlamaktadır. (Kıyamet Suresi, 22-25)

İşte o Ashab-ı Meymene, ne (kutludur o) Ashab-ı Meymene. Ashab-ı Meş'eme ne (mutsuz ve uğursuzdur o) Ashab-ı Meş'eme. Yarışıp öne geçenler de, öne geçmiş öncülerdir. İşte onlar, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır. (Vakıa Suresi, 8-11)


Cehennemin Gösterilişi

O gün herkes dünyada yaptıklarının hesabını verir. Cehenneme gireceğini anlayanlar, kısacık bir ömrü sonsuz bir hayata tercih etmenin verdiği iç acısını yaşarlar. Onlar kendilerine azabın dokunmayacağını, kıyamet gününün gerçekleşmeyeceğini ve Allah'ın onları cezalandırmayacağını zannederek rahat bir hayat yaşarlarken, Allah onları sarıp kuşatmış ve hiç ummadıkları bir anda yakalamıştır. Artık herşey bitmiş ve herkesin gideceği yer belli olmuştur. Ancak insanlar birbirlerinden hemen ayrılmazlar. Müminler cennete sevk edilmeden önce onlara da kafirlerle birlikte cehennem gösterilir. O gün mümin ya da kafir tüm insanlar cehennemin çevresinde diz çökecektir. Herkes cehennemin korku salan uğultusuna ve içindeki tüyler ürpertici görüntülere şahit olacaktır. Ancak sonra müminler kurtarılır ve kafirler diz üstü çökmüş olarak bırakılır. Meryem Suresi'nde bu konu şu şekilde anlatılır:

İnsan demektedir ki: "Ben öldükten sonra mı, gerçekten diri olarak çıkarılacağım? İnsan önceden, hiçbir şey değilken, gerçekten bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu? Andolsun Rabbine, biz onları da, şeytanları da mutlaka haşredeceğiz, sonra onları cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş olarak hazır bulunduracağız. Sonra, her bir gruptan Rahman (olan Allah)a karşı azgınlık göstermek bakımından en şiddetli olanını ayıracağız. Sonra biz ona (cehenneme) girmeye kimlerin en çok uygun olduğunu daha iyi biliriz. Sizden ona girmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin kesin olarak üzerine aldığı bir karardır. Sonra, takva sahiplerini kurtarırız ve zulmedenleri diz üstü çökmüş olarak bırakıveririz". (Meryem Suresi, 66-72)

Elbette müminlere cehennemin gösterilmesinin birçok hikmeti vardır. Cehennemin durumunu yakından gören müminler, Allah'ın kendilerine verdiği imanın ne kadar büyük bir ayrıcalık ve güzellik olduğunu çok daha derinden kavrarlar. Çünkü şahit olunan cehennem o kadar dehşet vericidir ki, o azaptan kurtulmuş olmak insan için tarifsiz bir mutluluğa ve şükre vesile olacaktır. Müminler cehennemi görmekle kıyas yapma imkanına sahip olurlar. Böylece içinde insana verilecek en güzel nimetleri barındıran, ebedi kalacakları cennetin değerini daha iyi anlarlar. Çünkü nimetin değeri ancak kıyasla anlaşılır. Güzelliklerin yani cennet nimetlerinin değeri, Allah'ın zulmedenlere vereceği karşılık görüldüğünde daha iyi anlaşılır. İmtihan olmak için geldiğimiz dünyanın yaratılış hikmetlerinden biri de eğitimdir. İnsanlar burada doğruyu yanlışı, güzeli çirkini, iyiyi kötüyü tek tek görerek ve kıyas yaparak öğrenirler. Dünyada bu özelliğe sahip olmanın yolu ancak akıl, vicdan ve en önemlisi de Allah korkusundan geçer.
Kıyamet, yaratılmışların en hayırlıları olan müminler (Beyyine Suresi, 7) ile yaratılmışların en aşağılığı olan (Beyyine Suresi, 6) inkarcıların birbirinden sonsuza kadar ayrılmaları vaktidir. Ayırma günü Kuran'da şöyle belirtilmiştir:

Ve resuller de (şahitlik için) belli bir vakitte getirildiği zaman (Bu,) Hangi gün için ertelenmişti? (Mü'mini müşrikten, haklıyı haksızdan) Ayırma günü için. Bu ayırma gününü sana ne bildirdi? O gün, yalanlayanların vay haline. Biz, öncekileri helak etmedik mi? Sonra arkadan gelenleri onların izinde yürüteceğiz. İşte biz, suçlu-günahkarlara böyle yapıyoruz. O gün, yalanlayanların vay haline. (Mürselat Suresi, 11-19)

Bu ayırma günü ölümle başlar, dirilişle ve hesapla devam eder ve insanların ebedi yurtlarına yollanmasıyla son bulur. Kaf Suresi'nde kafirlerin ve müminlerin ebedi yurtlarına yaptıkları yolculuk şöyle anlatılır:

O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) "İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir" (denildiği zaman da). Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür. (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir. Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir. Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: "İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey." Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine, Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi, Ki o, Allah'la beraber başka bir ilah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın. Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: "Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi." (Allah buyurur:) "Benim huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim." "Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim." O gün cehenneme diyeceğiz: "Doldun mu?" O da: "Daha fazlası var mı?" diyecek. Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır. Bu, size vadolunandır; (gönülden Allah'a) yönelip-dönen (İslam'ın hükümlerini) koruyan, Görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalb ile gelen içindir. Ona 'esenlik ve barış (selam)la' girin. Bu, ebedilik günüdür. (Kaf Suresi, 19-34)



ÖLÜM İLE BAŞLAYAN ASIL HAYAT

Ortalama 60-70 sene kadar süren kısa bir ömrü, İslam'ın hükümlerini koruyarak geçiren müminler ile tutkularının peşi sıra koşarak, Allah'ı ve din gününü unutan kafirlerin alacağı karşılık çok farklıdır. Bu farklılık ilk olarak ölüm anında ortaya çıkar. Melekler müminlerin canlarını güzellikle alırken, kafirlerin canını zorluk içinde çıkarırlar. Melekler müminlere selam verip, onları cennetle müjdelerler. Ayetlerde bildirildiğine göre, ruhları bedenlerinden yumuşakça çekilip alınır. İnanan her kişi, kaçınılmaz olduğunu bildiği ve bu yüzden yaşamı süresince hazırlık yaptığı sonsuz hayatın giriş kapısı olan ölümle artık karşılaşmıştır.İnkarcılar ise hayatı boyunca kendisinden kaçıp durdukları, varlığını bildikleri halde gözardı etmeye çalıştıkları ölümle, şiddetli sarsıntılar içinde karşılaşırlar. Zebaniler ellerini onlara doğru uzatır, yüzlerine ve sırtlarına vurarak ruhlarını en derinden acıyla sökerler ve onları alçaltıcı, yakıcı bir azaba gönderirler:

Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkar edenlerin canlarını alırken görmelisin. (Enfal Suresi, 50)

Müminler hayatları boyunca bu gün için hazırlanmışlar ve Rablerine din gününde kendilerini küçük düşürmemesi için dua etmişlerdir. Al-i İmran Suresinin 194. ayetinde müminlerin bu duaları belirtilmektedir:

Rabbimiz, elçilerine va'dettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi 'hor ve aşağılık kılma. Şüphesiz Sen, va'dine muhalefet etmeyensin. (Al-i İmran Suresi, 194)

Din gününde yaşanacaklar, müminlerin Allah'a karşı korkularını arttırmaktadır. Ancak Allah, müminleri o zorlu günün şerrinden koruduğunu ayetinde bildirmektedir:

Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz. Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir. (İnsan Suresi, 10-11)

Ayette de görüldüğü gibi Allah'tan korkan ve ahiret günü için hazırlık yapan müminler, yaptıkları hazırlığın bir karşılığı olarak din günü yaşanacak zorluklara karşı korunacaklardır. Zorlu azap ise inkarcıları beklemektedir.


Din Gününde Müminlerin Fiziksel Durumları

O gün, mü'min erkekler ile mü'min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. "Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir." İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Hadid Suresi, 12)

Din gününün korkusuna karşılık büyük bir güven içinde olan müminlerin yüzleri, bekledikleri karşılığı almanın güveni ve sevinci ile nurludur; mutluluk içindedirler. (Abese Suresi, 39)
Kuran'da müminler ile kafirlerin yüzlerindeki ifadelerin arasındaki fark şu şekilde anlatılmaktadır:

Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 26-27)

İnkarcılar iman edenlere yalvarmaktadırlar. Dünya hayatında mücadele halinde oldukları müminlerin nurlarından istemektedirler. Bu nurun anlamı bir aydınlık, güven ve bir sevinçtir. Ancak ve ancak cenneti hak eden insanlar üzerinde var olan bu nurdan, inkarcılar ne kadar isteseler de faydalanamayacaklardır. Bu nurun kaynağı dünyada yapılan iyi işler olduğundan, arkalarında hiçbir salih davranışı, ameli olmayan inkarcının buna sahip olması imkansızdır. Bu yüzden müminler tarafından onlara "Dünyaya dönün de bir nur arayıp bulmaya çalışın" cevabı verilir. Konu ile ilgili olarak Kuran'da geçen ayet şu şekildedir:

O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman edenlere derler ki: " (Ne olur) Bize bir bakın, sizin nurunuzdan birazcık alıp-yararlanalım." Onlara: "Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp-bulmaya çalışın" denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış yanında o yönden azab vardır. (Hadid Suresi, 13)

Müminler, dünyada Allah rızası için gösterdikleri çabaların karşılığını almışlardır. Bu çabadan dolayı da hoşnutturlar. (Gaşiye Suresi, 9) Allah kendilerine tüm yaptıklarının en güzeliyle karşılık vermiştir. Zaten beklentileri ve umut ettikleri de budur. Bundan dolayı Allah'a şükrederler. "Bize olan va'dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz." (Zümer Suresi, 74) derler.


Müminlerin Alacağı Karşılık

İnkar edenlere dünya hayatı çekici kılındı (süslendi). Onlar, iman edenlerden kimileriyle alay ederler. Oysa korkup sakınanlar, kıyamet günü onların üstündedir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir. (Bakara Suresi, 212)

Ayetten de anlaşıldığı gibi, görmedikleri halde Rablerine karşı büyük bir saygı ve korku içinde olan müminler o gün Allah'ın koruması altında olacaklardır. Müminlerin din gününde güvenlik içinde olacaklarını müjdeleyen bir diğer ayet şu şekildedir:

... O gün Allah, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar-parıldar. Derler ki: "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz Sen, herşeye güç yetirensin. (Tahrim Suresi, 8)

İnkar edenler benzeri görülmemiş bir aşağılanma içindeyken, müminler din gününde hiçbir korku yaşamazlar. Allah'ın kendilerine vaat ettiğine kavuşmanın sevinç ve neşesi içindedirler. Sağ ellerinden defterlerini alıp, huzur içinde cennete sevk edilecekleri anı beklerler. Allah onlara dünyada ve ahirette hiçbir nimeti yasaklamamış, tam tersine sonsuz nimetlerle cevap vermiş, canlarını güzellikle almış ve din gününde de onları korumuştur. Allah'ın tüm nimetleri müminlere bahşettiği şöyle bildirilmiştir:

De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?" De ki: "Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır." Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Araf Suresi, 32)

Hesap anı bitip ateşi çılgınca kızıştırılmış olan cehennem kendilerine gösterildikten sonra müminler cennete sevk olunurlar:

Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: "Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin. (Zümer Suresi, 73)

Kuran'da müminlerin sonsuz ahiret hayatında alacakları mükafatlar ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Tur Suresi'nde ebedi yurdun nimetleri şöyle sayılmaktadır:

Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nimet içindedirler; Rablerinin verdikleriyle 'sevinçli ve mutludurlar'. Rableri, kendilerini 'çılgınca yanan cehennemin' azabından korumuştur. Yaptıklarınızdan dolayı afiyetle yiyin ve için." Özenle dizilmiş tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. Ve Biz onları iri-ceylan gözlü hurilerle evlendirmişiz. İman edenler ve soyları kendilerini imanda izleyenler; Biz onların soylarını da kendilerine katıp-ekledik. Onların amellerinden hiçbir şeyi eksiltmedik. Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir. Onlara, istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol verdik. Orada bir kadeh kapışır-çekişirler ki, onda ne 'boş ve saçma bir söz', ne günaha sokma yoktur. Kendileri için (hizmet eden) civanlar, etrafında dönüp dolaşırlar; sanki (her biri) 'sedefte saklı inci gibi tertemiz, pırıl pırıl.' Kimi kimine dönüp sorarlar Dediler ki: Biz doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe edip-korkardık. Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve 'hücrelere kadar işleyen kavurucu' azabdan korudu. Şüphesiz, biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir. (Tur Suresi, 17-28)


Kafirler Zor, Müminler Kolay Bir Hesaba Çekilirler

Dünyadaki yaşamlarını Allah'ın gösterdiği yolu bırakarak, kendi istek ve tutkularına uyan ya da içinde bulundukları toplumun çarpık değer ve inançlarına göre yaşayan inkarcıların hesabı çok zorlu olacaktır. O gün onlara karşı ne bir acıma, ne bir şefkat vardır, ne de azabı üstlerinden hafifletecek bir güç... Bunun en büyük sebebi kendilerine dünyada Allah'ın varlığına dair hatırlatıcılar gelmesine rağmen Allah'ın sınırlarını korumamaları ve dünyaya tekrar gönderilseler de korumayacak olmalarıdır. Bu, Kuran ayetleri ile haber verilmiş kesin bir gerçektir:

Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık. Hayır, önceden saklı tuttukları kendilerine açıklandı. Şayet (dünyaya) geri çevrilseler bile, kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine döneceklerdir. Çünkü onlar, gerçekten kafirlerdir. (En'am Suresi, 27, 28)

Hesaplarını verirken bir yandan kızıştırılan cehennem onları bekler. Yaptıkları hiçbir şey gözardı edilmeden, adaletle karışılık görmek üzere cehenneme yollanırlar. Bir ayette o büyük hesap şöyle anlatılır:

Sahifeler (amel defterleri) açıldığı zaman, Gök, sıyrılıp-yüzüldüğü zaman, Cehennem ateşi çılgınca kızıştırıldığı zaman, Cennet de yakınlaştırıldığı zaman (Artık her) Nefis, neyi hazırladığını bilip-öğrenmiştir. (Tekvir Suresi, 9-14)

Müminler için ise oldukça kolay bir hesap olacağı, İnşikak Suresi'nde bildirilmiştir:

Ey insan, gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın; sonunda O'na varacaksın. Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse, O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek, Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır. (İnşikak Suresi, 6-9)

Müminler dünyadaki yaşamlarını, kendilerini yaratan ve doğruya yönelten Rabblerinin istediği şekilde sürdürmüştür. Günahları sonsuz rahmet sahibi olan Allah tarafından affedilir. Allah pek çok ayette iman edip salih amellerde bulunanların günahlarını iyiliklere çevirip bağışlayacağını bildirmiştir. O gün Rabblerinin vaat ettiklerine kavuşan müminlere Allah şu şekilde seslenir:

Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir. (Fecr Suresi, 27-30)

Böylece müminler Rablerinin kendilerine olan fazlı ve ihsanı sayesinde sonsuz ateş azabından kurtulur ve Allah'ın sınırsız nimetleriyle dolu olan cennete kavuşurlar. Kendisine "Cennete gir" denilen müminin cevabı Kuran'da şu şekilde geçer:

(Onlar da) Dediler ki: "Bize olan va'dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 74)


Din Gününde İnkar Edenlerin Durumları Fiziksel Durumları

Din gününde insanlar yeni bir yaratılışa sahip olurlar. Buna göre müminlerin yüzü imanın nuru ve güzelliğini taşırken kafirler "çirkinleştirilmişlerdir":

Bu dünya hayatında onların arkasına lanet düşürdük; kıyamet gününde ise, onlar çirkinleştirilmiş olanlardır. (Kasas Suresi, 42)

Yine pek çok ayette o gün inkar edenlerin yüzlerini toz, zillet ve karartının kapladığı, simsiyah olduğu bildirilmiştir:
Ve o gün, öyle yüzler de vardır ki üzerini toz bürümüştür. Bir karartı sarıp-kaplamıştır. İşte onlar da, kafir, facir olanlardır. (Abese Suresi, 40-42)

Kıyamet günü, Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Büyüklenenler için cehennemde bir konaklama yeri mi yok? " (Zümer Suresi, 60)

Yüzlerdeki bu fiziksel çirkinleşme inkarcıların dünyada ve ahirette yüzyüze oldukları bir gerçektir. Allah'ın istediği gibi yaşayıp, haysiyetli bir yaşamı tercih etmeyen bu insanlar aslında dünyada da bir çirkinliğe sahiptirler. Nefse uymanın, vicdana karşı gelmenin çirkinliği ve onursuzluğunu her an üzerlerindedir. Ancak hesap günü maruz kaldıkları çirkinlik çok daha farklıdır. Dünyada her insanın üzerinde taşıdığı "düzgünlüğe" sahip olabilirler. Ama o gün dünyada gördükleri en çirkin insanla bile kıyaslanamayacak şekilde çirkinleştirileceklerdir. Elbette bu, yaşamları süresince nankörlük ettikleri, Allah'ın dinine tabi olmama konusunda direndikleri için karşılaştıkları bir cezadır. Allah onları fiziksel açıdan da "zillet içinde aşağılanmış" (Gaşiye Suresi, 2) ve "küçük düşürülmüşler" olarak cehenneme sürecektir. Dünyada şeytanın kışkırtmalarını Allah'ın rızasına tercih eden kişilerin hesap gününde düşecekleri durum oldukça zordur. Hak ile hükmeden ve sonsuz adalet sahibi Allah, kıyamet günü Kuran'daki vaadlerini gerçekleştirecek ve inkarcıları her türlü fiziksel eksiklik, acizlikle muhatap edecektir:

... Kıyamet günü, biz onları yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Onların barınma yerleri cehennemdir, ateşi sükün buldukça çılgın alevini onlara arttırırız. (İsra Suresi, 97)

O da (şöyle) demiş olur: "Ben görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak haşrettin Rabbim? (Allah da) Der ki: "İşte böyle sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın. (Taha Suresi, 125-126)

Kuran'da o büyük günün dehşetiyle yaşadıkları korku ve paniğin kafirlerin gözlerine de yansıdığı bildirilmektedir:

Gözleri 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak', sanki 'yayılan' çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. (Kamer Suresi, 7)

Kafirlerin kör ve zilletten düşmüş olan gözleri görünümlerindeki korkunçluğu ve iğrençliği arttırır. bakışları hem içlerindeki korkuyu, hem de görünümlerinden kaynaklanan aşağılanmayı açıkça sergilemektedir:

Sur'a üfürüleceği gün, biz suçlu-günahkarları o gün, (yüzleri kara, gözleri) gömgök (kaskatı ve kör) olarak' toplayacağız. (Taha Suresi, 102)

Yine Kuran'da, Allah'ın gönderdiği elçilere ve ayetlerine karşı büyüklenen bu insanların din günü de burunları üzerine damga vurulacağı bildirilmiştir:

Yakında biz onun hortumu (burnu) üzerine damga vuracağız. (Kalem Suresi, 16)

Bu durum dünyadayken haksız bir büyüklenme içinde olan insanlar için önemli bir aşağılanma sebebidir. Burunların hortum olarak tarif edilmesi ve hortumların üzerine iğrençliklerini arttıran damgaların vurulması, inkarcıların ahiretteki çirkinlikleri ve düştükleri aşağılık durum hakkında fikir vermek için yeterlidir. Ahirette son derece rahat ortamlarda yaşayacak olan müminlerin aksine inkarcılar sürekli aşağılanacakları bir hayata başlamaktadırlar artık...

O gün yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine bakıp-durur. O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir. Kendisine, beli büken işlerin yapılacağını anlamaktadır. (Kıyamet Suresi, 22-25)

İnkarcıların ne kaçma ne de saklanma ihtimalleri vardır. Görünümleriyle hemen tanınan kafirler alınlarından ve ayaklarından yakalanarak cehenneme atılacaklardır. (Rahman Suresi, 41)


Konuşmalarına İzin Verilmez

İnkar edenler o gün hayatlarına ait unuttukları her hareketin karşılarına çıkmasını tarifsiz bir şaşkınlık ve pişmanlıkla karşılarlar. Kuran'da bahsedilen "keşke" veya "eyvah" şeklindeki haykırışlar, kafirlerin içinde bulundukları şiddetli pişmanlığın bir göstergesidir. "Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik ve elçiye itaat etseydik" (Ahzap Suresi, 66) diyerek hayıflanan bu insanların yakınma ve özürlerinin artık hiçbir geçerliliği yoktur. Yalvarışlarına, ağlamalarına, acı dolu haykırışlarına ve yardım çağrılarına Allah'tan gelen karşılık Kuran'da şu şekilde anlatılmıştır:

Denildi ki: 'Bugününüzle karşılaşmayı unuttuğunuz gibi, biz de sizi bugün unutuyoruz. (Casiye Suresi, 34)

Bunlara rağmen sözkonusu insanların Allah'tan istekleri ve talepleri bitmez. Bir kısmı Allah'tan yok olmayı ister. Bir kısmı karşılaştığı azaptan kurtulmak için sahip olduklarını fidye olarak vermek ister, bir kısmı dünyaya geri dönüp yaptıklarını telafi etmek ister. Kuran'da bu insanların salih amellerde bulunmak için dünyaya geri çevrilme istekleri şu şekilde anlatılır:

Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi, 12)

Bu yalvarışları, kendilerini saran korkunç azaptan kurtulabilmek içindir. Oysa inkarcıların dünyaya geri döndürülseler bile eski tutumlarının asla değişmeyeceğini Allah bildirmiştir. Bu insanlar için artık hiçbir şekilde kurtuluş yoktur. Kafirler kendilerini yaratan ve yaşatan Allah'a isyan etmekle olabilecek en büyük suçu işlemişlerdir. Bu yüzden Allah'ın huzuruna çıkarıldıklarında tek bir kelime söylemelerine dahi izin verilmez:

O gün, yalanlayanların vay haline. Bu, onların konuşamayacakları bir gündür. Ve onlara özür beyan etmeleri için izin verilmez. O gün, yalanlayanların vay haline. (Mürselat Suresi, 34-37)
Nitekim Kuran'da Allah'ın, inkarcıların yaptıklarına karşılık olmak üzere din gününde bu insanlarla konuşmayacağı, onları gözetmeyeceği ve arındırmayacağı bildirilmiştir. Konu ile ilgili ayetlerden bazıları şu şekildedir:

Der ki: "Onun içine sinin ve benimle söyleşmeyin." (Mü'minun Suresi, 108)

Allah'ın indirdiği Kitaptan bir şeyi gözardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azab vardır." (Bakara Suresi, 174)

Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar... İşte onlar; onlar için ahirette hiçbir pay yoktur, kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz, onları gözetmez ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azab vardır." (Al-i İmran Suresi, 77)


Korku İçinde Olmaları

İnkarcıların sonsuza kadar sürecek olan iç acıları ölüm meleklerinin canlarını almaya gelmesi ile başlar. Meleklere yakalandıktan sonra hiçbir inkarcı kaçmaya yeltenemez. Çünkü bu son yakalanıştır ve ölümle birlikte sonsuz hayatın kapısından giriş yapılmıştır. İşte o anda tarif edilemez bir korku tüm benliklerini sarar ve dünyada kendilerine yapılmış azap tehdidinin ilk anlarının başladığını anlarlar:

... Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen... (En'am Suresi, 93)

Dünyada elde ettikleri tüm zenginlikleri arkalarında bırakmışlardır. O gün sahip oldukları hiçbir şeyin anlamı yoktur. Ne kazandıkları ne de güvendikleri, kimseye bir fayda sağlamamaktadır. Allah'ın huzurunda "yapayalnızdırlar":

Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz ve size lutfettiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağlar) parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar besledikleriniz sizlerden uzaklaşmıştır. (En'am Suresi, 94)

İnkarcıların elleri ayakları bağlanmış gibidir adeta. Dünyada o çok sevdikleri, istenen herşeyi yaptırdıklarını zannettikleri, kendi istekleri doğrultusunda kullandıkları bedenlerine söz geçiremezler, sahip çıkamazlar. Yapmak istediklerini bir türlü yapamazlar. Nitekim Kuran'da bu insanların o gün secdeye davet edilecekleri, fakat secde etmeye bile güçlerinin yetmeyeceği bildirilmiştir:

Ayağın üstünden (örtünün) açılacağı ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç yetiremezler. Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük', kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi. (Kalem Suresi, 42-43)

Herşeyin sahibi Allah'tır ve herşey O'nun dilemesi ile oluşur. İnkarcıların secdeye çağrılmalarının sebebi, dünya hayatları boyunca yapmayıp ertelediklerinden dolayı bir sıkıntı ve "sarsıcı bir üzüntü" duymalarını sağlamaktır. Daha önce büyüklenerek Allah'a secde etmeyi reddeden bu insanlar, o gün istedikleri halde bunu başaramayacaklardır. Artık tutuklanıp sorgulanır ve cehenneme yollanırlar.


Pişmanlık

Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar, doğrusu hüsrana uğramışlardır. Öyle ki, saat (kıyamet günü) apansız onlara geliverince, günahlarını sırtlarına yüklenerek: "Onda (dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar olsun bize" derler. Dikkat edin, o işleyip-yüklendikleri ne kötüdür." (En'am Suresi, 31)

İnsan yaşamı boyunca pişmanlık duygusunu sık sık yaşar. Bu duyguyu yaşamasına sebep olan hatasını telafi imkanı ise hayatı boyunca vardır. Ama inkarcılar hayatlarının hiçbir dönemlerinde Allah'ı inkar etmek gibi büyük bir hatayı telafi etmeye çalışmazlar.
Öldükten sonra ise, artık çok geçtir. O gün insan, dünyada yaptığı bu tavrından dolayı ciddi bir pişmanlık duyar. Ancak duyulan bu pişmanlığın bir geri dönüşü yoktur artık. İnkar edenler o gün yaptıklarını telafi edebilmek için dayanılmaz bir istek duyarlar. Kendilerini dünyaya geri döndürmesi için Allah'a yalvarırlar. Dünyada sahip olunan malların, oğulların, eşlerin, geleneklerin, bir temeli olmadan savunulan fikirlerin ne derece anlamsız ve yararsız olduğunu, sadece Allah için yapılan işlerin bir değeri olduğunu tam olarak idrak ederler. Ancak bu idrakın kendilerine artık bir faydası yoktur. İçlerinden bir kısmı ise taşıdıkları kibir ve büyüklenme nedeniyle böylesine dehşetli bir anda dahi pişmanlıklarını gizlemeye çalışırlar:

Zulmeden her nefis, yeryüzündekilerin tümüne sahip olsa bunu (azaba karşılık) mutlaka fidye olarak verirdi. Onlar azabı görünce pişmanlıklarını gizlerler, oysa onlar haksızlığa uğratılmadan aralarında adaletle hükmedilmiştir. (Yunus Suresi, 54)

Suçlarını bilmelerine rağmen bunu belli etmezler. Oysa gördükleri karşılık tam da hak ettikleri gibidir ve Allah'ın adaletinin bir sonucudur. Allah o gün iman edenlerle inkar edenleri kesin olarak birbirinden ayırır. İnkar edenlerin cehenneme girene dek karşılaştıkları her olay, gördükleri tüm muamele büyük bir sadakatle uydukları şeytanın yolunu doğru yola tercih etmelerinden dolayıdır. Bu ürkütücü karşılamayı gerçekten de hak etmektedirler:

Kim bir kötülükle gelirse, artık onlar da ateşe yüzükoyun atılır (ve onlara:) "Yaptıklarınızdan başkasıyla mı cezalandırılıyorsunuz?" (denir). (Neml Suresi, 90)

Pişmanlığı getiren çok fazla sebep vardır. Azapla karşılık görmüşlerdir, yapayalnızdırlar, kendi derileri dahi aleyhlerinde şahitlik etmektedir, çirkinleştirilmişlerdir ve sonsuz azabın çaresizliğini hissetmektedirler. Cehennemi görmüşler ve nasıl bir sonla karşılaşacaklarını artık anlamışlardır. Kendisine dünyada körü körüne bağlandıkları ve güvendikleri sahte ilahları artık bir rüyanın bitişi gibi yok olmuşlardır. Yolundan büyük bir sebatla gittikleri şeytan da onları yapayalnız bırakmıştır:

İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtacak değilim, siz de beni kurtacak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azab vardır. (İbrahim Suresi, 22)

O gün müminler inkarcıların düştüğü bu çaresiz durumu seyredeceklerdir, yaşadıkları aşağılanmanın sonucunda başları önlerine düşmüş olan kafirler ise taşıdıkları utanç ve pişmanlıktan dolayı müminlere ancak göz ucuyla bakabileceklerdir:"Onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir halde, ona (ateşe) sunulurlarken göz ucuyla sezdirmeden bakarlar. İman edenler de:

Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendi nefislerini, hem yakın akraba (veya yandaş)larını da hüsrana uğratmışlardır" dediler. Haberiniz olsun; gerçekten zalimler, kalıcı bir azab içindedirler. (Şura Suresi, 45)

Kuşkusuz geri dönüş imkanı ve çaresi olamayan bir pişmanlıktır ahirette yaşanan. Artık hiçbir şekilde değiştirilemeyecek bir sonun çöküntüsünü, bunun ağır yükünü tüm omuzlarında hissederler. Bu çöküntü ve iç acısı, büyük bir yanılgının sonucudur. Bu yanılgı dünyada yaşanmıştır; ahiret önemsenmemiştir. Bu insanlar kendilerini yaratan ve dünyayı tüm nimetleriyle emirlerine veren Allah'ı inkar etme cesaretinde bulunmuşlardır. İşte seçtikleri bu inkar yolu ahirette konaklayacakları yeri belirlemiştir: Orası cehennemdir. Akıllarına bile getirmek istemedikleri her türlü üzüntünün, acının, kaygının sonsuza kadar yaşandığı yerdir orası. Allah'ın gazabının sonuçları tüm azameti ile karşılarındadır artık.


Kendi Aralarındaki Çekişmeleri

Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki: Andolsun Allah'a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz, Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk. Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı. Artık bizim için ne bir şefaatçi var, Ne de candan-yakın bir dost." Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik." Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler." (Şuara Suresi, 96-103)

İnkar edenler o gün hiç ummadıkları kadar büyük bir azap ile karşılaşırlar. İçinde bulundukları durumdan dolayı hem kendilerine hem de kendilerini Allah'ın yolundan uzaklaştıran insanlara karşı büyük bir kızgınlık içindedirler. Dünyada iken en önemli hedeflerden biri olan makam ve mevkilerinin o gün hiçbir anlamı kalmamıştır. İnsanlar kendilerini doğru yoldan saptıran liderlerine karşı büyük bir kızgınlık duyarlar. Dünyadayken peşinden koştukları bu kişilerden kaçarak uzaklaşmaktadırlar. Bu iki grubun o günkü çekişmeleri ise şu şekilde anlatılır:

Öyle ki (o gün) kendilerine tabi olunanlar, kendilerine tabi olanlardan uzaklaşıp-kaçmışlardır. (Artık) Onlar azabı görmüşlerdir ve aralarındaki bütün bağlar (ve ilişkiler) de parçalanıp-kopmuştur. (O zaman, yönetilip) Uyanlar derler ki: "Eğer bize bir kere (daha dünyaya dönme) fırsatı verilse(ydi) muhakkak (şimdi) onların bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşır (onları yüzüstü bırakır)dık." Böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını onulmaz hasretlerle gösterecektir. Ve onlar ateşten çıkacak değildirler. (Bakara Suresi, 166-167)

Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: "Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik ve Resûl'e itaat etseydik." Ve dediler ki: "Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular." "Rabbimiz, onlara azabtan iki katını ver ve büyük bir lanet ile lanet et." (Ahzap Suresi, 66-68 )

Allah ayetinde, dünyada insanları yanlış yönlendiren ve Allah inancından uzaklaştıran etkenler arasında "önde gelenlerin" etkisine de işaret etmiştir. Allah tarafından belirlenmiş ölçülere göre değil de insanların belirledikleri ölçülere göre "üstün" kabul edilen bu insanların kendilerine tabi olanlar üzerinde etkisi çok büyük olmuştur. Bu tabiyet sonucunda bağlandıkları liderler kendilerine dünyanın geçici değerleri için yaşamanın makbuliyetini öğretmekte ve boş uğraşılarla kendilerini oyalamaktadır. Ancak ne kendileri, ne de tabi olanlar, dünya üzerinde yaptıkları hatanın farkına varabilmişlerdir. Allah'a karşı birbirlerini desteklemişler, kendi doğrularına uymuşlardır. Bu büyük yanılgının ortaya çıktığı gün, birbirlerini suçlamaya başlarlar. Bu suçlamalara rağmen her iki taraf da cehennemden çıkarılmayacaktır. Allah, kendisine uyanları doğru yoldan saptıran bu liderleri şu şekilde tarif etmektedir:

Biz, onları ateşe çağıran önderler kıldık, kıyamet günü yardım görmezler. Bu dünya hayatında onların arkasına lanet düşürdük... (Kasas Suresi, 41-42)

O, kıyamet günü kavminin önderliğine geçer, böylece onları ateşe götürmüş olur. Sonunda vardıkları yer, ne kötü bir yerdir. (Hud Suresi, 98)

Dünyada büyük bir sebatla bağlılık göstererek, fikirlerine dayanarak Allah'ı inkar etmekten çekinmeyen bu insanlar, tabi oldukları bu kişilerden ahiret günü çok çok uzaklarda olmayı isteyeceklerdir:

Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytana onun 'üzerini kabukla bağlattırırız'; artık bu, onun bir yakın dostudur. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar. Sonunda bize geldiği zaman, der ki: "Keşke benimle senin aranda iki doğu (doğu ile batı) uzaklığı olsaydı. Meğer ne kötü yakın-dost(muşsun sen)." (Bu söylenmeleriniz,) Bugün size kesin olarak bir yarar sağlamaz. Çünkü zulmettiniz. Şüphesiz azabta da ortaksınız. (Zuhruf Suresi, 36-39)

O gün insanlar, dünyada çok sevdikleri, güvendikleri, büyük bir şehvetle bağlandıkları, Allah'a imana tercih etmiş oldukları kişilerin bir kısmını tanımayacak, bir kısmını da inkar edecek, hatta onlara lanet edeceklerdir:

(İbrahim) Dedi ki: "Siz gerçekten, Allah'ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi-bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkar edip-tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiçbir yardımcınız yoktur. (Ankebut Suresi, 25)

Kuran'da, Allah'ı unutup O'ndan başkasını razı etmeye çalışarak ömrünü geçiren bu kişilerin Allah'ın huzurunda birbirleriyle olan çekişmeleri şu şekilde anlatılır:

Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine, Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi, Ki o, Allah'la beraber başka bir ilah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın. Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: "Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi." (Allah buyurur:) "Benim huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim." Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim. (Kaf Suresi, 24-29)

Müminleri ve onların gittiği dosdoğru yolu beğenmeyen bu insanlar din gününde müminleri kendi yanlarında göremeyince oldukça şaşırırlar. Şaşkınlıklarını da şu şekilde dile getirirler:

Ve derler ki: "Bize ne oluyor ki, kendilerini şerir (kötü)lerden saydığımız adamları göremiyoruz." Biz onları bir alay konusu edinmiştik; yoksa gözler mi onlardan kaydı?" Bu, cehennem halkının birbiriyle çekişmesi kesin bir gerçektir. (Sad Suresi, 62-64)

Dünya hayatında kendilerini küçümsedikleri, alay ettikleri ve en önemli yanlış bir yolda sandıkları müminlerin artık cennete gidiyor olmaları kafirleri büyük bir hayrete düşürür. Oysa dünyadayken kendi yollarının en doğrusu olduğuna, müminlerin ise hatalı olduklarına emindirler. Hatta müslümanların dinlerini bile yanlış uyguladığını, dinin en doğrusunu ise kendilerinin yaşadığını zannederler.
"Bunları (müslümanları) dinleri aldattı" (Enfal Suresi, 49) demelerinin en önemli nedenlerinden birisi de budur. Dünyada aralarındaki anlaşmazlıklar hiçbir zaman son bulmamış, kendi yaşamlarını kendi elleriyle karartmışlardır. Birbirlerine yaptıkları bu zulmün aslında farkındadırlar. Yaşadıkları ortamda hatta yakınları arasında dahi rahat etmemişlerdir. Buna rağmen aralarındaki münakaşalardan bir türlü vazgeçmezler. Müminlerin dünyada ve ahirette hep huzur içinde olmalarının tam tersine onlar hep bir huzursuzluk ve sıkıntı ortamında yaşarlar.
Kuşkusuz bu durum yaşadıkları ve daimi olarak yaşayacakları azap çeşitlerinden biridir. Hem dört bir koldan acıyı tadacaklar, hem de yakınları sandıkları kişilerle çekişme halinde olacaklardır. İnkarcılar cehennemde fiziksel işkencelerin yanısıra manevi azaplara da uğratılacaklardır. Allah'ın onlarla konuşmaması, cennettekileri görüp onlardan yardım istemeleri ve kendilerine bir karşılık verilmemesi, cennettekilerin içinde bulundukları ortam ile kendilerininkini mukayese edebilmeleri, sonsuza dek tartışıp kavga edecekleri inkarcılarla birarada bulunmaları ve asla huzura kavuşmamaları yaşayacakları manevi sıkıntılardan bazılarıdır.


Aşağılanırlar

Allah'a karşı büyüklenmenin sonucu aşağılanmaktır. Ahiretin varlığına inanmayan insan, hiç düşünmeden üzerine yüklendiği bu sorumluluğun karşılığını oldukça pahalı ödeyecektir. Oysa onun dünyadaki yaşamında içine düştüğü başlıca yanılgı Allah'ın azabına ihtimal vermemesi, bunu bir an dahi düşünmemesidir. Dünyada şeytanın oyuncağı olmuş, onun oyalama yöntemlerine kapılmış ve boş bir amaç uğruna imtihandan ibaret olan bir yaşamı harcamıştır. Hatta Allah'a karşı büyüklenme hırsı onu yapmaması gereken daha başka hatalara götürmüştür. Allah'a karşı mücadeleye girişmiş, Allah'ı inkar için yöntemler aramıştır. Bu, kuşkusuz büyük bir hatadır ve sonucu ahirette korkunç bir azap ve büyük bir aşağılanmadır. İnkarcılar elbette haksız bir tutum içindedirler. Nimetlere, rızıklara nasıl sahip olduklarını sorgulamadan, bunları kendilerine bahşedene şükretmeden diledikleri gibi kullanabileceklerini zannederler. Ancak ahirette bu haksız büyüklenmenin karşılığı oldukça acı olacaktır:

İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız. (Ahkaf Suresi, 20)

Kafirlerde dünya hayatına karşı tutkulu bir istek vardır. Sanki öldüklerinde başlarına gelecekleri ve gidecekleri yeri biliyormuşcasına, dünyadayken mümkün olan her nimetten yararlanmayı, her güzelliğe sahip olabilmeyi şiddetli bir tutku haline getirmişlerdir. Hayata duydukları bu şiddetli hırs, elbette ki onlara dünya da büyük bir azap yaşatır. Çünkü sahip olmayı amaçladıkları ama sahip olamadıkları herşey, onlara büyük bir rahatsızlık verir. Dünyaya yönelik bir çaba içerisinde ömrünü geçiren insanlar kıyamet gününde ve sonrasında aşağılanacaklardır. Allah bu gerçeği ayetlerde şu şekilde belirtilmiştir:

(Her yanı yaygın olarak kuşatacak olan) Kıyametin haberi sana geldi mi? O gün, öyle yüzler vardır ki, 'zillet içinde aşağılanmıştır.' Çalışmış, boşuna yorulmuştur. (Gaşiye Suresi, 1-3)

Sonra (Allah) kıyamet günü onları aşağılık kılacak ve diyecek ki: "Haklarında (mü'minlere karşı) düşman kesildiğiniz ortaklarım hani nerede?" Kendilerine ilim verilenler, dediler ki: "Bugün, gerçekten aşağılanma ve kötülük kafirlerin üstünedir." (Nahl Suresi, 27)

Kıyamet günü, azab ona kat kat arttırılır ve içinde aşağılanmış olarak temelli kalır." (Furkan Suresi, 69)

Allah'a karşı mücadelelerini çirkin bir cesaretle sürdüren insanlar, kendilerine Allah tarafından yapılmış olan tüm tehditlere rağmen hesap gününü önemsememişlerdir. Nitekim Allah'ın kendileri için hazırlamış olduğu tuzaktan habersiz yaşarlar. Oysa bu tuzak eşi benzeri görülmemiş bir tuzaktır. Tüm inkarcı toplumlara elçiler vasıtası ile yapılan öğütler inkarcılara fayda sağlamamış, ancak çok az sayıda müminin Allah'a olan yakınlığını arttırmıştır. Hatta bir kısım inkarcının inkarını daha da arttıran bu uyarılar, aslında onların sorumluluğunu da arttırmıştır. En nihayet Allah, dünyada kendilerine hatırlatılan bu gerçeği, ahirette en görkemli şekli ile insanların tümüne göstermektedir. Allah'ın vaadinin sonuçlarının ne olduğunu inkarcılar o gün açık bir şekilde anlayacaklardır. Yaşamları sürekli değildir ve dünya hayatı tüketilmiştir. Artık zevk ve isteklerin bir hükmü yoktur, geçerli olan yegane gerçek Allah'ın hükmüdür. Allah'a karşı zulüm içinde olan bu insanlara yaptıklarının karşılığı verilmiştir; Allah'ın hükmüne göre azap ve sıkıntı içinde sonsuza dek yaşayacaklardır. İnananların da hakettikleri sonsuz hayat, tüm ihtişamı ve güzellikleriyle din gününde tüm insanlığa gösterilecektir.
SONUÇ

Kıyamet saati ve sonrasındaki sonsuz yaşam, insanları bekleyen en önemli gerçeklerdir. Dünyadaki hiçbir şey, ne kariyeriniz, ne evliliğiniz, ne de malınız-mülkünüz, uğruna sonsuz yaşamınızı harcayacağınız kadar önemli ve vazgeçilmez değildir. Uğrunda yaşanması ve çaba harcanması gereken tek şey Allah rızasıdır.
Allah, sonsuz hayatın başlangıcını akıllara durgunluk verecek kadar büyük ve ayrıntılı olarak planlanmış olaylarla gerçekleştirecektir. Bu günle karşılaşan herkes, dünya hayatının artık tamamen sona erdiğini anlayacak ve artık ahiretin varlığını kesin bir bilgiyle kavrayacaktır.
Böyle bir gün ile karşılaşmadan evvel tüm insanların, daha önce belki de hiç düşünmemiş oldukları kıyamet saatini ve onun beraberinde getireceklerini hatırlamaları gerekmektedir. Bu kitapta yazılanlar günlük uğraşlardan ve gelip geçici isteklerden bir an için olsun sıyrılmanızı sağlayıp, yaşamın var olmasındaki asıl amacı göstermektedir. Bu büyük ve zorlu gün gelip çatmadan evvel sizleri, "kesin bir gerçek olarak" karşılaşacağınız kıyamet gününe karşı uyarmak amaçlanmıştır. Bu uyarı önemli bir uyarıdır. Çünkü böyle bir günün ve sonrasının varlığından gaflet içinde yaşayan her kişinin kıyamet günü şahit olacağı olaylar dayanılmaz olacak ve bu kişiler ahirette sonsuza kadar azaplarla karşılaşacaktır.
Kuran'da detaylı bir şekilde tasvir edilen kıyamet günü ile mutlaka karşılaşacaksınız. O gün, tüm sahip olduklarınızın, hatta kendi bedeninizin bile sizden uzaklaştığını görecek ve yepyeni bir diriliş ile dirileceksiniz. Sizi bekleyen sonsuz hayatta, bu dünyadaki ile karşılaştırılmayacak bir nimet, rahatlık ve huzur elde etmek için, Allah'ın sizlere henüz dünyada iken vermiş olduğu fırsatı değerlendirmelisiniz. Bunun için yapılması gereken tek şey, Allah'a iman etmek, O'nun karşılıksız olarak vermiş olduğu nimetlere şükretmek ve ahiret gününün kesin bir gerçek olduğuna inanmaktır. Bunun tam tersi ahirette büyük bir pişmanlık olacaktır:

Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar, doğrusu hüsrana uğramışlardır. Öyle ki, saat (kıyamet günü) apansız onlara geliverince, günahlarını sırtlarına yüklenerek: "Onda (dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar olsun bize…" derler. Dikkat edin, o işleyip-yüklendikleri ne kötüdür. (Enam Suresi, 31)

İşte bu nedenle ahiretin kesin bir gerçek olduğunu düşünmeli, bu büyük gün için hazırlık yapmalısınız. Ancak o zaman bu dünya üzerinde yaptıklarınızın bir değeri olacak, benzersiz bir karşılık alabileceksiniz. Bu karşılık kuşkusuz ahirette, istediğiniz herşeye sahip olabileceğiniz bir mekanda, yani cennette ağırlanma olacaktır. Unutulmamalıdır ki, hesap günü her insan Allah'ın huzurunda yapayalnız ve tek başına sorguya çekilecektir. O halde ölüm ve sonrası için ciddi bir çaba göstermek ve bir hazırlık yapmak gerekir. Çünkü her insan ahirette dünyada yapıp ettiklerinin karşılığını, haksızlığa uğratılmadan, tam olarak alacaktır. Ancak herşeyin üzerinde insanın en büyük kazancı kuşkusuz Allah'ın rızasıdır.Allah, yaklaşmakta olan o büyük güne karşı bizleri şöyle uyarmaktadır:

Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Kendileri Allah'ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir. (Haşr Suresi, 18-19)

MATERYALİZMİN SONU

Bugün yerli-yabancı pek çok basın ve yayın organında doğrudan ya da üstü örtülü bir evrim propagandası yürütülmektedir. Bu bazen flaş bir haber şeklinde olabildiği gibi, kimi zaman da tamamen ilgisiz bir konu içinde geçen birkaç cümle şeklinde de olabilir. Önemli olan konuyu sürekli gündemde tutmak ve evrim teorisini topluma, doğruluğu defalarca kanıtlanmış, tartışma götürmez bir gerçekmiş gibi empoze edebilmektir.
Aslında bu kampanyanın gerçek hedefini anlamak hiç de zor değildir. Evrim teorisinin arkasında bilimsel olmaktan ziyade ideolojik kaygıların bulunduğu, teori Darwin tarafından daha ilk ortaya atıldığında kendini göstermiştir. Darwin'in evrimci tezleri, materyalizme çok önemli bir destek sağlamıştır. Diyalektik materyalizmin kurucusu olan Karl Marx, ünlü kitabı Das Kapital'i Darwin'e ithaf etmiş ve ona yolladığı nüshaya da şöyle bir not düşmüştü:"Charles Darwin'e, ateşli bir hayranından."
Daha sonraları da, evrim teorisinin hiçbir tutar yanının kalmadığı bilimsel verilerle defalarca ortaya konmasına rağmen, birçok siyasi ve ideolojik akım, evrim fikrini baş tacı etmiştir. Faşizm, vahşi kapitalizm, komünizm gibi materyalist ve din aleyhtarı temellere dayalı ideolojilerin teorisyenleri ve destekçileri, her ne pahasına olursa olsun evrim teorisini ayakta tutma yarışına girmişler, felsefi söylemlerini mutlaka evrimci temellere oturtmuşlardır.
Bu nedenle dinin ana kaynağı olan Kuran'ı ve Kuran'da verilen İlahi bilgileri incelediğimiz bu kitapçıkta, dine yönelik bir ideolojik kampanya niteliğindeki evrim propagandasına ve evrim teorisine değinme gereği duyduk. İlerleyen sayfalarda evrim teorisinin neden hiçbir bilimsel geçerlilği olmayan ideolojik bir dogma olduğunu çok özet bir biçimde ele alacağız.


Evrim Teorisi'nin Gelişimi

Bugünkü savunulduğu şekliyle evrim düşüncesini ilk ortaya atan kişi, amatör bir İngiliz doğa araştırmacısı olan Charles Darwin'dir. Darwin evrimci tezlerini 1859'da yayınladığı, kısa adıyla "Türlerin Kökeni" (The Origin of Species) isimli kitabında ortaya attı. Darwin bu kitabında, canlıların evrimini "doğal seleksiyon" adını verdiği tezle açıklamıştı.
Ona göre, yaşayan tüm canlılar ortak bir kökene sahipti ve doğal seleksiyon yoluyla birbirlerinden türemişlerdi. Ortama en iyi şekilde uyum sağlayanlar özelliklerini gelecek nesillere aktarıyor, böylece bu yararlı değişimler zamanla birikerek bireyi atalarından tamamen farklı bir canlıya dönüştürüyordu. İnsan ise, doğal seleksiyon mekanizmasının en gelişmiş ürünüydü. Darwin, "türlerin kökeni"ni bulduğunu düşünüyordu: Bir türün kökeni başka bir türdü.


Darwin Dönemindeki Bilimsel ve Teknolojik Düzey...

Darwin'in ileri sürdüğü fanteziler ilk bakışta pek çok kimseye makul ve çekici geldi. Kitabı, özellikle belli siyasi ve ideolojik görüşlere sahip çevrelerde büyük rağbet gördü. Teori oldukça popüler olmuştu. Çünkü o devirdeki mevcut bilgi düzeyi Darwin'in hayali senaryolarının gerçek dışı olduğunu göstermeye henüz yeterli değildi. Öyle ki Darwin'in, varsayımlarını öne sürdüğü dönemde genetik, mikrobiyoloji, biyomatematik gibi bilim dallarının daha hiçbiri ortada yoktu. O dönemde genetik kanunları ve kromozomların yapısı biliniyor olsaydı, Darwin, Lamarck'tan devraldığı "edinilen fiziksel özelliklerin sonraki nesillere aktarılması" iddiasına asla kalkışmayacaktı.
Yine o dönemde bilim dünyası, hücrenin yapısı ve fonksiyonları hakkında son derece yüzeysel bir anlayışa sahipti. Eğer Darwin elektron mikroskobu gibi bir teknolojiye sahip olsaydı, hücredeki ve hücrenin organellerindeki akıl almaz karmaşıklığa bizzat şahit olacaktı. İçiçe geçmiş böyle muhteşem bir sistemin küçük küçük değişimlerle meydana gelemeyeceğini kendi gözleriyle görecekti. Eğer biyomatematik gibi bir bilim dalından haberi olsaydı, değil hücrenin, tek bir protein molekülünün bile rastlantı ve tesadüflerle oluşamayacağını anlayacaktı.
Kısaca, sözünü ettiğimiz bu bilimler Darwin'in tezlerinden daha önce keşfedilmiş olsaydı, Darwin, teorisinin tamamen bilim dışı olduğunu görecek ve böyle anlamsız bir iddiaya kalkışmayacaktı. Zira türleri belirleyen bilgiler genlerde mevcuttu ve Darwinizm'in temeli olan doğal seleksiyonun genlerde değişiklikler meydana getirerek yeni türler türetmesi mümkün değildi.
Darwin'in kitabının yol açtığı yankılar sürerken Avusturyalı botanikçi Mendel 1865 yılında kalıtım kanunlarını keşfetti. Mendel'in yüzyılın sonuna kadar pek duyulmayan keşifleri 1900'lü yılların başında genetik biliminin ortaya çıkmasıyla önem kazandı. Yine aynı yıllarda genler ve kromozomların yapısı keşfedildi. 1950'li yıllarda genetik bilgiyi saklayan DNA molekülünün keşfi ise teoriyi büyük bir krize soktu.
Bu tür bilimsel gelişmelerin yanısıra, yıllarca süren kazılarda, ilkel türlerin kademe kademe gelişmişe evrimleştiğini göstermesi gereken ara-geçiş formları da bir türlü bulunamadı. Yalnızca bu açmaz bile evrim denilen olayın hiçbir zaman gerçekleşmiş olamayacağını ortaya koydu.
Bütün bu gelişmelerin, bilim dışı olduğu ortaya çıkan Darwin'in teorisini tarihin tozlu raflarına kaldırması gerekirdi. Ancak belli çevreler ısrarla teoriyi revizyona sokmaya, yenilemeye ve her ne şekilde olursa olsun bilimsel platforma oturtmaya çalıştılar. Bütün bu çabalar, teorinin ardında bilimsel kaygılardan ziyade ideolojik bir takım hedeflerin olduğunu göstermesi açısından oldukça anlamlıydı.


Ara-Formlardan Eser Yok!

Evrim teorisi, bir türün bir başka türe dönüşmesinin milyonlarca yıllık uzun bir zaman dilimi içerisinde yavaş ve aşamalı olduğunu söyler. Buna göre, ilkel canlıdan karmaşık olana geçiş uzun bir zamanı kapsar ve kademe kademe ilerler. Bu iddianın doğal mantıksal sonucu ise, bu geçiş dönemi sırasında "ara geçiş formu" adı verilen ucube canlıların yaşamış olmasını gerektirir.
Örneğin, balık özelliklerini hala taşımasına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngenler yaşamış olmalıdır geçmişte. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Evrimciler, tüm canlıların kademeli olarak birbirlerinden türediklerini iddia ettikleri için de, bu ara geçiş formlarının türlerinin ve sayılarının milyonlarca olması gerekir.
Eğer gerçekten bu tür canlılar yaşamışlarsa, bunların kalıntılarına da fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Çünkü bu ara geçiş formlarının sayısının bugün bildiğimiz hayvan türlerinden bile fazla olması ve dünyanın dört bir yanının fosilleşmiş ara geçiş formu kalıntılarıyla dolu olması lazımdır. Dahası, evrimciler 19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında hummalı fosil araştırmaları yaparak bu ara geçiş formlarını aramaktadırlar. Oysa, 150 yıla yakın bir süredir, büyük bir hırsla aranan bu ara geçiş formlarından eser yoktur.
Aslında Darwin de bu ara geçiş formlarının yokluğunun farkındaydı. Fakat yine de aranan ara geçiş formları gelecekte bulunacaktı. Ancak bu ümitli bekleyişine rağmen, teorisinin en büyük açmazının bu konu olduğunu görüyordu. Bu yüzden, şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır. (Charles Darwin, The Origin of Species, London: Senate Press, 1995, s. 134.)
Darwin'den bu yana yoğun bir şekilde hep bu fosiller arandı, fakat evrimciler için sonuç acı verici bir hayal kırıklığıydı. Bu dünyada hiçbir yerde -ne bir kıtada, ne de bir okyanusun derinliklerinde- türler arasında herhangi bir ara geçiş formuna rastlanamadı. Yapılan kazılarda ve araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını gösterdi. Evrimciler, gerçek dışı teorilerini kanıtlamaya çalışırlarken, kendi elleriyle Yaratılış gerçeğinin delillerini ortaya çıkarmışlardı.
Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılarız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde ortaya çıkan gruplar görürüz. (Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological Association, vol. 87, no. 2, 1976, s. 133)
Fosil kayıtlarındaki bu boşuklar, yeterince fosil bulunamadığı ve birgün aranan fosillerin ele geçeceği gibi bir avuntuyla da açıklanamaz. Bir başka evrimci paleontolog T. N. George, bunun nedenini şöyle açıklamaktadır:
Fosil kayıtlarının (evrimsel) zayıflığını ortadan kaldıracak bir açıklama yapmak artık mümkün değildir. Çünkü elimizdeki fosil kayıtları son derece derecede zengindir ve yeni keşiflerle yeni türlerin bulunması imkansız gözükmektedir... Her türlü keşfe rağmen fosil kayıtları hala (türler arası) boşluklardan oluşmaya devam etmektedir. (T. N. George, "Fossils in Evolutionary Perspective", Science Progress. vol. 48, Ocak 1960, s. 1, 3)


Yeryüzündeki Hayat Aniden Ortaya Çıkmıştır

Yeryüzü tabakaları ve fosil kayıtları incelendiğinde, yeryüzündeki canlı hayatının birdenbire ortaya çıktığı görülür. Canlı yaratıkların fosillerine rastlanılan en derin yeryüzü tabakası, 500 milyon yıl yaşında olduğu söylenen "kambriyen" tabakadır.
Kambriyen devrine ait tabakalarda bulunan canlılar ise, hiçbir ataları olmaksızın birdenbire fosil kayıtlarında belirirler. Kambriyen kayalıklarında bulunan fosiller, deniztarakları, salyangozlar, trilobitler, süngerler, brachiopodlar, solucanlar, denizanaları, deniz kirpileri, deniz hıyarları, yüzücü kabuklular, deniz zambakları ve diğer kompleks omurgasızlara aittir. Kompleks yaratıklardan meydana gelen bu geniş canlı mozayiği şaşırtıcı bir biçimde aniden ortaya çıkmıştır, ki bu yüzden jeolojik literatürde bu mucizevi olay, "Kambriyen Patlaması" olarak anılır.
Bu tabakadaki canlıların çoğunda da, göz gibi son derece gelişmiş organlar ya da solungaç sistemi, kan dolaşımı gibi yüksek organizasyona sahip organizmalarda görülen sistemler bulunur. Fosil kayıtlarında bu canlıların atalarının olduğuna dair herhangi bir işarete rastlanılmaz. Earth Sciences dergisinin editörü Richard Monestarsky, canlı yaratıkların birdenbire ortaya çıkışlarını şöyle anlatır:
Bugün görmekte olduğumuz oldukça kompleks hayvan formları aniden ortaya çıkmışlardır. Bu an, Kambriyen Devrin tam başına rastlar ki denizlerin ve yeryüzünün ilk kompleks yaratıklarla dolması bu evrimsel patlamayla başlamıştır. Günümüzde dünyanın her yanına yayılmış olan hayvan filumları (takımları) erken Kambriyen Devir'de zaten vardırlar ve yine bugün olduğu gibi birbirlerinden çok farklıdırlar. (Richard Monestarsky, "Mysteries of the Orient", Discover, Nisan 1993, s. 40.)
Görüldüğü gibi fosil kayıtları, canlıların evrimin iddia ettiği gibi ilkelden gelişmişe doğru bir süreç izlediğini değil, bir anda ve en mükemmel halde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Kısaca canlılar evrimle oluşmamış, yaratılmışlardır.


Canlılık Tesadüf Eseri Olamayacak Bir Karmaşıklığa Sahiptir

Aslında evrim teorisi fosil kayıtlarına gelmeden çok daha önce çökmüş durumdadır. Çünkü fosiller, çok hücreli kompleks canlıların geride bıraktıkları izlerdir. Evrim ise bu çok hücreli kompleks canlıların kökenini açıklamak şöyle dursun, ilk hücrenin hatta ilk proteinin nasıl var olduğu sorusu karşısında çaresizdir.
Evrim teorisi canlılığın, ilkel dünya koşullarında rastlantılar sonucu meydana gelen bir hücreyle başladığını ileri sürer. Ancak 21. yüzyıla girerken bile pek çok yönden esrarını koruyan canlı hücresinin varlığını doğa şartlarına ve tesadüflere bağlamanın nasıl bir saçmalık olduğunu anlamak için hücrenin yapısı hakkında biraz bilgi sahibi olmak bile yeterlidir.
İçerdiği organeller ve sistemlerle son derece kompleks bir yapı gösteren hücrenin değil ilkel dünya şartlarında oluşması, günümüzün en ileri teknolojiye sahip laboratuarlarında bile yapay olarak sentezlenmesi mümkün olmamıştır. Hücrenin yapıtaşı olan aminoasitlerden ve bunların oluşturduğu proteinlerden yola çıkarak değil hücre, onun mitokondri, ribozom, vs. gibi tek bir organeli bile oluşturulamaz. Dolayısıyla evrimin tesadüfen oluştuğunu iddia ettiği ilk hücre yalnızca bir hayalgücü ve fantezi ürünü olarak kalmıştır.


Proteinler Tesadüfe Meydan Okuyor

Hücreyi şimdilik bir kenara bırakalım. Çünkü hücreyi oluşturan binlerce çeşit karmaşık protein moleküllerinden bir tanesinin bile doğal şartlarda oluşması ihtimal dışıdır.
Proteinler, belli sayıda ve çeşitteki aminoasitlerin özel bir sırayla dizilmelerinden oluşan dev moleküllerdir. Bu moleküller canlı hücrelerinin yapıtaşlarını oluştururlar. En basitleri yaklaşık 50 aminoasitten oluşan proteinlerin binlerce aminoasitten oluşan çeşitleri de vardır. Canlı hücrelerinde bulunan ve herbirinin özel bir görevi olan proteinlerin yapılarındaki tek bir aminoasitin bile eksilmesi veya yerinin değişmesi ya da zincire fazladan bir aminoasit eklenmesi o proteini işe yaramaz bir molekül yığını haline getirir. Daha aminoasitlerin "tesadüfen oluştukları" iddiasına bile geçerli bir kanıt ya da açıklama getirmekten aciz olan moleküler evrim teorisi, proteinlerin oluşumu noktasında tamamen açmaza girmektedir.
Proteinlerin fonksiyonel yapısının hiçbir şekilde tesadüfen meydana gelemeyeceği, herkesin anlayabileceği basit olasılık hesaplarıyla bile rahatlıkla görülebilir.
Örneğin, bileşiminde 288 amino asit bulunan ve 12 farklı amino asit türünden oluşan ortalama büyüklükteki bir protein molekülünün içerdiği amino asitler 10300 (10'un yanına 300 sıfır) farklı biçimde dizilebilir. Ancak bu dizilimlerden yalnızca "1" tanesi bu sözkonusu proteini oluşturur. Geriye kalan tüm dizilimler hiçbir işe yaramayan, hatta kimi zaman canlılar için zararlı bile olabilecek anlamsız amino asit zincirleridir.
Diğer bir deyimle yukarıda örnek verdiğimiz protein molekülünden yalnızca bir tekinin tesadüfen meydana gelme ihtimali "10300'de 1" ihtimaldir. Bu, 1'in yanına 300 adet sıfırın gelmesiyle oluşan "astronomik" sayıda "1" ihtimal ise pratikte gerçekleşmesi imkansız bir ihtimaldir. Dahası, 288 amino asitlik bir protein, canlıların yapısında bulunan diğer 1000'lerce amino asitlik dev proteinlerle kıyaslandığında oldukça mütevazi bir yapı sayılabilir. Aynı ihtimal hesaplarını bu dev moleküllere uyguladığımızda ise bu "imkansız" kelimesinin bile yetersiz kaldığını görürürüz.
Canlılığın gelişiminde bir basamak daha ilerlediğimizde, yalnız başına tek bir proteinin de hiçbir şey ifade etmediğini görürüz. Şimdiye kadar bilinen en küçük bakterilerden biri olan "Mycoplasma Hominis H 39"un bile 600 çeşit proteine sahip olduğu görülmüştür. Bu durumda, tek bir protein için yaptığımız üstteki ihtimal hesaplarını 600 çeşit protein üzerinden yapmamız gerekecektir. Sonuçta karşılaşacağımız rakamlar ise imkansız kavramının çok ötesindedir.


İmkansızı Kabul Etmek

Bir tanesinin bile tesadüfen oluşması imkansız olan bu proteinlerden ortalama bir milyon tanesinin tesadüfen uygun bir şekilde biraraya gelip eksiksiz bir insan hücresini meydana getirmesi ise, milyarlarca kez daha imkansızdır. Kaldı ki bir hücre hiçbir zaman için bir protein yığınından ibaret değildir. Hücrenin içinde, proteinlerin yanısıra nükleik asitler, karbonhidratlar, lipitler, vitaminler, elektrolitler gibi başka birçok kimyasal madde gerek yapı gerekse işlev bakımından belli bir oran, uyum ve tasarım çerçevesinde yeralırlar. Herbiri de birçok farklı organelin içinde yapıtaşı veya yardımcı molekül olarak görev yaparlar.
Görüldüğü gibi evrim, yegane "açıklaması" olan tesadüf teorisiyle, değil hücre, hücredeki milyonlarca proteinden tek birinin oluşumunu bile izah etmekten acizdir.
Amerikalı Kimya profesörü Perry Reeves ise bu konuda şöyle der:
Bir insan, amino asitlerin rastlantısal olarak birleşiminden ne kadar fazla muhtemel yapı oluşabileceğini düşündüğünde, hayatın gerçekten de bu şekilde ortaya çıktığını düşünmenin akla aykırı geldiğini görür. Böyle bir işin gerçekleşmesinde bir Büyük İnşa Edici'nin var olduğunu kabul etmek, akla çok daha uygundur. (J. D. Thomas, Evolution and Faith. Abilene, TX, ACU Press, 1988. s. 81-82)
Türkiye'de, evrimci düşüncenin önde gelen savunucularından Prof. Dr. Ali Demirsoy da, Kalıtım ve Evrim isimli kitabında, canlılık için en gerekli enzimlerden birisi olan Sitokrom-C'nin tesadüfen oluşma olasılığını şöyle ifade etmektedir:
... Sitokrom-C'nin belirli aminoasit dizilimini sağlamak, bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma olasılığı kadar azdır —maymunun rastgele tuşlara bastığını kabul ederek—. (Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara: Meteksan Yayınları 1984, s. 61)
Peki bu saçma olasılığı kabul etmek akla aykırı değil midir? Evet öyledir, ama evrimci bilim adamları yine de bu imkansızı kabul ederler. Ali Demirsoy, bu kabulün nedenini şöyle açıklar:
Özünde bir Sitokrom-C'nin dizilişini oluşturmak için olasılık sıfır denecek kadar azdır. Yani canlılık eğer belli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu tüm evrende bir defa oluşacak kadar az bir olasılığa sahiptir denilebilir. Ya da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O zaman birinci varsayımı irdelemek gerekir. (Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara: Meteksan Yayınları, 1984, s. 61)
Üstteki satırları şöyle de okuyabiliriz: "Bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimali sıfırdır. Ama tesadüfen oluşmadığını söylersek, yaratılmış olduğunu kabul etmemiz, yani Allah'ın varlığını onaylamamız gerekir. Bu amacımıza uygun değildir."
Görüldüğü gibi evrim teorisi ilk aşamasında bile çökmüş durumdadır, ama bu teorinin yaratılışın tek alternatifi olduğunu bilen, yaratılışı kabul etmemeyi ise kendilerine amaç edinmiş olan bazı bilim adamları, teoriye dogmatik bir biçimde sarılmaktadırlar...


Hücrenin Kompleksliği

Buraya kadar incelediklerimizin gösterdiği gibi, aminoasitlerin dizilimi ve proteinlerin oluşumu sorunu, evrim senaryosunu geçersiz kılmak için yeterlidir. Ancak, sorun yalnızca aminoasit ve proteinlerle sınırlı kalmaz: Bunlar sadece bir başlangıçtır. Bunların da ötesinde asıl olarak, hücre denen mükemmel varlık evrimciler açısından dev bir çıkmaz oluşturur. Çünkü hücre yalnızca amino asit yapılı proteinlerden oluşmuş bir yığın değildir. Yüzlerce gelişmiş sistemi bulunan, insanoğlunun halen tüm sırlarını çözemediği karmaşıklıkta bir canlı bütündür. Oysa az önce dediğimiz gibi, evrimciler, değil bu sistemlerin, hücrenin yapıtaşlarının bile nasıl meydana geldiklerini açıklayamamaktadırlar.
Ünlü İngiliz matematikçi ve astronom Sir Fred Hoyle, 12 Kasım 1981 tarihinde Nature dergisinde yayınlanan açıklamasında bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Yaşamın en küçük biriminin evrim yoluyla meydana gelme ihtimali, bir hurda yığınını silip süpüren kasırganın, toparladığı parçalarla bir Boeing 747 uçağı meydana getirmesi ihtimali kadardır.


Yaşamın Kitabı DNA

Hücrenin bütününü değil, sadece çekirdeğindeki bir parçası olan DNA'yı ele aldığımızda bile, evrimin neden bir safsata olduğunu anlamak kolaydır.
DNA Darwin zamanında bilinmiyordu. Canlılığın kökenini rastlantılarla açıklama gayretindeki evrim teorisi hücrenin yapısının en temelindeki bu moleküllerin varlığına bile tutarlı bir izah getirememişken genetik bilimindeki ilerlemeler ve nükleik asitlerin, yani DNA ve RNA keşfi, teori için yepyeni çıkmazlar oluşturdu.
1955 yılında James Watson ve Francis Crick adlarındaki iki bilim adamının DNA hakkında açıkladıkları çalışmalar, biyolojide yepyeni bir çığır açtı. Birçok bilim adamı, genetik konusuna yöneldi. Yıllar süren araştırmalar sonucunda bugün, DNA'nın yapısı büyük ölçüde aydınlandı.
Burada DNA'nın yapısı ve işlevi hakkında çok temel birkaç bilgi vermek yerinde olur:
Vücuttaki 100 trilyon hücrenin herbirinin çekirdeğinde bulunan DNA adlı molekül, insan vücudunun eksiksiz bir yapı planını içerir. Bir insana ait bütün özelliklerin bilgisi, dış görünümden iç organlarının yapılarına kadar DNA'nın içinde özel bir şifre sistemiyle kayıtlıdır. DNA'daki bilgi, bu molekülü oluşturan dört özel molekülün diziliş sırası ile kodlanmıştır. Nükleotid (veya baz) adı verilen bu moleküller, isimlerinin baş harfleri olan A, T, G, C ile ifade edilirler. İnsanlar arasındaki tüm yapısal farklar, bu harflerin diziliş sıralamaları arasındaki farktan doğar. Bir DNA molekülünde yaklaşık olarak 3.5 milyar nükleotid, yani 3.5 milyar harf bulunur.
Bir organa ya da bir proteine ait olan DNA üzerindeki bilgiler, gen adı verilen özel bölümlerde yer alır. Örneğin göze ait bilgiler bir dizi özel gende, kalbe ait bilgiler bir dizi başka gende bulunur. Hücredeki protein üretimi de bu genlerdeki bilgiler kullanılarak yapılır. Proteinlerin yapısını oluşturan aminoasitler, DNA'da yer alan üç nükleotidin arka arkaya sıralanmasıyla ifade edilmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Bir geni oluşturan nükleotidlerde meydana gelecek bir sıralama hatası, o geni tamamen işe yaramaz hale getirecektir. İnsan vücudunda 200 bin gen bulunduğu düşünülürse, bu genleri oluşturan milyonlarca nükleotidin doğru sıralamada tesadüfen oluşabilmelerinin imkansızlığı daha iyi anlaşılır. Evrimci bir biyolog olan Salisbury bu imkansızlıkla ilgili olarak şunları söyler:
Orta büyüklükteki bir protein molekülü, yaklaşık 300 amino asit içerir. Bunu kontrol eden DNA zincirinde ise, yaklaşık 1000 nükleotid bulunacaktır. Bir DNA zincirinde dört çeşit nükleotid bulunduğu hatırlanırsa, 1000 nükleotidlik bir dizi, 41000 farklı şekilde olabilecektir. Küçük bir logaritma hesabıyla bulunan bu rakam ise, aklın kavrama sınırının çok ötesindedir. (Frank B. Salisbury, Doubts about the Modern Synthetic Theory of Evolution, s. 336)
41000'de bir, "küçük bir logaritma hesabı" sonucunda, 10620'de bir anlamına gelir. Bu sayı 1'in yanına 620 sıfır eklenmesiyle elde edilir. 1'in yanında 12 tane sıfır 1 trilyonu ifade ederken, 620 tane sıfırlı bir rakam gerçekten de kavranması mümkün olmayan bir sayıdır.
Prof. Dr. Ali Demirsoy da bu konuda şu itirafı yapmak zorunda kalır:
Esasında bir proteinin ve çekirdek asidinin (DNA-RNA) oluşma şansı tahminlerin çok ötesinde bir olasılıktır. Hatta belirli bir protein zincirinin ortaya çıkma şansı astronomik denecek kadar azdır. (Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara: Meteksan Yayınları 1984, s. 39)


Evrim Temelinden Çökmüş Bir Teoridir

Buraya kadar açıkça görüldüğü gibi, evrim teorisi daha temelinden çökmüş bir teoridir. Çünkü evrimciler henüz canlılık için gerekli olan tek bir proteinin bile kökenini ya da canlı bir hücrenin ilkel atmosfer şartlarında nasıl bozulmadan korunduğunu açıklayamamaktadırlar. Olasılık hesapları, fizik ve kimya formülleri herhangi bir protein molekülünün tesadüfen oluşmasına hiçbir ihtimal tanımamaktadır.
Ancak şurası oldukça ilginçtir ki, daha bir canlı hücresi için gereken milyonlarca proteinden birinin oluşumunu dahi izah edemezken evrimciler ısrarla, sudan karaya geçiş, karadan havaya geçiş, maymundan insana geçiş gibi pek çok uydurma senaryolar üretebilmişlerdir. Asıl cevap bulmaları gereken, "canlılığın ortaya çıkışı" sorusunu örtbas ederek bu tür temelsiz uydurmalarla dev bir enkaz oluşturmuşlardır. Bu enkazın üzerine temeli olmayan bir bina yükseltmek istemişler, fakat onca çabalamalarına rağmen bu binanın enkazı altında kalmaktan kurtulamamışlardır.
Daha ortada tesadüfen meydana gelebilecek tek bir protein bile yokken, bu proteinlerin milyonlarcasının tesadüflerle belli bir plan ve düzen içinde birleşerek canlı hücresini oluşturmaları, bu hücrelerin yine tesadüflerle trilyonlarcasının oluşup biraraya gelerek hareket eden canlıları, bu canlıların balıkları, balıkların sudan karaya çıkarak sürüngenleri, sürüngenlerin de kanatlanarak kuşları oluşturması ve bu şekilde yeryüzündeki milyonlarca farklı türün meydana gelmesi sizce makul ve mantıklı bir iddia mıdır?
Sizce olmasa bile, evrimciler böyle bir masala gerçekten inanmaktadırlar.
Bu durum ancak inanç olarak kabul edilebilir. Çünkü ortada bu hikayelerini doğrulayacak tek bir kanıtları dahi yoktur.
Bugünün en ileri teknolojiye sahip laboratuvarlarında, en seçkin bilimadamları, en pahalı cihazlar sayesinde bile cansız maddelerden canlı bir hücre oluşturabilmek mümkün olamamaktadır. Değil hücre, hücredeki proteinleri bile laboratuvardaki kontrollü bir deney ortamında, canlı hücresindeki gibi bir verim ve başarıyla elde edebilmek olanaksızdır. Bu yapıların tesadüfen oluştuğunu öne sürmek ise elbette ki akıl dışı bir iddiadır. Canlılığın yaratılmış olduğu gerçeği, çok açıktır.
Cardiff Üniversitesi'nden, Uygulamalı Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe hayatın tesadüflerle doğduğuna on yıllar boyunca inandırılmış bir bilim adamı olarak karşılaştığı bu gerçeği şöyle anlatır:
Bir bilim adamı olarak aldığım eğitim boyunca, bilimin herhangi bir bilinçli yaratılış kavramı ile uyuşamayacağına dair çok güçlü bir beyin yıkamaya tabi tutuldum. Bu kavrama karşı şiddetle tavır alınması gerekiyordu... Ama şu anda, Tanrı'ya inanmayı gerektiren açıklama karşısında, öne sürülebilecek hiçbir akılcı argüman bulamıyorum... Biz hep açık bir zihinle düşünmeye alıştık ve şimdi yaşama getirilebilecek tek mantıklı cevabın yaratılış olduğu sonucuna varıyoruz, tesadüfi karmaşalar değil. (Chandra Wickramasinghe, Interview in London Daily Express, 14 Ağustos 1981.)


Darwin Formülü

Gerçekler böyleyken, isterseniz evrimcilerin nasıl saçma bir inanışa sahip olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği basit bir örnekle özetleyelim.
Evrim teorisi canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla bu iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi oluşturmuşlardır ve sonrasında bu atomlar bir şekilde diğer canlıları ve insanı oluşturmuşlardır. Oysa düşünelim; canlılığın yapıtaşı olan karbon, fosfor, azot, potasyum gibi elementleri biraraya getirdiğimizde bir yığın oluşur. Bu atom yığını, hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek bir canlı oluşturamaz. İsterseniz bu konuda bir "deney" tasarlayalım ve evrimcilerin aslında savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri iddiayı onlar adına "Darwin Formülü" adıyla inceleyelim:
Evrimciler, büyük varillerin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri malzemeyi de bu varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar—doğal şartlarda oluşumu mümkün olmayan—aminoasit, istedikleri kadar da—bir tekinin bile rastlantısal oluşma ihtimali 10-950 olan—protein doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın önde gelen bilim adamlarını koysunlar. Bu uzmanlar nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene varillerin başında beklesinler. Bir insanın oluşması için hangi şartların varolması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest olsun. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir insan, elektron mikroskobu altında kendi hücre yapısını inceleyen bir profesör çıkaramazlar. Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavuskuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler.
Kısacası, şuursuz atomlar biraraya gelerek hücreyi oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar vererek oluşan bu hücreyi ikiye bölüp, sonra ardarda başka kararlar alıp elektron mikroskobunu bulan, sonra kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri yaratamazlar. Madde bilinçsiz, cansız bir yığındır ve ancak Allah'ın üstün yaratmasıyla hayat bulur.
Bunun aksini iddia eden evrim teorisi ise, akla tamamen aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin ortaya attığı iddialar üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu gibi, bu gerçeği açıklıkla gösterir.

Körü Körüne Materyalizm

Evrimin tesadüfleri atomları öyle bir şekle sokar ki, atomlar sözde tesadüfen insan gözünü oluştururlar ve o kapkaranlık yığının içinden ışıl ışıl 3 boyutlu, beş duyulu bir dünyaya açılırlar. Üstelik bu öyle bir dünyadır ki 20. yüzyılın teknolojisi dahi bu tesadüflerle canlanan atomların sahip olduğu görüntü ve ses kalitesine ulaşamamıştır. Öyle ki en gelişmiş ses tekniklerini biraraya getirseniz yine de insan kulağından çok daha ilkel bir kaliteye sahip olduklarını görürsünüz. En gelişmiş görüntü tekniklerini toplasanız, insan gözünün sahip olduğu görüntü kalitesini elde edemezsiniz.
Sözkonusu teknoloji ürünlerinin "tesadüflerle" değil, bilinçli mühendislerin bilinçli tasarımlarıyla ortaya çıktığı açıkken, bunlardan çok daha kompleks olan canlı mekanizmaların tesadüflerle ortaya çıktığını savunmak bir saçmalıktır elbette. Çünkü her tasarım bir tasarımcıyı ispatlar. Evrim, doğadaki büyük tasarımı ise görmek istememektedir, çünkü bu tasarımı var eden Yaratıcı'yı, yani Allah'ı kabul etmek, evrimcilerin önyargılarına ve ideolojilerine aykırı gelmektedir.
Tüm bu önyargı ve ideolojilerin temeli, materyalizm olarak bilinen felsefedir. Materyalist felsefe, maddenin yaratılmadığını, sonsuzdan beri var olduğunu ve madde dışında hiçbir gerçeklik olmadığını varsayan düşüncedir. Allah inancına ve dine ise şiddetle karşıdır. Bu bilim değil, bir felsefedir. Evrimciler ise bilime değil, sözkonusu materyalist felsefeye bağlıdırlar ve bilimi de bu felsefeye uydurabilmek için çarpıtmaktadırlar. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve açık sözlü bir evrimci olan Richard Lewontin, bu somut gerçeği şöyle itiraf etmektedir:
Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a priori' (dogumla birlikte gelen) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizmle olan a priori bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz. (Richard Levontin, "The Demon-Haunted World", The New York Review of Books, January 9, 1997. s. 28)


Evrimin Asıl Çıkmazı: Ruh

Yeryüzünde birbirine benzeyen pek çok canlı türü vardır. Örneğin, ata ya da kediye benzeyen farklı türler olabilir. Böceklerin de birçoğu birbirine benzer görünümlüdür. Fakat bu benzerlikler hiç kimsede bir şaşkınlık yaratmaz.
Ancak nedense insanla maymun arasındaki bazı yüzeysel benzerlikler, kimi insanlarda son derece ilgi uyandırır. Öyle ki bu ilgi kimi insanları evrim teorisinin gerçek dışı senaryolarını benimsemeye kadar iter. Oysa, bir maymunla bir insan arasındaki yüzeysel benzerlikler hiçbir şey ifade etmez. Gergedan böceği ve gergedan da birbirlerine çok benzerler, ama bu benzerliğe dayanarak birisi böcek diğeri memeli olan bu hayvanlar arasında herhangi bir evrimsel ilişki kurmaya çalışmak komik olur.
Aradaki yüzeysel benzerlik dışında maymunun insanlara diğer hayvanlardan daha fazla bir yakınlığı söz konusu değildir. Hatta zeka açısından kıyaslanırsa, bir geometri mucizesi olan peteği üreten arı veya bir mühendislik harikası olan ağı üreten örümcek insana maymundan daha yakındır. Hatta bazı yönlerden üstündür bile...
Dahası, insanla maymun arasında çok büyük bir fark vardır. Maymun sonuçta bir hayvandır, bilinç açısından bir attan ya da bir köpekten farkı yoktur. İnsan ise bilinçli, irade sahibi, düşünebilen, konuşabilen, akledebilen, karar verebilen, muhakeme yapabilen bir varlıktır. Bütün bu özellikler de onun sahip olduğu "Ruh"unun işlevleridir. İnsanla diğer hayvanlar arasındaki uçurumu doğuran en önemli fark da işte bu "Ruh"tur. Hiçbir fiziki benzerlik, insan ile diğer bir canlı arasındaki bu en büyük farkı kapatamaz. Doğada ruhu olan tek canlı insandır.


Allah Dilediği Şekilde Yaratır

Peki evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir senaryo gerçekleşmiş olsa bile ne fark eder? Hiçbir şey... Çünkü evrimin öne sürdüğü ve tesadüflere dayandırdığı her aşama ancak bir mucize eseri oluşabilir. Yani canlılık bu aşamalarla meydana gelmiş olsa dahi her aşama ancak bir yaratılış sayesinde gerçekleşebilir. Tesadüflerle bu aşamaların gerçekleşebilmesi asla mümkün değildir.
İlkel atmosferde bir protein oluşmuşsa bunun tesadüfen oluşamayacağı olasılık kanunları, biyoloji ve kimya kanunları ile kanıtlanmıştır. Fakat mutlaka oluştuğu iddia edilirse, o halde onu bir Yaratıcı'nın yarattığını kabul etmek dışında başka bir alternatif yoktur. Aynı mantık evrimcilerin öne sürdüğü bütün tezler için geçerlidir. Örneğin balıkların sudan karaya çıkıp kara canlılarını oluşturduğuna dair ne paleontolojik bir kanıt vardır, ne de fizik, kimya, biyoloji ve mantık kuralları böyle bir geçişi doğrulamaktadır. Fakat mutlaka "balıklar karaya çıktı sürüngenlere dönüştü" denilecekse, bunu diyen, ancak bütün kuralların ve kanunların ötesinde, "OL" dediğinde dilediğini var eden üstün bir Yaratıcı'yı kabul etmek zorundadır. Bunun dışında bir düşünce kendi içinde çelişir ve hiçbir mantık kuralıyla bağdaşmaz.
Gerçek çok açıktır. Tüm canlılık çok kusursuz bir tasarımın, çok üstün bir yaratılışın ürünüdür. Bu ise bizlere bir Yaratıcı'nın varlığını, hem de sonsuz bir güç, bilgi ve akla sahip bir Yaratıcı'nın varlığını ispatlar.
O Yaratıcı, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi olan Allah'tır.


KAYNAKLAR

1. Prof. George O. Abel, Exploration Universe, s. 67
2. Milliyet, 19 Temmuz 1998
3. Carl Sagan, Kosmos, Evrenin ve Yaşamın Sırları, s. 101
4. Hürriyet Yaşam, 14 Aralık 1997
5. Hürriyet, 19 Kasım 1997
6. Hürriyet, 29 Temmuz 1997
7. Paul Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, s. 51
8. Dr. John Gribbin, The Omega Point, s. 128
9. Bilim Teknik, sayı 185
10. Taşkın Tuna, Uzayın Ötesi, s. 24
11. A.g.e. s. 62
12. Taşkın Tuna, Uzayın Sırları s. 278
13. Paul Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, s. 51
14. Hürriyet, 17 Ağustos 1997
15. Carl Sagan, Kosmos, Evrenin ve Yaşamın Sırları, s. 98
16. A.g.e. s. 98-99
17. A.g.e. s. 101
18. Sabah, 12 Nisan 1992
19. Walter Alvarez, The Rex and Creator of Doom, s.11
20. A.g.e. s.11
21. Sabah, 14 Mart 1998
22. Paul Davies, The Last Three Minutes, s. 3
23. A.g.e. s. 1-2
24. Milliyet, 19 Temmuz 1998
25. Hayvanlar Ansiklopedisi Sabah Yayınları s.1776-1779