17 Ağustos 2010 Salı

Kuran'da Münafık Karakteri

KURAN'DA MÜNAFIK KARAKTERİ






İnsanlardan öyleleri vardır ki: "Biz
Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" derler;
oysa inanmış değillerdir.
- Bakara Suresi, 8 -








CAVİT YALÇIN

















İÇİNDEKİLER
Giriş
Münafıkların temel özellikleri
Mümin topluluğunun içinden çıkarlar
İman etmedikleri halde iman etmiş gibi gözükürler
Kuran’ı anlamazlar
Allah’ı çok az anarlar
Kibirlidirler
Kalplerinde olmayanı söylerler
Kuran’ı çarpık yorumlarlar
İyiye engel olur, kötülük yapmak için yarışırlar
Allah’ın beğendiklerini çirkin görürler
Nankördürler
Kuran ve müminler hakkında alaycı konuşmalar yaparlar
Hem fiziksel, hem ruhi yönden pistirler

Müminleri aldatmaya çabalamaları
Gösteriş için namaz kılarlar
Allah’ın değil insanların rızasını gözetirler
Mallarını gösteriş olsun diye harcarlar
Allah yolunda ciddi bir harcama yapmazlar
Aç gözlü ve bencildirler
Dış görünümleri ve konuşmaları gösterişli olabilir
Gizli toplanır, müminlere karşı plan kurarlar
Müminlerin arasında “ajanlık” yapmaya kalkarlar

İçinde bulundukları ruh hali
Rahat değildirler, sürekli kendilerini över, temize çıkmaya çalışırlar
Müminlere karşı korku ve tedirginlik içindedirler

Münafıkların akılsız oluşları
Allah’ın, yaptıklarını görmediğini sanmaktadırlar
Allah’ın müminlere desteğinin bilincinde değildirler
İnkarcıların eziyetlerinden, Allah’ın azabından çok korkarlar
Kendi aralarında da anlaşmazlık içindedirler
Müminleri aldanmış sanırlar
Akıllı olduklarını sanırlar

Fitne çıkarma özellikleri
Korku ve zorluk anlarında kendilerini belli ederler
Allah adına mücadeleden bahane bularak kaçarlar
Zorluk anlarında fitne çıkarırlar
Müminler arasında yalan haber yayarlar
Düzeltmek adına bozgunculuk yaparlar

Fitnenin ardından müminlere karşı giriştikleri eylemler
Müminlerden intikam almak isterler
Müminlere karşı inkarcılarla işbirliği yaparlar
Müminleri karalamaya çalışırlar
Müminlerden kendi saflarına adam çekmeye çalışırlar

Allah münafıkları ortaya çıkartacak ve azaplandıracaktır
Münafıklar dünyada da büyük bir azap çekecektir
Cehennemin en aşağı tabakasına atılacaklardır












GİRİŞ
Bir müslümanın en büyük özelliği, kendisine rehber olarak Kuran'ı edinmesidir. Kuran'ı rehber alan insan, hem kendini, hem dünyayı, hem de içinde yaşadığı toplumu bu kitabın ayetlerine göre değerlendirir. Çünkü bilir ki, bu kitap, kendisini ve tüm evreni yaratmış olan Allah tarafından indirilmiştir. O, herşeyi yarattığına göre, herşeyin en doğrusunu da O bilmektedir. Nitekim Mülk Suresi'nin "O, yarattığını bilmez mi? O, Latif'tir; Habir'dir" şeklindeki 14. ayeti de aynı gerçeğe işaret etmektedir. Ayette geçen "Habir" sıfatı, "herşeyin içyüzünden, gizli tarafından haberdar olan" anlamına gelir.
Allah, herşeyin içyüzünü bilmektedir ve bu sonsuz bilgisinden bir kısmını da, indirdiği kitabında müminlere rehberlik etmesi için açıklamıştır Bir Kuran ayetinde bu konu şöyle vurgulanır:

"Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik." (Bakara, 151)

Bu nedenle, bir müslüman, Kuran ayetlerini çok dikkatli okumalı ve Allah'ın bu ayetlerde verdiği bilgiyi, "Biz ayetlerimizi hem afakta (dış dünyada), hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun..." (Fussilet, 53) hükmü gereğince dış dünyada da göreceğini unutmamalıdır. Kuran'da, dış dünya ile ilgili pek çok özlü ve hikmetli bilgi verilir. Bu bilgiler arasında en önemlilerinden biri de, müslümanın ne gibi bir toplumla, ne gibi insanlarla karşılaşacağını anlatan ayetlerdir. Allah'ın dinini ve güzel ahlakı yaşamakla ve bunu diğer insanlara anlatmakla görevli olan mümin, farklı insanlarla ve farklı tepkilerle karşılaşacaktır. Kimileri onu dinleyecek, kimileri ona karşı çıkacaktır. Toplumun bazı kesimleri müminlere saldırmayı, onları baskı altına almayı planlayacaktır. Kuran'da tüm bunlar anlatılır ve müslümanlar, hangi durumlarda nasıl tavır takınmaları gerektiği konusunda bilgilendirilirler.
İşte bu kitapçıkta, Kuran'da sürekli olarak dikkat çekilen bir grup insanı, münafıkları konu edineceğiz.
Münafıklar, Kuran'ın tarifiyle iki yüzlü, sahtekar insanlardır ve gerçekte mümin olup iman etmedikleri halde, sanki iman etmişler gibi davranırlar. En önemlisi de, bu sahtekarlıklarını kendi başlarına yapmazlar; müminlerin arasına girmeye, sanki onlardanmış gibi davranmaya çalışırlar. Böyle yapmalarının nedeni, müminlerle birarada olarak bir takım dünyevi çıkarlar elde etme yönündeki umutlarıdır. Sanırlar ki, müminlerin yanına gelip, iman etmiş gibi gözükerek, müminleri kandırabilir ve onların sahip olduğu bazı imkanlardan yararlanabilirler...
Umdukları çıkarları elde edemeyeceklerini anladıklarında, ya da müminlerin başına bir sıkıntı ya da zorluk geldiğinde, hemen onlardan ayrılır ve gerçek yüzlerini gösterirler. Ayrıldıktan sonra, ya da ayrılırken, müminlere zarar vermeye, onların arasındaki birliği bozmaya gayret ederler. Müminlerden uzaklaştıktan sonra, inkarcılarla işbirliği yaparak zarar verme çabalarını sürdürürler. Bu nedenledir ki bu ikiyüzlülere Kuran'da "münafık", (yani nifak çıkaran, bozgunculuk ve fitne üreten) adı verilmiştir.
Münafıklar, Kuran'da çok ayette anlatılan ve müminlerin dikkat etmeleri hatırlatılan insanlardır. Bu nedenledir ki, kendisine Kuran'ı rehber edinen ve Kuran yolunda ilerleyen bir mümin münafıklara karşı dikkatli olmak, onların özelliklerini bilmek durumundadır. Çünkü, Kuran yolunda ilerleyen her mümin topluluğu, mutlaka münafıklarla karşılaşacaktır.
Münafık özelliklerini tanımak bir başka yönden daha önemlidir: Müminler, bu özelliklere bakarak, kendilerini de eğitmekle yükümlüdürler. Hatalı bir davranışın münafık veya inkarcı özelliği olduğunu bilmek, müminin bu tür bir davranışa karşı çok daha dikkatli olmasını sağlar.
Örneğin kibirli olmak bir münafık ve inkarcı özelliğidir. Ancak mümin de boş bulunduğu, gaflete kapıldığı bir anda kibirli bir tavır içine girebilir. Ancak yaptığının Allah'ın münafık ve kafirlerin özelliği olarak saydığı çirkinliklerden biri olduğunu hatırladığında hemen hatasından dönecektir.
Bu nedenle, münafıklara bakan ayetleri okurken, müminlerin bunları kendi üzerlerine de alıp, dersler çıkarmaları gerekmektedir.















MÜNAFIKLARIN TEMEL ÖZELLİKLERİ
Kuran'da münafıkları anlatan, onların düşünce yapılarını, psikolojik durumlarını ve yaptıkları eylemleri bildiren çok sayıda ayet vardır. Bu ayetler incelendiğinde, bu ikiyüzlü kişilerin pek çok özelliği ortaya çıkmaktadır. Bu ayetlerin bir kısmı, münafıkların genel tanımını yaparken, önemli bir bölümü de peygamber dönemindeki münafıkların davranışlarını anlatır. Ancak, Kuran her çağa ve her topluma baktığı için, peygamberin izinde yürüyen her mümin topluluğu, benzer münafıklarla ve benzer davranışlarla karşılaşacaklardır. Ve bu mümin topluluğu, "...O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip tanıyacaksınız...." (Neml, 93) hükmü gereğince, münafıklarla ilgili ayetlerin gerçekleştiğini, gerçekten bu tür insanların çıktığını ve bir Kuran mucizesi olarak, gerçekten de tam Kuran'da tarif edildiği gibi davrandıklarını görecektir.
Münafıkların bazı temel özellikleri şöyle maddelenebilir:

Mümin topluluğunun içinden çıkarlar
Münafıklar, müminlerin olmadığı bir ortamda var olmazlar. Müminlerin olmadığı bir ortamda ancak klasik inkarcılar (Kurani deyimle "müşrik" veya kafir"ler) olur. Ancak bir toplum içinde bir mümin topluluğu varsa; bazı kişiler, bu müminlerin arasına sızmak ve böylece onların sahip oldukları bazı imkanlardan yararlanmak için, iman etmedikleri halde etmiş gibi gözükebilirler. Böyle bir ikiyüzlülüğe gitmelerinin tek nedeni, iman etmiş gibi görünmelerinin onlar için bazı çıkarlar taşıyacağını düşünmeleridir. Müminlerin güçlü olduğu bir toplum içinde de, bazı kişiler onlara yaranmak amacıyla ikiyüzlülük yapabilir.

İman etmedikleri halde iman etmiş gibi gözükürler
Başta da belirttiğimiz gibi, ikiyüzlülerin temel vasfı, iman etmedikleri halde iman etmiş gibi görünmeleridir. Kuran'ın ikinci Suresi olan Bakara'nın hemen başında, bu tür insanlara dikkat çekilir:
"İnsanlardan öyleleri vardır ki: 'Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik' derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır." (Bakara, 8-10)
Dolayısıyla münafıklar, ne Allah'a ne de ahirete gönülden iman etmemektedirler. Böyle bir insan, yalnız ve yalnız kendi dünyevi çıkarları için yaşar ve bu çıkarlarına müminler aracılığıyla kavuşma ümidini taşır.

Kuran'ı anlamazlar
Gerçekten iman etmiş olmadıkları için, mümin özelliklerinin hiçbirine sahip değildirler. Yalnızca bu özelliklerin görünür olanlarını taklide kalkar, ancak bunu da başaramazlar. İman etmediklerinin en büyük delili, Kuran'ı anlamaları, Kuran ayetlerinden etkilenmemeleridir:
"Bir sûre indirildiğinde onlardan bazısı: "Bu, hanginizin imanını arttırdı?" der. Ancak iman edenlere gelince; onların imanını arttırmıştır ve onlar müjdeleşmektedirler....
Bir sûre indirildiğinde, bazısı bazısına bakar (ve): "Sizi bir kimse görüyor mu?" (der.) Sonra sırt çevirir giderler. Gerçekten onlar, kavramayan bir topluluk olmaları dolayısıyla, Allah onların kalplerini çevirmiştir." (Tevbe, 124, 127)
Münafıklar Kuran'ı anlayamamakta ve O'nun müminler için "kalplere şifa" (Yunus, 57) olan ayetlerinden etkilenmemektedirler. Buna karşılık, müminlerin kalpleri Kuran okunduğunda rahatlamakta ve imanları artmaktadır:
"Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler." (Enfal,2)

Allah'ı çok az anarlar
Müminler, Allah'ı çokça, anan, için için O'na dua edip yönelen ve O'ndan bağışlanma dileyen kimselerdir. Hem kendi içlerinde Allah'ı çokça anarlar, hem de konuşma, hal ve tavırlarında Allah'ı hatırlatırlar. Münafıkların en belirgin özelliği ise, Allah'la bağlantılarının olmayışıdır. Allah, kalplerinde yoktur, O'na yönelmez, O'nu anmaz, O'ndan bağışlanma dilemezler. Bunu müslüman görünmek için gereken bir zorunluluk, bir angarya gibi gördüklerinden dolayı, Allah'ı ancak çok az anarlar. Kuran, ayeti de aynı gerçeği bildirmektedir:

"Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar." (Nisa, 142)

Başka ayetlerde ise münafıkların Allah'ı anmayışı durumunu şöyle anlatıyor:

"Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir." (Mücadele, 19)

"Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır." (Tevbe, 67)

Kibirlidirler
Bir müminin en başta gelen özelliklerinden biri, tevazu sahibi olmak, her zaman hata yapabileceğini kabul etmek ve kendisine yapılan öğüt ve uyarılara da hemen uymaktır. Buna karşılık, münafıklar son derece kibirli, kendini beğenmiştirler. Onlara verilecek hiçbir öğüdü dinlemez, hata yaptıklarını kabul etmezler. Çok akıllı oldukları, herşeyin en iyisi bildikleri kanısındadırlar. Bir de, Allah'ın iyi birer kulu olduklarını öne sürerler. Peygamberin kendileri için bağışlanma dilemelerini kabul etmemeleri, sahip oldukları kibirin en açık göstergesidir: Onlara: "Gelin Allah'ın Resûlü sizin için mağfiret (bağışlanma) dilesin," denildiği zaman başlarını yana çevirdiler. Sen, onların büyüklük taslamışlar olarak yüz çevirmekte olduklarını görürsün". (Münafikun, 5)
Kibirli olduklarından dolayı, diğer müminleri kendilerinden aşağı görürler. Sahip oldukları herhangi bir özellik -zenginlik, şöhret, mevki, güzellik- onları kibirlendirir ve bu özelliğe sahip olmayan bir mümini küçük görürler. Oysa üstünlük ancak takva iledir. Müminler bu tür dünyevi kıstasları göz önünde bulundurmaz, insanları para, şöhret, fiziki güzellik gibi özelliklere göre değil, imanlarına göre sevip-sayarlar. Bu nedenle, bu tür özelliklerinden dolayı kibirlenen kişiler, mümin topluluğu içinde hemen farkedilir ve küçük düşerler.

Kalplerinde olmayanı söylerler
Münafıkların bir başka önemli özelliği, yalan söylemeleridir. Allah'tan korkmadıkları için, sıkıştıkları durumda hemen yalana başvururlar ve böylece müminleri kandırabileceklerini sanırlar. Yalan yoluyla kendilerine verilen sorumluklardan kaçmayı denerler. Kuran'da, düşmana karşı savunma yapmak için çağırılan münafıkların yalana başvurarak kaçmaya çalıştıklarına dikkat çekiliyor:

Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda savaşın ya da savunma yapın" denildiğinde, "Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir.(Al-i İmran,167)


Kuran'ı çarpık yorumlarlar
Müminler Kuran ayetlerini okurken, her zaman için ayetleri doğru yorumlamaya dikkat ederler. Bu, bir ayeti okurken, onu Kuran'ın genel mantığına göre yorumlamakla olur. Ayrıca bir mümin hiçbir zaman bir ayet üzerinde kesin hüküm vermez. Aklına gelen farklı bir yorumu, ya da anlamadığı bir şeyi başka müminlere sorar, özellikle en bilgili ve akıllı gördüğü müminlere danışır.
Buna karşın, münafıklar sürekli olarak Kuran'ı çarpık yorumlarlar. Kuran'daki farklı anlamlar taşıyabilen (müteşabih) ayetleri kullanarak, Kuran'ın genel mantığına aykırı sonuçlar çıkarmaya çalışırlar. Böyle davranmalarının nedeni, Kuran'ı kendi istek ve tutku (heva)larına göre yorumlamaya, ayetlerden kendi menfaatlerine uygun sonuçlar çıkarmaya çalışmalarıdır. Bu tür çarpık bir yorum yaptıktan sonra, bunu bilgili ve akıllı gördüğü müminlere de çoğu kez açıklamazlar. Kendilerine yakın gördükleri kimselere aktararak, destekçi bulmaya kalkarlar. Bu, dini bozmaya ve karmaşa çıkarmaya yönelik bir hareket, yani "fitne"dir. Kuran, münafıkların bu ardniyetli tavrını şöyle ifade ediyor:
"Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez." (Al-i İmran, 7)

İyiye engel olur, kötülük yapmak için yarışırlar
Müminlerin en önemli vasıflarından biri, iyiliği emredip, kötülükten menetmektir. Yani bir mümin, elinden geldiğince iyiliğe, Kuran'ın hükümlerine çağıracak ve mümkün olduğunca kötülüklere engel olmaya uğraşacaktır.
Münafıkların tavrı ise bunun tam tersidir. Dinin ve müminlerin yararına olan faaliyetleri engellemeye çalışırlar. Müslümanların lehine sonuçlanacak olan gelişmelerden rahatsız olurlar. Buna karşın, bencil istek ve tutkuları yönündeki her hareketin başını çekerler. Müslümanlara zarar vereceğini düşündükleri, onları sıkıntıya uğratacak hareketlerin tümüne destek olurlar.

"Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır." (Tevbe, 67)

Allah'ın beğendiklerini çirkin görürler
Münafıklar, Allah rızasına uymadıkları, Allah rızasına uygun işleri çirkin gördükleri için saparlar. Oysa müminler için, Allah rızasına uygun hareket etmek, en güzel harekettir ve müminlere neşe ve mutluluk veren de Allah rızasını aramaktır. Buna karşılık, münafıklar ibadetlerin tümünü çirkin karşılar, bunlardan zevk alamazlar:

"İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah'ı gazaplandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar; bundan dolayı (Allah,) amellerini boşa çıkardı."(Muhammed, 28)

Nankördürler
Münafıklar diğer bütün inkarcılar gibi Allah'a karşı nankördürler. Kendilerini yaratmış olan ve türlü nimetlerle yaşatan Allah'a sürekli nankörlük eder, O'nun hükümlerinden yüz çevirirler.
İkinci bir nankörlükleri ise müminlere karşıdır. Çünkü müminlerin arasına katıldıklarında, müminler onlara yardım etmiş, onları da kardeş saymışlardır. Müminlerin tek yaptıkları, onları imana çağırmak, onların ahiretini kurtarmaya çalışmak olmuştur. Onlara verdikleri öğütler, yaptıkları uyarı ve hatırlatmalar, onların iyi olmalarını istedikleri içindir.
Buna karşılık, münafıkların tavrı ise, müminlere düşmanlık beslemekten başka bir şey değildir. Bu müminlere yapılmış büyük bir nankörlüktür:

" Allah'a and içiyorlar ki (o inkâr sözünü) söylemediler. Oysa andolsun, onlar inkâr sözünü söylemişlerdir ve İslamlıklarından sonra inkâra sapmışlardır ve erişemedikleri bir şeye yeltenmişlerdir. Oysa intikama kalkışmalarının, kendilerini Allah'ın ve elçisinin bol ihsanından zengin kılmasından başka (bir nedeni) yoktu. Eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur, eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, ahirette de acı bir azapla azaplandırır. Onlar için yeryüzünde bir koruyucu-dost ve bir yardımcı yoktur."

"Sen, onlar için ister bağışlanma dile, istersen dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz. Bu, gerçekten onların Allah'a ve elçisine (karşı) nankörlük etmeleri dolayısıyladır. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez." (Tevbe, 74, 80)

Kuran ve müminler hakkında alaycı konuşmalar yaparlar
Müminlerin en önemli özelliklerinden biri, Allah'ı, O'nun kitabını ve resulü herşeyin üzerinde tutmaları, onlara karşı büyük bir saygı beslemeleridir. Bir mümin son derece neşelidir, şakacıdır; ancak asla bu saydığımız konuları şaka ve eğlence konusu yapmaz. Bu konularda son derece hassastır ve kesinlikle bu konuları alaya almak gibi bir akılsızlığa yeltenmez.
Buna karşın münafıklar, müminlerin tam tersine, bu konularda sık sık densiz ve akılsız laflar eder, ileri-geri konuşurlar. Bu, münafıkların gerçekte Allah'a, kitabına ve müminlerin önderine gizli olarak duydukları nefretten kaynaklanmaktadır. Çünkü Kuran ayetleri ve bu ayetleri kendilerine hatırlatan müminleri, çıkarlarına aykırı görmekte ama ikiyüzlülüklerinden dolayı ses çıkarmamaktadırlar. Bu, münafıkların bilinçaltında büyük bir kin ve nefret oluşturur. Bunun ortaya çıkması ise, ilk başta, bu konularda yaptıkları alaycı konuşmalarla ve iğneleyici sözlerle gerçekleşir.
Kuran, münafıkların bu tür alaycı konuşmalarına dikkat çekmekte ve bunun ne denli büyük bir işaret olduğunu hatırlatmaktadır. Ayette belirtildiğine göre, münafık, yaptığı alaycı konuşmaları önemsizmiş gibi göstermeye çalışacaktır, ancak mümin bu konularda son derece hassastır:

"Onlara sorarsan, andolsun: 'Biz dalmış, oyalanıyorduk' derler. De ki: 'Allah ile, O'nun ayetleriyle ve elçisiyle mi alay ediyordunuz?'" (Tevbe, 65)

Hem fiziksel, hem ruhi yönden pistirler
Allah Kuran'da münafıkların özelliklerini sayarken, onların pis, hatta "iğrenç" olduklarını bildirmektedir. Genel olarak tüm müşriklerin "pis" olduğunu vurgulayan Tevbe Suresi'nin 28. ayeti yanında, doğrudan münafıklarla ilgili olan ayetlerde de fiziksel ve ruhi bir pislikten söz edilmektedir. Münafıkların peygamber ve yanındaki müminlerden ayrıldıklarında kurdukları "Dırar Mescidi" ile müminlerin mescidi arasındaki fark anlatılırken de, müminlerin mescidinde "temizlenmeyi seven" insanlar olduğuna dikkat çekilir (Tevbe 107-108).
Bunun yanında, münafıklardan bahseden bir başka ayette ise şöyle denir:

"(Allah) Kalplerinde hastalık olanların ise, iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip-arttırmış ve onlar kâfir kimseler olarak ölmüşlerdir." (Tevbe, 125)





MÜMİNLERİ ALDATMAYA ÇABALAMALARI

Başta da belirttiğimiz gibi, münafıkları diğer inkarcılardan ayıran şey, kendilerini mümin gibi göstermeye çalışmalarıdır. Bir takım çıkarlar uğruna müminlerle birlikte olmak isterler. Ya da müminlerle aynı ortamda bulunmak zorundadırlar ve bu ortamda onlar gibi görünmenin daha "kârlı" olduğunu düşünürler.
Her iki durumda da münafık, İslam'ın kurallarını, müminlere kendini ispat etmek için yerine getirecektir. Gösteriş için ibadet edecektir. Ama bu aslında bir ibadet değildir. Çünkü bir fiilin ibadet olması için, Allah rızası aranarak yapılmış olması gerekir. Münafıklar ise, Allah'ın değil, insanların rızasını ararlar. Kuran, münafıkların bu tavrına özellikle dikkat çekmektedir.

Gösteriş için namaz kılarlar
Kuran, insanların rızası için namaz kılanlardan şöyle söz eder:

"İşte (şu) namaz kılanların vay haline,
Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar,
Onlar gösteriş yapmaktadırlar." (Ma'un, 4-6)

Bu ayette anlatılan klasik münafık tavrıdır. "Onlar namazlarında yanılgıdadırlar (gafildirler)" ifadesi, münafıkların namazı Allah'ı düşünüp-anarak kılmadıklarına dikkat çekmektedir. Buna karşılık müminler, "Müminler gerçekten felah bulmuştur; Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır" (Müminun, 1-2) ayetinde dendiği gibi, namazda içli bir şekilde Allah'a dönüp-yönelen ve Allah'a karşı "saygı dolu bir korku" duyan kimselerdir.

Allah'ın değil insanların rızasını gözetirler
Münafıklar, namazlarında olduğu gibi, genel hal ve tavırlarında da sürekli olarak Allah'ı değil, müminleri hoşnut etmeye çalışan bir ruh hali içindedirler. Kendilerini takva (Allah'ın sınırlarını koruyan) bir mümin gibi göstermek için abartılı tavırlarda bulunurlar. Kendilerini ön plana çıkarmaya, yaptıkları herhangi bir işi reklam ederek kendilerince müminlerin gözünde "puan toplamaya" çalışırlar. Kuran'da bu konu şöyle vurgulanıyor:

"Sizi hoşnut kılmak için Allah'a yemin ederler; oysa mümin iseler, hoşnut kılınmaya Allah ve elçisi daha layıktır." (Tevbe,62)

Ayetin münafıkların "yemin etme" özelliğine dikkat çekişi de önemlidir. Münafıklar, sürekli kendilerini ispatlamak ihtiyacı duyduklarından sıkça ve abartılı bir biçimde yemin ederler.

Mallarını gösteriş olsun diye harcarlar
Münafıkların gösteriş için taklit ettikleri bir diğer ibadet de, infaktır. İnfak, Allah yolunda ve Allah rızası için yapılan her türlü harcama ve bağış anlamına gelir. Müminler, mallarını Allah rızası için harcarlarken, münafıklar bunu insanların rızası için yaparlar:

"Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah'a ve ahiret gününe de inanmazlar. Şeytan, kime arkadaş olursa, artık ne kötü bir arkadaştır o. Allah'a ve ahiret gününe inanarak Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan infak etselerdi, aleyhlerine mi olurdu? Allah, onları iyi bilendir."(Nisa 38-39)

Ama insanlar için yaptıkları bu harcama, Allah tarafından kabul edilmeyecektir:

De ki: "İsteyerek veya istemeyerek infak edin; sizden kesin olarak kabul edilmeyecektir. Çünkü siz bir fasıklar topluluğu oldunuz."

İnfak ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey, Allah'ı ve elçisini tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri ve hoşlarına gitmiyorken infak etmeleridir. (Tevbe, 53-54)

Ayet, münafıkların yaptıkları ibadetleri "isteksizce", ya da "hoşlarına gitmediği halde" yaptıklarını bildiriyor. Bu, münafıkların içinde bulunduğu sıkıntının da kaynağıdır. Çünkü yaptıkları fedakarlıkların -bunları gösteriş için yaptıklarından dolayı- hepsi boşa gitmektedir. İbadetleri "angarya" gibi görmekte, bundan dolayı da sıkıntı ve ızdırap duymaktadırlar. Üstüne üstlük, gösteriş için yaptıkları fiiller amacına ulaşamaz; çünkü müminler bir hareketin Allah rızası için mi, yoksa insanlara gösteriş için mi yapıldığını hissederler ve münafıkları takdir etmek yerine, onlardan soğurlar. Bu durumda münafık, tek hedefi olan insanların rızasını da elinden kaçırmıştır ve kendini bir hiç uğruna bir sürü angarya üstlenen bir kişi olarak görmeye başlar.

Allah yolunda ciddi bir harcama yapmazlar
Münafıklar mallarını gösteriş olsun diye harcarlar, ama hiç bir zaman da önemli bir harcamada bulunmazlar. Yaptıkları harcama, ancak insanların gözünü boyamak için verilmiş küçük bir meblağdır. Ama bu infak, hiç bir zaman Kuran'ın müminler için ifade ettiği, "hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır..." (Tevbe, 111) ayetinde tarif edilen harcama gibi değildir.
Müminler, üstteki ayet gereği, gerektiğinde tüm mallarını Allah yolunda harcamaktan çekinmezler.
Oysa münafık, müminlerin arasına çıkar elde etmek için girmiştir. Yapacağı harcama ise Allah rızası için değil, ancak "kaz gelecek yerden tavuk esirgememe" mantığında olabilir. Mümin gözükmek uğruna yapacağı ufak bir harcama ile, müminlerin sahip olduğu daha büyük imkanlardan yararlanacağını düşünür. Bunun için katlanabileceği fedakarlık ise ancak bir noktaya kadardır. Verdiklerinin aldıklarından fazla olmasına asla razı olmayacaktır.
Buna karşılık, müminlerin düşüncesi sürekli vermek, sürekli fedakarlık yapmaktır. Çünkü mümin, yaptıklarının karşılığını Allah katında beklemekte, ahireti hedeflemektedir. Dünyanın geçici ve yararsız olduğunu kavramıştır ve bu dünyada ancak Allah'ın rızasını kazanmak için bulunduğu sırrını da çözmüştür.
Kuran, münafıkların cimriliklerine şöyle dikkat çekiyor:

"Onlardan (münafıklardan) kimi de: "Andolsun, eğer bize bol ihsanından verirse gerçekten sadaka vereceğiz ve salihlerden olacağız" diye Allah'a ahdetmiştir.
Onlara kendi bol ihsanından verince ise, onunla cimrilik yaptılar ve yüz çevirdiler; onlar böyle sırt dönenlerdir.
Böylece O da, Allah'a verdikleri sözü tutmamaları ve yalan söylemeleri nedeniyle, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar, kalplerinde nifakı yerleşik kıldı." (Tevbe, 75-77)

Bir başka ayette münafıklar için şöyle denir:

Allah'a ve ahiret gününe inanarak Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan infak etselerdi, aleyhlerine mi olurdu? Allah, onları iyi bilendir. (Nisa, 39)

Bir başka ayette ise, münafıkların, müslümanlara infak yapılmaması konusunda propaganda yaptıkları ve böylece müminleri kendi akıllarınca zor durumda bırakmaya çalıştıkları anlatılıyor:

"Onlar ki: "Allah'ın Resûlü yanında bulunanlara hiç bir infak (harcama)da bulunmayın, sonunda dağılıp gitsinler," derler. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Ancak münafıklar kavramıyorlar."(Münafikun, 7)

Açgözlü ve bencildirler
Münafıklar Allah yolunda hiçbir ciddi fedakarlığa yanaşmadıkları gibi, bir de mümkün olduğunca müminlerden çıkar sağlamaya çalışırlar. Allah rızasını aramadıkları için, sürekli olarak küçük çıkarlar elde etme peşindedirler. Bu yüzden de müminlerin kalender, fedakar ve asil tavrının aksine, aç gözlü ve bencildirler. Kuran, münafıkların müminlerden çıkar sağlama isteklerini şöyle haber veriyor:
"Onlardan sadakalar konusunda seni yadırgayacaklar vardır. Ondan kendilerine verilirse hoşlanırlar, kendilerine verilmediği zaman bu sefer gazaplanırlar.
Eğer onlar, Allah'ın ve elçisinin verdiklerine hoşnut olsalardı ve: "Bize Allah yeter; Allah pek yakında bize fazlından verecek, O'nun elçisi de. Biz gerçekten ancak Allah'a rağbet edenleriz" deselerdi (ya)!.." (Tevbe, 58-59)
Ayette söylenen "bize Allah yeter" sözü, müminlerin bakış açısını tarif eder. Mümin bilir ki, yaptıklarının asıl karşılığı ahirettedir. Allah onu, yaptıklarının kat kat fazlasıyla, cenneti, rahmeti ve rızasıyla ödüllendirecektir. Bu nedenle dünyadaki küçük çıkarlar adına açgözlülük etmesi, peygambere ve müminlere muhalif tavır takınması mümine asla yakışmaz. Mümin aşağıdaki ayetin hükmüne girmekten ciddi şekilde endişe duyar:
"Kim kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!.. " (Nisa 115)

Diğer taraftan mümin, Allah'ın, kendisine gerektiği zaman dünyada da büyük nimetler vereceğini bilmektedir.
Münafık ise, Allah'tan ve rahmetinden habersiz olduğu için, ancak küçük ve basit çıkarlar peşinde koşar ve böylece kendini küçük düşürür.

Dış görünümleri ve konuşmaları gösterişli olabilir
Kuran'da bir de münafıkların dış görünümlerine ve konuşmalarına dikkat çekilmekte, onların kimi zaman etkileyici bir görüntü ve konuşma üslubu içinde oldukları haber verilmektedir. Başka ayetlerde de, münafıkların kimi zaman hararetli konuşmalar yaptıkları ve kendilerini kahraman gibi göstermeye çalıştıkları anlatılır.
Münafık karakterliler, barış zamanında cesaretlerini ve imanlarını ispatlamak, müminlerin takdir ve güvenini kazanmak için, kendilerinin ölümü bile göze aldıklarından bahsedebilir, hatta bu yönde hararetli konuşmalar yapabilirler.

"İman edenler, derler ki: "(Savaş izni için) Bir sûre indirilmeli değil miydi?" Fakat, içinde savaş (kıtal) zikri geçen muhkem bir sure indirildiği zaman, kalplerinde hastalık olanların, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş olanların bakışı gibi sana baktıklarını gördün." (Muhammed, 20)

Bu, münafıkların zaman zaman "ucuz kahramanlıklar" yapmalarına rağmen, kalplerinin boş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle münafıklar, Kuran'da içi boş, "dayandırılmış ahşap kütük"lere benzetilirler:

Sen onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar. (Münafikun,4)

Gizli toplanır, müminlere karşı plan kurarlar
Eğer mümin topluluğu içinde birden fazla münafık varsa, bunlar birbirleriyle gizli ilişkiye girecek ve Kuran'ın deyimiyle "gizli toplantılar" yapacaklardır.
Çünkü münafıklar, ayrı tür yaratıklardır ve birbirlerini tanırlar. Bir mümin topluluğu içinde barınmaya çalışan münafık, kısa sürede kimlerin kendi ile aynı yapıda olduğunu hissedecektir. Çünkü diğer "türdeş"leri de, kendisi gibi fedakarlıktan kaçan, sevgiden uzak, kibirli kimselerdir. Mümin topluluğu içinde başkalarının da kendi yapısında olduğunu hisseden münafık, onlara yakınlaşır. Aralarında gruplaşmaya giderler. Diğer müminlerden uzak durmaya ve birbirleri ile birlikte olmaya çalışırlar. Çünkü müminlerin yanında rahat edememektedirler; müminler onların Kuran dışı hareketlerini uyarır, onları fedakarlığa çağırırlar. Buna karşın, ibadetleri son derece gevşek tutan ve kendi çıkarlarını koruyan diğer münafıkların yanında çok rahat ederler.
Münafıkların aralarındaki gruplaşma, zamanla Kuran'ın özellikle vurguladığı "gizli toplantı" aşamasına dönüşür. "Gizli toplantı", münafıkların, müminlerden habersiz olarak bir araya gelip, müminler ve peygamber ya da müminlerin lideri hakkında "isyan"ı, ya da "fitne"yi konuşmalarıdır. Kuran, münafıkların bu tavrını ayrıntılı olarak anlatıyor:

'Gizli toplantıların fısıldaşmalarından’ (kulis) men' edilip sonra men' edildikleri şeye dönenleri; günah, düşmanlık ve Peygamber’e isyanı (aralarında) fısıldaşanları görmüyor musun? Onlar sana geldikleri zaman, seni Allah'ın selamladığı biçimde selamlıyorlar. Ve kendi kendilerine: "Söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azap etse ya." derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o, ne kötü bir gidiş yeridir. (Mücadele, 8)

"Gizli toplantıları" konu edinen bir başka ayet, bu toplantıların gece vakti oluşuna dikkat çekiyor:
"Onlar, insanlardan gizlerler de Allah'tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi 'geceleri düzenleyip kurarlarken,' onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatandır." (Nisa, 108)

Bir başka ayet, münafıkların bu eyleminin "şeytandan" olduğunu bildiriyor:
"Şüphesiz 'gizli toplantıların fısıldaşmaları' (kulis), iman edenleri üzüntüye düşürmek için ancak şeytan (ürünü olan işler)dandır..." (Mücadele, 10)

Müminlerin arasında "ajanlık" yapmaya kalkarlar
Münafıkların bir kısmı, mümin taklidi yaparak müminlerin arasında yer almaya çalışırken, bir yandan da inkarcıların önde gelenleriyle temas kurup, onlara müminlerden haber taşırlar. Çünkü inkarcıların önde gelenleri müminleri kendilerine düşman olarak belirlemişlerdir, ancak müminlerin arasındaki dayanışma (tesanüd) nedeniyle onlara zarar veremezler. Bu durumda, müminlerin arasına karışmış olan münafıklara yakınlaşarak, onlara bir takım menfaatler sağlarlar ve bunun karşılığında da mümin topluluğu hakkında kendilerine bilgi ulaştırmalarını isterler. Bu bir anlamda "ajanlık"tır. Münafıkların bu tavrı, "...içinizde onlara (inkarcılara) 'haber taşıyanlar' vardır. Allah, zulmedenleri bilir." (Tevbe, 47) ayetiyle bildiriliyor. Kuran, münafıkların bu vasfını, ayrıca "başka bir topluluk adına kulak tutmak (haber toplamak)" olarak da ifade ediyor:
"Ey Peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "İnandık" diyenlerle Yahudiler'den küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır..." (Maide, 41)























İÇİNDE BULUNDUKLARI RUH HALİ

Münafıkların içinde bulunduğu ruh hali, evvelce saydıklarımızın da ötesinde bir sürü, sıkıntı, hüzün, acı ve ızdırap içerir. Münafığın yaşayacağı ilahi azap, henüz dünyada başlar. Öncelikle büyük bir güvensizlik ve korku içinde yaşar. Müminlerdeki teslimiyet, rahatlık ve neşeyi asla elde edemez. Münafıkların ruh halini aşağıdaki şekilde maddelendirebiliriz:

Rahat değildirler, sürekli kendilerini över, temize çıkmaya çalışırlar
Herşeyden önce, müminlerle birlikte olduğu süre boyunca, münafığın en önemli özelliği güvensiz olmasıdır. Müminler, kendilerini Allah'a teslim etmiş ve her sıkıntılarının Allah tarafından çözüleceğini bilmenin rahatına ve neşesine kavuşmuş insanlardır. Allah'a güvenir, Allah'a dayanırlar.
Münafık ise, sürekli olarak güvensizlik içindedir; kendini Allah'a bırakmaz. Sürekli kendini mümin gibi göstermeye uğraşan, sürekli olarak kendini etrafına ispatlamaya ve bunun için rol yapmaya çalışan bir insanın rahat, huzurlu ve güvenli olması mümkün müdür? Münafıklar samimi olmadıklarından asla teslimiyeti elde edemezler ve sürekli kendilerini ispat etmeye, övmeye, temize çıkarmaya çalışırlar. Kuran, bu konuya şöyle dikkat çekiyor:

"Kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmedin mi? Hayır; Allah, dilediğini temizleyip yüceltir. Onlar, 'bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar' bile haksızlığa uğratılmazlar."(Nisa, 49)

Müminlere karşı korku ve tedirginlik içindedirler
Münafıkların bir başka önemli özellikleri sürekli bir korku psikolojisinde olmalarıdır. Kuran'ın, "...onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır" (Bakara, 38) ayetinde sözedilen müminlerin tam tersine, büyük bir korku içinde yaşarlar. Gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasından, sahtekarlıklarının bilinmesinden korkarlar. Müminlerin, onların ikiyüzlü olduğunu farketmesinden korkarlar. Kuran, münafıkların bu korkak halini şöyle tarif ediyor:

"Gerçekten sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler. Oysa onlar sizden değildirler. Ancak onlar ödleri kopan bir topluluktur.
Eğer onlar bir sığınak ya da (kalacak) mağaralar veya girebilecekleri bir yer bulsalardı, hızla oraya yönelip koşarlardı." (Tevbe, 56-57)

Münafıkların müminlere karşı duyduğu korkunun şiddetini bir başka ayet şöyle vurguluyor:
"Herhalde içlerinde 'dehşet ve yılgınlık uyandırma bakımından' siz, Allah'tan daha çetinsiniz. Bu, şüphesiz onların 'derin bir kavrayışa sahip olmamaları' dolayısıyla böyledir." (Haşr,13)
Bu korku ve güvensizlik psikolojisi için de, müminlerin her hareketinin kendilerinin aleyhinde olacağını sanırlar, her yeni gelişme üzerine ikiyüzlülüklerinin ortaya çıkacağından endişe ederler. Kuran, münafıkların bu ruh halini, "Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar" (Münafikun, 4) ayetiyle ifade ediyor.
Bir başka ayet, münafıkların sürekli bir kuşku içinde bulunduklarını ve kuruntular içinde boğulduklarını bildiriyor:

"(Münafıklar) Onlara seslenirler: "Biz sizlerle birlikte değil miydik?" Derler ki: "Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip-beklediniz, (Allah'a ve İslam'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı. Sonunda Allah'ın emri (olan ölüm) geliverdi; ve o aldaltıcı da sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak, hatta masumca sizden görünerek) aldatmış oldu." (Hadid, 14)













MÜNAFIKLARIN AKILSIZ OLUŞLARI

Münafıkların en belirgin özelliklerinin başında, tüm diğer inkarcılar gibi akılsız olmaları gelir. Zeki olabilirler, ama asla Kuran'ı anlamak ve yaşamak için birinci şart olan akla sahip olamazlar. Bu nedenle olayları akılsızca tahlil ederler. Allah'ı da, müminleri de bu akıldan yoksun muhakemelerinin içinde değerlendirirler.

Allah'ın, yaptıklarını görmediğini sanmaktadırlar
Münafıkların, en büyük akılsızlığı, Allah'ı yaptıklarından habersiz sanmalarıdır. Hesaplarını yalnızca müminler üzerine kurarlar. Eğer müminleri ikna edebilirlerse, hiç bir sorun kalmayacağını, müminleri razı ederlerse hedeflerine ulaşacaklarını sanırlar. Oysa Allah, münafıkların yapmakta olduklarını bilir. Hiçbir hareketleri, hiçbir düşünceleri Allah'tan gizli kalmaz. Akıllarından geçen her düşünce, kalplerinde hissettikleri ve bilinçaltları Allah tarafından bilinir. Bir ayette bu konu şöyle vurgulanıyor:

"...onlar sizinle karşılaştıklarında 'inandık' derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: 'Kin ve öfkenizle ölün'. Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir." (Al-i İmran, 119)

Münafıklar, Allah'ın kendi durumlarını bildiğinden habersiz olarak, bir süre müminleri aldattıklarını sanırlar. Yaptıkları ikiyüzlülüğün bir süre için ortaya çıkmaması, onları cesaretlendirir. Kuran, münafıkların bu kafa yapısını şöyle anlatıyor:

'Gizli toplantıların fısıldaşmalarından’ men edilip sonra men edildikleri şeye dönenleri; günah, düşmanlık ve Peygamber’e isyanı (aralarında) fısıldaşanları görmüyor musun? Onlar sana geldikleri zaman, seni Allah'ın selamladığı biçimde selamlıyorlar. Ve kendi kendilerine: "Söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azap etse ya." derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o, ne kötü bir gidiş yeridir. (Mücadele, 8)

Münafıkların söylediği "söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azap etse ya" sözü, ne kadar akılsız, ne kadar şuursuz olduklarını göstermektedir. Allah'ın onlara verdiği süreyi sonsuz bire süre sanmakta, ikiyüzlülüklerini devam ettirebileceklerini düşünmektedirler. Oysa bu imkansızdır; Allah durumlarını mutlaka ortaya çıkaracaktır.

Allah'ın müminlere desteğinin bilincinde değildirler
Münafıklar, Allah'ın kendi durumlarını bildiğinden habersiz oluşları gibi, müminlere verdiği desteğin de farkında değillerdir. Müminleri hep dış görünüşe göre değerlendirirler. Oysa müminler Allah tarafından yardım edilen ve böylece metafizik güce sahip kişilerdir. Allah onları hiç hesaba katılmayan yönlerden galip getirir. En zor durumda gibi gözüktükleri anda onlara yardım eder ve zafer verir.
Münafıklar bunun farkında olmadıklarından, kendilerini bazı maddi özellikleri nedeniyle müminlerden üstün sanırlar. Görünüşte müminlerden daha zengin, daha makam ve şöhret sahibi olabilir; bu nedenle de muhtemel bir çatışmada müminlere karşı galip geleceklerini düşünürler. Allah, münafıkların bu akılsızlıklarını ve müminlerin ne olursa olsun, Allah'ın yardımıyla münafıklara ya da başka inkarcılara galip geleceklerini şöyle bildiriyor:

Derler ki, "Andolsun, Medine'ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp-çıkaracaktır." Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Resûlü’nün ve müminlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar. (Münafikun, 8)

İnkarcıların eziyetlerinden, Allah'ın azabından çok korkarlar
Münafıklar, mümin topluluğuyla birlikte oldukları süre boyunca, onlar gibi davranır, onların davranışlarını taklit ederler. Ancak müminler için zorlu bir imtihan zamanı geldiğinde -yani gerçekten inananları ortaya çıkaracak olan gerçek fedakarlık ve sadakat zamanlarında- münafıkların ikiyüzlülüğü ortaya çıkar. Bu, onların son derece korkak olmalarından ve ayetin ifadesiyle "insanlardan Allah'tan korkar gibi, hatta daha şiddetli bir korkuyla korkmalarından" kaynaklanır. Mümin topluluğuna gelecek herhangi bir saldırıya karşı müminler cesur ve dirayetli davranırken, münafıklar büyük bir korkuya kapılırlar. Allah'a güvenmedikleri için insanlardan korkarlar ve Allah'tan korkmadıkları için de kaçıp-gitmekten çekinmezler. Ayetler, bu durumu şöyle tarif ediyor:

Kendilerine; "Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekatı verin" denenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah'tan korkar gibi- hatta daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: "Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?" dediler. De ki: "Dünyanın metaı azdır, ahiret, ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz 'bir hurma çekirdeğindeki ip-ince bir iplik kadar' bile haksızlığa uğratılmayacaksınız."(Nisa, 77)

"İnsanlardan öylesi vardır ki, "Allah'a iman ettik" der; fakat Allah uğruna eziyet gördüğü zaman, insanların (kendisine yönelttikleri işkence ve) fitnesini Allah'ın azabıymış gibi sayar; ama Rabbinden 'bir yardım ve zafer' gelirse, andolsun: "Biz gerçekten sizlerle birlikteydik” demektedirler. Oysa Allah, alemlerin sinelerinde olanı daha iyi bilen değil midir?" (Ankebut, 10)

Kendi aralarında da anlaşmazlık içindedirler
Müminlerin en büyük özellikleri arasında, aralarındaki birlik ve beraberlik sayılabilir. Müminler, aynı hedef için bir araya gelmiş, aynı kitaba aynı Allah'a inanan ve sevgi bağı ile birbirlerine bağlanmış "kardeş"lerdir. Olayları değerlendirirken de, birbirleriyle fikir alış-verişi (istişare) yaparlar ve ortak bir karar aldıktan sonra da hepsi bu karara uyar. Aralarındaki bu birlik ve dayanışma (tesanüd) nedeniyle de son derece etkili ve güçlü bir yapı sergilerler.
Münafıklar ise, bunun tam tersi bir durumdadır. Gerçi hepsinin ortak bir özelliği, yani ikiyüzlülükleri vardır; ama bunun dışında birbirleriyle büyük bir çatışma ve ayrılık içindedirler. Çünkü müminler gibi tek bir hedefe, Allah rızasına kilitlenmiş değildirler. Tam tersine hepsi çıkarlarının peşindedir ve doğal olarak çıkarları da birbiriyle çatışır. Akıl sahibi de olmadıklarından en ufak konuları çözemez ve ayrılığa düşerler. Kuran, münafıkların bu özelliğine şöyle dikkat çekmektedir:

"Herhalde içlerinde 'dehşet ve yılgınlık uyandırma bakımından' siz, Allah'tan daha çetinsiniz. Bu, şüphesiz onların 'derin bir kavrayışa sahip olmamaları' dolayısıyla böyledir. Onlar, iyice korunmuş şehirlerde veya duvar arkasında olmaksızın sizinle toplu bir halde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir." (Haşr, 13-14)

Müminleri aldanmış sanırlar
Münafıklar akılsızdırlar ve gerçekten iman etmezler. Bu nedenle, müminlerin içinde bulundukları akıl ve kavrayış boyutunun çok altındadırlar. Bu alt boyuttan, içlerinde bulundukları müminlerin davranışlarını kendilerince yorumlarlar.
Müminlerin en önemli özelliklerinden biri, sürekli din adına fedakarlık yapmalarıdır. Karşılığında Allah'ın rızasını ve cennetini kazanacaklarını bildiklerinden, mallarını ve canlarını bu uğurda harcarlar. Buna karşılık münafık, ahireti kavrayamadığı için, müminlerin yaptıkları fedakarlıkları, boşa yapılmış işler olarak görür. Çünkü "Allah'ın rızasını kazanma"nın ne olduğunu bilmemektedir. Zaten bu işlerin bazılarını -az önce incelediğimiz gibi, namaz, infak vs.- kendisi de yapmaktadır ve bu işler ona "angarya" gibi gelmektedir. Müminlerin, kendisinin "angarya" saydığı bu ibadet ve fedakarlıkları sürekli olarak yaptıklarını görünce, onları "aldanmış" sanar. Ayet, münafıkların bu tavrını şöyle vurguluyor:

Münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar şöyle diyorlardı: "Bunları (müslümanları) dinleri aldattı." Oysa kim Allah'a tevekkül ederse, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.(Enfal, 49)

Akıllı olduklarını sanırlar
Münafıklar, müminleri aldanmış sayarak kendilerince küçümserken, kendilerinin de çok akıllı olduklarını sanırlar. Müminler gibi fedakarlık yapmadıkları, mal ve canlarını Allah yolunda harcamadıkları için, kendi küçük akıllarında "karlı" duruma geçtiklerini düşünür ve böyle yapmakla da akıllık ettiklerine inanırlar.
Oysa münafıklar en büyük akılsızlığı yapmaktadırlar. Kendilerine, dini duyma ve öğrenme şansı verilmişken, Allah'ın rızasını ve cennetini kazanma fırsatı verilmişken, büyük ve şerefli bir davayı sırtlanma imkanı tanınmışken, tüm bunları teperek dünya hayatının yararsız ve geçici süsüne göz dikmişlerdir. Büyük bir kurtuluş yerine, küçük hesapları nedeniyle, büyük bir azabı, cehennem azabını hak etmişlerdir. Üstüne üstlük, dünyada da büyük bir azap çekecek, sürekli vicdan azabı, kuşku, kuruntu içinde boğulacaklardır.
Kuşkusuz yaptıkları, dünyanın en büyük akılsızlığıdır. Kuran, münafıkların kendilerini müminlerden akıllı sandıklarını, ama gerçek akılsızların onların olduğunu bildiriyor:

"Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler."(Bakara, 13)

FİTNE ÇIKARMA ÖZELLİKLERİ

Münafıkların şimdiye dek saydığımız özellikleri, içinde bulundukları ruh hali ile ilgili özellikler. Ancak bunların dışında, münafığı münafık yapan en önemli özellik, müminler arasında "fitne" çıkarmaya çalışmasıdır.
Fitne; müminlerin birliğini, Allah'a, Peygambere ve Kuran'a olan sadakatlerini bozmaya yönelik her türlü sapmadır. Münafık, kendisi saptığı gibi müminleri de saptırmak ister. Ancak bunu yapabilmek, müminlerin güçlü olduğu bir ortamda mümkün değildir. Bu nedenle, münafık böyle bir ortamda kendini gizler ve önceki sayfalarda belirttiğimiz gibi mümin taklidi yapmaya çalışır. Ancak müminler bir zorluk ve sıkıntıyla karşılaştığında; örneğin inkarcılar müminlerin üzerinde baskı uyguladıklarında, müminlere saldırdıklarında münafıklar da kendilerini belli ederler. Çünkü bu tür bir zorluk ve sıkıntı ortamı, fedakarlık, sadakat ve dirayet gerektirmektedir ve münafık bunların hiçbirine sahip değildir. O, müminlerin arasına çıkar elde etmek için girmiştir. Şimdi böyle bir zorluk ve sıkıntı zamanında, artık müminlerin arasında kalması için hiç bir gerekçesi kalmamıştır. İman sahibi değildir ki, "böyle zor bir zamanda daha çok müminlere destek olayım, Allah'ın rızasını daha çok kazanayım" diye düşünsün.



Korku ve zorluk anlarında kendilerini belli ederler
Az önce de belirttiğimiz gibi, münafıklar müminlerin güçlü oldukları dönemde kendilerini belli etmezler. Kuran'da bunu gösteren pek çok örnek vardır. Peygamber döneminde de münafıklar ortaya çıkmak için hep zorlu zamanları seçmişlerdir. Münafık, bu tür zorluk ortamlarında kendi korku ve inançsızlığını ortaya çıkarır:

" İman edenler, derler ki: "(Savaş izni için) Bir sûre indirilmeli değil miydi?" Fakat, içinde savaş (kıtal) zikri geçen muhkem bir sure indirildiği zaman, kalplerinde hastalık olanların, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş olanların bakışı gibi sana baktıklarını gördün. Oysa onlara evla (olan): İtaat ve maruf (güzel) sözdü. Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah'a sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu." (Muhammed, 20-21)

Bir başka ayette, münafıkların savaştan ve zorluktan kaçışlarına şöyle dikkat çekiliyor:

"Onlar (münafıklar, düşman) birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı. Eğer (askeri) birlikler gelecek olsa, çölde bedevi-Araplar arasında olup sizin haberlerinizi (ordan) sormayı cidden arzu ediyorlardı. Fakat içinizde olsalardı ancak pek az savaşırlardı." (Ahzab, 20)

Zorluk sırasında inkara sapmak, Hz. Musa'nın kavminde de görülen bir özelliktir. Hz. Musa, kavmini içinde düşmanların bulunduğu bir şehre girmeye davet ettiğinde, kavminin "Ey Musa biz, onlar durduğu sürece hiç bir zaman oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin git, ikiniz savaşın. Biz burda duracağız." (Maide, 24) demesi bunun bir göstergesidir.

Allah adına mücadeleden bahane bularak kaçarlar
Münafıklar, zorluk ve sıkıntı anlarında, müminleri terketmeye ve ancak kendi çıkarlarını kurtarmaya bakarlar. Ancak, bunu da her zamanki ikiyüzlülüklerini sürdürerek, yani kendilerini haklı göstermeye çalışarak yaparlar. "Biz çıkarlarımız zedelenir diye korkuyoruz, Allah'ın bizi koruyacağına da inanmıyoruz" demezler, ancak bazı bahaneler öne sürerler. Kuran, bu bahanelerin bazılarına dikkat çekmektedir:
İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah'ın izniyle idi. (Bu, Allah'ın) müminleri ayırdetmesi;
...Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda savaşın ya da savunma yapın" denildiğinde, "Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir.(Al-i İmran, 166-167)

Bedevilerden (savaştan) geride bırakılanlar, sana diyecekler ki: "Bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti. Bundan dolayı bizim için mağfiret dile." Onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylüyorlar. De ki: "Şimdi Allah, size bir zarar isteyecek ya da bir yarar dileyecek olsa, sizin için Allah'a karşı kim herhangi bir şeyle güç yetirebilir? Hayır, Allah yaptıklarınızı haber alandır."(Fetih, 11)

Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye Peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı.(Ahzab, 13)

Görüldüğü gibi, münafıkların öne sürdükleri bahaneler, "savaşmayı bilmiyoruz", "evlerimizi ve ailelerimizi korumak zorundayız" gibi ilk başka meşru gibi gözüken gerekçelerdir. Ancak bir mümin, bu bahanelerin hiçbirinin samimi olmadığını anlar; çünkü İslam'ın geneli saldırı altındayken, peygamberin hayatı tehlikeye girmişken, hiç bir şey bunlardan daha önemli olamaz. Bunları savunmaktan kaçınıp, sözde meşru bahanelerle geride kalmak isteyenler, Kuran'ın dediği gibi, ancak kaçmak isteyenlerdir.
Böylece münafık, bu tür bir zorluk ortamında daha önce müminlerle birlikte—sadakat göstereceğine ve Kuran yolundan dönmeyeceğine dair—Allah'a verdiği ahdi (sözü) bozar. Ayet, münafıkların sözlerini bozmalarını şöyle vurguluyor:

"Onlardan kimi de: 'Andolsun, eğer bize bol ihsanından verirse gerçekten sadaka vereceğiz ve salihlerden olacağız' diye Allah'a ahdetmiştir.
Onlara kendi bol ihsanından verince ise, onunla cimrilik yaptılar ve yüz çevirdiler; onlar böyle sırt dönenlerdir.
Böylece O da, Allah'a verdikleri sözü tutmamaları ve yalan söylemeleri nedeniyle, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar, kalplerinde nifakı yerleşik kıldı." (Tevbe, 75-77)
Sözlerini bozmaları nedeniyle Allah kalplerine "nifakı", yani fitneyi yerleştirmiştir ve bu nedenle de zorluk ortamları gibi müsait durumlarda hemen fitneye yöneleceklerdir.

Zorluk anlarında fitne çıkarırlar
Münafık, bu tür zorluk durumlarında, çoğu kez müminleri terkedip-gitmekle kalmaz. Tam tersine, diğer müminlerin de sadakatini bozmaya, onları umutsuzluğa kaptırmaya, onları da kendisi gibi saptırmaya uğraşır. Müminlere iftira atmaya, onları kötülemeye gayret eder. Çünkü, müminlerden ayrılırken, "onlar doğru yoldaydı, ben ise ikiyüzlü bir sahtekardım; zorda kalınca ayrılıp-gittim" demeyi kendine yediremez. Tam tersine, "bunlar boş bir hedefin peşine takılmış gidiyorlar, ben gerçeği gördüm" diyerek gidecektir. Kuran'daki münafıkların, "Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmemiş" (Azhab, 12), ya da "bunları (müslümanları) dinleri aldattı" (Enfal, 49) gibi ifadeleri, sözkonusu tavırlarını tarif etmektedir. Müminlerin farketmediği gerçekleri kendilerinin farkettiği psikolojisi ise, Hz. Musa'nın kavmini, saptırıp buzağıya taptıran Samiri'nin söylediği, "Ben onların görmediklerini gördüm" (Taha, 96) sözünde en açık biçimde gözükmektedir.
Münafıkların zorluk anlarında fitne çıkarmasının bir nedeni de, bu anlarda daha rahat hareket ortamı bulmasındandır. Samiri, "fitne"yi ancak Hz. Musa'nın olmadığı ve kavminin de sapmaya müsait hale geldiği bir ortamda çıkarabilmiştir. Sapan kavmin, "Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız" (Taha,91) sözleri, münafıkların bozgunculuk ve bölücülük çıkartmak için, güçlü müminlerin bulunmadığı ortamları kolladıklarının ve ancak böyle ortamlarda gerçek yüzlerini gösterdiklerinin önemli bir delilidir.
Hz. Muhammed dönemindeki münafıkların da, peygamber ve yanındaki müminler güçlü olduğu sürece fitne çıkarmamış olmaları dikkat çekicidir.
Kuran, münafıkların savaş ortamındaki karışıklığı, müminler arasında fitne yaratmak için kullandıklarını anlatıyor:

" İşte orada, iman edenler, sınanmış ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsıntıya uğratılmışlardı. Hani, münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: 'Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmedi' diyorlardı." (Ahzab,11-12)

Münafıkların söylediği "Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmedi" ifadesi, müminler arasında yaymaya çalıştıkları psikolojiyi çok iyi tarif ediyor. Münafıkların yaymak istedikleri düşünce, müminlerin o zamana dek boş bir hedef uğruna çalıştıkları düşüncesidir. Müminler, kendilerine din anlatılınca iman etmişler ve o tarihten sonra da, Allah'ın rızası için hiç durmadan mücadele etmişlerdir. Allah'ın onlara vadettiği büyük kurtuluş ve zafere ulaşacaklarına da emindirler. Zaten öyle de olacaktır.
Ancak münafık, "tüm bunlar boşunaydı, artık kendi başınızı kurtarın, bırakın bu davayı" demeye çalışmaktadır. Bu, aslında münafığın kendi rul halini yansıtır. Çünkü o, mümin gibi davranıp müminlerin arasına girerken, nice çıkarlar ummuştur. Şimdi son derece şiddetli bir zorluk ve sıkıntıyla karşılaştığında, yaptıklarının boşa olduğu, hiç bir zaman bu yolla menfaat elde edemeyeceğine karar verir. Kendini kurtarma derdine düşer. Diğer müminlere de aynı düşünceyi telkin etmeye kalkar. Onun düşüncesine göre, artık gidilen yol sona ermiştir (örneğin zorlu bir savaş yaşanmaktadır ve ölümle burun gelinmiştir).
Münafık, "artık tutunacak dal kalmadığı"nı öne sürmeye, kendi korku ve bezginliğini müminlere de yansıtmaya çalışır:

Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: "Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün." (Ahzab, 13)

Buna karşılık müminlerin göstereceği tavır ise Kuran'da anlatılıyor:

Müminler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise dediler ki: "Bu, Allah'ın ve Resûlü’nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir." Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı.
Müminlerden öyle erkek-adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiç bir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.
Çünkü Allah, (sözüne bağlı kalıp doğru olan) sâdıkları sadakatlerinden dolayı mükafaatlandıracak, münafıkları da dilerse azaplandıracak veya tevbe (nasib edip tevbe)lerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.(Ahzab, 22-24)

Müminler, münafıkların tam tersine, zorlukla karşılaşınca daha da şevklenmişlerdir. İmanları, teslimiyetleri daha da artmıştır. Çünkü onların bekledikleri zaten budur. Onlar bu yola girerken, her türlü tehlikeyi bilerek ve göze alarak girmişlerdir. Şehitliği en büyük hedef olarak seçmiş ve Allah yolunda çekilecek her türlü sıkıntıya razı olarak yola çıkmışlardır. Bu nedenle, karşılarına çıkan zorluğa "Bu, Allah'ın ve Resûlü’nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir" diyebilmişlerdir.
Münafıklar, fitneyi zorluk anının öncesinde de çıkarabilir, müminlerin şevk ve heyecanını söndürmeye çalışabilirler. Kuran, münafıkların bu yoldaki tavırlarına dikkat çekiyor:

"Allah'ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir." Bir kavrayıp-anlasalardı." (Tevbe, 81)

Kimi münafıklar, bu tür bir tavır göstererek, daha baştan müminlerden ayrılırlar. Bu ayrılık, gerçekte müminler için büyük bir rahmettir, çünkü onları aralarındaki fitnecilerden kurtarmaktadır. Kuran, bu konuda şöyle demektedir:

"Sizinle birlikte çıksalardı, size 'kötülük ve zarardan' başka bir şey ilave etmez ve aranıza mutlaka fitne sokmak üzere içinizde çaba yürütürlerdi. İçinizde onlara 'haber taşıyanlar' vardır. Allah, zulmedenleri bilir.
Andolsun, daha önce onlar fitne aramışlardı. Ve sana karşı birtakım işler çevirmişlerdi. Sonunda onlar, istemedikleri halde hak geldi ve Allah'ın emri ortaya çıkıp-üstünlük sağladı." (Tevbe,47-48)

Müminler arasında yalan haber yayarlar
Münafıkların bir başka fitne çıkarma şekli de, müminler arasında fitneye neden olabilecek "flaş haber yayma" özelliğidir. Münafıklar, müminler aleyhinde olabilecek herhangi bir gelişmeyi, daha da abartarak ve bir felaket haberi niteliğine sokarak müminler arasında yayarlar. Bununla, müminler arasında endişe ve huzursuzluk yaratmak istemektedir. Kuran, bu konuya şöyle dikkat çekiyor:

"Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırıverirler. Oysa bunu peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan 'sonuç-çıkarabilenler,' onu bilirlerdi. Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz." (Nisa, 83)

Kuran'da bu tür bir fitnenin örneği verilmektedir. Buna göre, bir takım ikiyüzlüler, peygamberin hanımlarından birine zina iftirası atmış ve müminlerin bir kısmı da akılsızca davranarak bu konu hakkında ileri-geri konuşmuşlardır. Kuran, bu konuda şu hükmü vermektedir

"Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla (zina iftirasıyla) gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azap vardır.
Onu işittiğiniz zaman, erkek müminler ile kadın mü’minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: "Bu, açıkca uydurulmuş iftira bir sözdür" demeleri gerekmez miydi?" (Nur, 11-12)

Düzeltmek adına bozgunculuk yaparlar
Münafıklar, her konuda olduğu gibi, fitne çıkarırken de ikiyüzlü davranırlar. Yaptıkları her hangi bir zararlı hareketi, gerçekte iyi niyetli olarak yaptıklarını iddia ederler. Münafık, ortaya bir haber, bir söz atar. Bu müminlerin arasında fitne çıkarmaya, onları şüpheye düşürmeye, onların şevkini kırmaya yöneliktir. Ancak kendisine neden böyle yaptığı sorulduğunda, mutlaka ve mutlaka farklı bahaneler sıralayacaktır. Kuran münafıkların bu tavrını şöyle tarif etmektedir:
Kendilerine: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde: "Biz sadece ıslah edicileriz" derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler.(Bakara, 11-12)








FİTNENİN ARDINDAN MÜMİNLERE KARŞI GİRİŞTİKLERİ EYLEMLER

Münafıklar, az önce sözünü ettiğimiz gibi, bir zorluk ve sıkıntı anında fitne ve bozgunculuk çıkarmaya çalışarak müminlere karşı en önemli eylemlerinden birini gerçekleştirirler. Ancak münafık topluluğunun, müminler aleyhindeki faaliyeti bununla kalmaz. Münafıklar, çoğu kez, müminlerden ayrıldıktan sonra da düşmanca tavırlarını ve fitne çıkarma çabalarını sürdürürler. Kuran, münafıkların bu karakterini "...Fitneye her geri çağrılışlarında içine başaşağı (balıklama) dalarlar..." (Nisa, 91) ayetiyle ifade ediyor.
Münafıkların bu yöndeki en önemli özelliği, müminlerden ayrıldıktan sonra da kendi aralarındaki birlikteliği sürdürmeleridir. İşin en ilginç tarafı da, fitne çıkarıp müminlerden ayrıldıktan sonra da müslüman görüntüsünü korumaya çalışmaları, ikiyüzlülüklerini sürdürmeleridir.
Bunun en önemli nedeni, az önce de söylediğimiz gibi, münafığın, münafıklığını kabul etmeyi gururuna yedirememesidir. Hiç biri, "ben, Allah rızasını arayan mümin topluluğunda fitne çıkardım, çıkarlarım nedeniyle müminlere ters düştüm, çünkü ben ikiyüzlü bir sahtekarım, aslında iman etmiyorum" demeyi kendine yediremez. Bu nedenle, müminlerden ayrıldıktan sonra da, kendi aralarında bir grup kurarlar ve müslüman görüntüsünü sürdürürler. Ama içinde bulundukları sistemin müslümanlıkla hiçbir ilgisi yoktur. Bir iki şekli özellik dışında, aslında tam manasıyla inkar sistemini yaşamaktadırlar.
Kuran'da münafıkların, Peygamberin yanındaki müminlerden ayrıldıktan sonra, "Dırar Mescidi" adıyla yeni bir mescid kurdukları anlatılır. Münafıkların, peygamber ve yanındaki müminlerden ayrıldıktan sonra, bir "mescid" kurmaları elbette çok dikkat çekicidir. Dinden sapmalarına rağmen, açıkça dinsiz bir çatı altında birleşmemiş ve yine sözde müslüman görünümünü korumaya devam etmişlerdir. Kuran'da, Dırar Mescidi ile, Peygamberin "takva üzerine" kurduğu mescid şöyle anlatılır:

" Zarar vermek, inkârı (pekiştirmek), müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler ve: "Biz iyilikten başka bir şey istemedik" diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahidlik etmektedir.
Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiç bir zaman durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten-arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever.
Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.
Onların kalpleri parçalanmadıkça, kurdukları bina kalplerinde bir şüphe olarak sürüp-gidecektir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe,107-110)

Ayette de belirtildiği gibi, münafıkların kurduğu mescidin amacı, müminlere zarar vermek ve müminlere karşı savaşanlarla işbirliği yapmaktır. Her ne kadar bu mescidi kuran münafıklar, "biz iyilikten başka bir şey istemedik" deseler de, amaç budur. İki mescidi ayıran en önemli fark ise, müminlerinkinin "takva", yani Allah korkusu ve Allah rızası üzerine kurulmuş olmasıdır. Heva ve müminlere düşmanlık üzerine kurulan münafıkların mescidi ise, ayetin ifadesiyle, cehenneme yuvarlanacak bir yarın kenarındadır.
Münafıkların bu mescidi kullanarak sürdürdükleri fitneyi, aşağıdaki şekilde inceleyebiliriz.

Müminlerden intikam almak isterler
Münafıkların müminlerden ayrıldıktan sonra biraraya gelmelerinin en önemli nedeni, müminlere duydukları kin ve nefrettir. Önceki sayfalarda, münafıkların aralarında müminlerinki gibi bir sevgi ve saygı bağı olmadığını, tam tersine ayetin ifadesiyle, "kalplerinin paramparça" olduğuna değinmiştik. Durum böyleyken, münafıkları birarada tutan özellik, müminlere duydukları nefret ve intikam alma hevesleridir.
Müminlerden intikam almak isterler, çünkü onların içinde bulundukları süre boyunca, müminler onları uyarmış, hatalarını yüzlerine söylemişlerdir. Fitne çıkardıkları sırada müminlerden sert tepki görmüşlerdir; müminler yaptıklarının sahtekarlık olduğunu yüzlerine vurmuş, yaptıklarından vazgeçmezlerse cehennemlik olacaklarını bildirmişlerdir. Tüm bunlar, son derece kibirli olan münafığın ağırına gitmiştir ve kendisini aşağılanmış hissetmektedir.
Tevbe Suresi'nin 74. ayetinde de, "...oysa intikama kalkışmalarının, kendilerini Allah'ın ve elçisinin bol ihsanından zengin kılmasından başka (bir nedeni) yoktu..." ifadesiyle münafıkların müminlerden intikam almak istediklerine dikkat çekilmektedir. Ama kuşkusuz münafıkların bu çabası boşunadır; kendilerini aşağılanmış hissettiklerinden dolayı ne zaman intikam almaya kalkışsalar, Allah tuzaklarını başlarına geçirir ve onları daha da "hor ve aşağılık" (Tevbe, 14) kılar.
Müminlerden intikam almak istemeleri nedeniyle, onlarla ilgili gelişmeleri yakından takip ederler. Hem müminlerin başına kötü şeyler gelmesini, onların zarara uğramasını umarlar. Kuran, bunu, "Size bir iyilik dokununca tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse buna sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların 'hileli düzenleri' size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır" (Al-i İmran, 120) ayetiyle ifade etmektedir.

Müminlere karşı inkarcılarla işbirliği yaparlar
Münafıkların müminlerden intikam almak için başvurdukları en klasik yöntem, inkarcılarla işbirliği yapmaktır. Zaten münafığın fitne çıkarmak için güvendiği, inkarcıların varlığıdır. İnkarcıların olmadığı bir ortamda münafık fitne çıkaramaz. Ancak inkarcıların kendisini koruyup-kollayacağına güvenerek böyle bir harekete girişebilir.
Kuran'da münafıkların inkarcılara güvenmeleri ve onları dost edinmelerine şöyle dikkat çekiliyor:
"Münafıklara müjde ver: Onlar için gerçekten acıklı bir azap vardır.
Onlar, müminleri bırakıp kafirleri dostlar (veliler) edinirler. 'Kuvvet ve onuru (izzeti)' onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, 'bütün kuvvet ve onur,' Allah'ındır." (Nisa,138-139)

Münafıklar bunun yanında, müminlere saldıran inkarcılara destek olurlar, onlara müminler hakkında bilgi verir, onları müminlere saldırmaya teşvik ederler. Kuran, bu konuda şöyle diyor:

"Münafıklık edenleri görmüyor musun ki, Kitap Ehlinden inkâr eden kardeşlerine derler ki: "Andolsun, eğer siz (yurtlarınızdan) çıkarılacak olursanız, mutlaka biz de sizinle birlikte çıkarız ve size karşı olan hiç kimseye, hiç bir zaman itaat etmeyiz. "Eğer size karşı savaşılırsa elbette size yardım ederiz." Oysa Allah, şahidlik etmektedir ki onlar, gerçekten yalancıdırlar.
Andolsun, (yurtlarından) çıkarılacak olurlarsa onlarla birlikte çıkmazlar. Onlara karşı savaşılırsa da, kendilerine yardımda bulunmazlar; yardım etseler bile (arkalarına) dönüp-kaçarlar. Sonra kendilerine yardım edilmez." (Haşr,11-12)

Münafıkların inkarcılara müminler hakkında bilgi verdiklerine bir başka ayette şöyle dikkat çekiliyor:
"Ey Peygamber, kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "İnandık" diyenlerle Yahudiler'den küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar, "Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının" derler. Allah, kimin fitne(ye düşme)sini isterse, artık onun için sen Allah'tan hiç bir şeye malik olamazsın. İşte onlar, Allah'ın kalplerini arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette onlar için büyük bir azap vardır." (Maide,41)

Münafık, bu sayede inkarcıların müminlere galip geleceğini, böylece kendi intikamının da alınmış olunacağını ummaktadır. Oysa, ayetin dediği gibi, bilmemektedirler ki, "bütün kuvvet ve onur Allah'ındır" ve Allah da müminlerin destekçisidir. Münafıkların ve inkarcıların müminlere karşı girişeceği hiçbir saldırı, kuracakları hiçbir tuzak Allah'ın yardımıyla müminlere zarar veremeyecektir.

Müminleri karalamaya çalışırlar
Münafıkların müminler aleyhine giriştiği saldırıların en önemli şekillerinden biri, müminler hakkında uydurdukları iftira ve karalamalardır. Münafık, müminleri karaladıkça kendini temize çıkaracağını sanar. Müminler hakkında attığı iftiralarla, onlardan ayrılışını ve onlara düşmanlık besleyişini meşru bir zemine oturtmaya çalışır.
Müminlerin hakkında ürettiği iftiraları inkarcılara anlatır ve bu sayede müminlerin itibarını düşürebileceğini sanır.
Kuran'da da münafıkların bu özelliğine de dikkat çekilir. Peygamberin eşi hakkında uydurulan zina iftirasının yanında, "... onlar (münafıklar)... dillerini kötülükle size uzatırlar" (Mümtehine, 2) ayeti de, münafıkların müminlere iftira yoluyla saldırdıklarını bildirir.
Kuran bunun yanısıra, münafıkların müminlerle alay etmeye çalıştıklarını da bildirmektedir:

"Sadakalar konusunda, müminlerden ek bağışlarda bulunanlarla emeklerinden (cehdlerinden) başkasını bulamayanları yadırgayarak bunlarla alay edenler; Allah (asıl) onları alay konusu kılmıştır ve onlar için acı bir azap vardır." (Tevbe,79)

Müminleri kendi saflarına çekmeye çalışırlar
Münafıklar müminlerden ayrılmalarının ardından az önce sözünü ettiğimiz gibi, bir "mescid", yani yeni bir sözde dini grup oluştururlar. Müminlere karşı giriştikleri, iftira, inkarcılarla işbirliği gibi faaliyetlerinin yanında, bir de mümin topluluğu içinden yeni kişileri de münafıklık yapıp kendilerine katılmaya çağırırlar.
Münafıklar, bunun için mümin topluluğu içinde imani yönden zayıf olarak gördükleri kişilere yanaşmaya çalışırlar. Diğer müminlerden uzak duran, dava şevki ve heyecanı zayıf, kuruntu ve vesveseye kolayca kapılacak kişileri bulup, onlara yanaşmaya, onları da fitneye düşürmeye çalışırlar. Mümin topluluğu bir zorlukla karşılaştığında bu faaliyetlerini daha da hızlandırır ve mümin topluluğu içinden kendi taraflarına adam çekmeye gayret ederler. Kuran, bu durumu, "Gerçekten Allah, içinizden alıkoyanları (münafıkları) ve kardeşlerine: 'Bize gelin' diyenleri bilir. Bunlar, pek azı dışında zorlu-savaşlara gelmezler" (Azhab, 18) ayetiyle haber veriyor.



ALLAH MÜNAFIKLARI ORTAYA
ÇIKARTACAK VE AZAPLANDIRACAKTIR

Kuran'da münafıklarla ilgili tüm ayetler göstermektedir ki, Allah mutlaka bir mümin topluluğu içindeki münafıkları ortaya çıkaracaktır. Münafıklar, ne kadar zeka oyunları yapıp gerçek yüzlerini gizleseler de, mutlaka ve mutlaka müminler tarafından tanınacaklardır.
Çünkü bu onların kaderidir. Allah onları özel bir yaratılışla yaratmış ve müminlere imtihan olması için onları müminlerin arasına katmıştır. Allah'ın kanununa karşı gelemezler. Olayın en ilginç yönü, Kuran'da münafıkların tüm tavırlarının, sözlerinin ayrıntılı olarak anlatılmış olmasıdır. Münafık, ne yaparsa yapsın, bu söz ve davranışları tamı tamına yapacak ve tamı tamına söyleyecektir. Kaderinde çizilen bu gerçekten kaçması mümkün değildir.
Münafıkların ortaya çıkması ve anlaşılması için, ille de zorluk anlarında kendilerini açıkça göstermelerine gerek yoktur. Allah müminlere onları tanıma yeteneği verir. Buna rağmen, müminler belki düzelir diye ona mümin muamelesi yapmaya devam edebilirler. Münafık bu sayede kendini gizleyebildiğini sanmaktadır ama bu büyük bir yanılgıdır.
Allah, münafıkların asla saklı kalamayacağını bildiriyor:

"Yoksa kalplerinde hastalık bulunanlar, Allah'ın kinlerini hiç (ortaya) çıkarmayacağını mı sandılar?
Eğer biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir.
Andolsun, biz sizden mücahid olanlarla sabredenleri bilinceye (belli edip ortaya çıkarıncaya) kadar, deneyeceğiz ve haberlerinizi sınayacağız (açıklayacağız)." (Muhammed,29-31)

Ayette dendiği üzere, Allah münafıkları yüzlerinden ve konuşmalarından da müminlere, ya da müminlerin lideri olan kişiye tanıtacaktır. Münafığın ikiyüzlü ruh hali, içindeki korku ve huzursuzluk yüzüne ve konuşmalarına yansır. Ayrıca müminlerin taklid edilmesi mümkün olmayan en önemli özelliğini, yani aklı asla taklid edemez. Akılsız konuşmalarından kendini belli eder.
Münafıkların ikiyüzlülükleri karşısında kazanacakları tek şey ise, hem dünyada, hem de ahirette acıklı bir azaptan başka bir şey değildir.

Münafıklar dünyada da büyük azap çekeceklerdir
Münafıklar, fitne çıkarmalarıyla birlikte ebedi bir azaba girerler. Bu azap henüz dünyadayken başlayacak ve ölümün ardından da cehennemde sonsuza dek sürecektir.
Herşeyden önce, münafığı yiyip-bitiren bir manevi azap vardır. Münafık sürekli olarak büyük bir sıkıntı ve korku içinde yaşar. Müminlere karşı yaptığının ikiyüzlülük ve adilik olduğunu aslında kendisi de bilmektedir. Bu nedenle sürekli vicdani huzursuzluk duyar. Bu huzursuzluk onu hayatı boyunca takip edecek, rahat bırakmayacaktır.
Bunun yanında fitne çıkardıktan önce de, sonra da, sürekli olarak korku duyar. İkiyüzlülüğü ortaya çıkmadan önce, müminlerin kendisini farketmesinden korkacaktır. Müminlerden ayrıldıktan sonra ise, sürekli müminlerin kendisini cezalandıracağı korkusu içinde yaşar. Müminlerin güçlenmesi onun korkusunu daha da artırır. Müminler güçlendikçe, bir başka azap daha yaşayacak, ufak menfaatleri nedeniyle onlardan ayrıldığı için büyük bir pişmanlık duyacaktır. Bu nedenle bazı münafıklar, müminlerin zafer ve ganimet kazanmalarının ardından, müminlerin yanına sokulmaya ve "biz de sizdendik" gibi sözler öne sürerek onların başarısından pay kapmaya çalışırlar. Kuran'da münafıkların bu tavrı şöyle anlatılmaktır:

"Münafıklara müjde ver: Onlar için gerçekten acıklı bir azap vardır. Onlar, müminleri bırakıp kafirleri dostlar (veliler) edinirler. 'Kuvvet ve onuru (izzeti)' onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, 'bütün kuvvet ve onur,' Allah'ındır....
Onlar sizi gözetleyip-duruyorlar. Size Allah'tan bir fetih (zafer ve ganimet) gelirse: "Sizinle birlikte değil miydik?" derler. Ama kafirlere bir pay düşerse: "Size üstünlük sağlamadık mı, müminlerden size (gelecek tehlikeleri) önlemedik mi?" derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmedecektir. Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez." (Nisa,138, 139, 141)

Münafıklar, savaş ganimetlerini elde etmek için de yüzsüzlük ederek müminlere yanaşmaya çalışırlar:

"(Savaştan) Geride bırakılanlar, siz ganimetleri almaya gittiğiniz zaman diyeceklerdir ki: "Bizi bırakın da sizi izleyelim." Onlar, Allah'ın kelamını değiştirmek istiyorlar. De ki: "siz, kesin olarak bizim izimizden gelemezsiniz. Allah, daha evvel böyle buyurdu." Bunun üzerine: "Hayır, bizi kıskanıyorsunuz" diyecekler. Hayır, onlar pek az anlayan kimselerdir." (Fetih,15)

Görüldüğü gibi münafıklar, müminlerin üstün duruma geçmesi üzerine, yeniden onlara yanaşmaya çalışmışlardır ancak müminlerden asla bir karşılık göremezler. Tam tersine, müminler güçlendikleri durumda, münafıkların ikiyüzlülüğünü herkese duyuracak ve münafıklar da böylece aşağılanacaklardır.

Cehennemin en aşağı tabakasına atılacaklardır
Münafıkların yaptıkları tüm bu ikiyüzlülük, fitne ve düşmanlıklarının karşılığında, asıl cezayı da ahirette çekeceklerdir. Ahirette münafıklar için ayrılmış olan yer, cehennemin en alt tabakası, yani en çok azabın olduğu yerdir. Kuran, bu konuda şöyle der:

"Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın." (Nisa,145)

Münafıkların en alt tabakasına gidecekleri cehennem, bazı Kuran ayetlerinde şöyle tarif ediliyor:
"Onlar (cehennemlikler) birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister;
Kendi eşini ve kardeşini,Ve onu barındıran aşiretini de;
Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa.
Hayır; (hiç biri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir: Başın derisini kavurup-soyar. Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur." (Mearic,11-17)

"Orada kendileri için, 'kemikleri çatırdatan inlemeler' vardır. Onlar orda işitmezler de." (Enbiya, 100)

"(Böylesinin) Önünde cehennem vardır ve (orada) irinli sudan içirilecektir.
Yutkunmaya çabalayacak ve boğazından geçirmeyi başaramayacak, ona her yandan ölüm gelecek, oysa ölmeyecek de. Ardından daha katı bir azap olacak.
O gün suçlu-günahkarların (sıkı) bukağılara vurulduklarını görürsün. Giyimleri katrandandır, yüzlerini ateş bürümektedir." (İbrahim, 49-50)

Doğrusu, o zakkum ağacı;
Günahkar olanın yemeğidir.
Pota gibi; karınlarda kaynar-durur;
Kaynar-suyun kaynaması gibi.
"Onu tutun da cehennemin orta yerine sürükleyin."
"Sonra kaynar suyun azabından başının üstüne dökün."(Duhan, 43-48)

Münafıkların çekeceği bu azap, ancak yapmış olduklarının karşılığıdır. Çünkü onlar, Allah'ın "yeryüzündeki halifesi" (Bakara, 30) olan müminlere karşı düşmanlık beslemişler, yalan ve hile ile onları aldatmaya, onları yollarından döndürmeye çalışmışlardır. Onlara karşı inkarcılarla işbirliği yapmış, onlara türlü iftiralar atmış, onlara kurulan tuzakların arkasında yer almışlardır.
Hem dünyada, hem de ahirette çekecek oldukları ceza, ancak yapmış olduklarının karşılığıdır.

Çünkü "Şüphesiz Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmederler." (Yunus, 44)