17 Ağustos 2010 Salı

Asker Atatürk

ASKER ATATÜRK







"Ordumuz, Türk birliğinin,
Türk kudret ve kabiliyetinin,
Türk vatanseverliğinin
çelikleşmiş bir ifadesidir."







HARUN YAHYA











Birinci Baskı: Nisan, 2002



KÜLTÜR
YAYINCILIK



Çatalçeşme sk. Üretmen Han No: 29/7
Cağaloğlu-İstanbul
Tel: (0 212) 511 44 03



Baskı: Seçil Ofset
100 Yıl Mahallesi MAS-SİT Matbaacılar Sitesi
4. Cadde No: 77 Bağcılar-İstanbul
Tel: (0 212) 629 06 15





İÇİNDEKİLER


Giriş

Türk Milleti'nde Askerlik Kutsaldır

Atatürk ve Türk Ordusu

Atatürk'ün Bazı Anıları

Atatürk'ün Askeri-Politik Dehası ve İleri Görüşlülüğü

Atatürk, Türk Ordusu ve Türk Milleti İçin Ne Dediler?

Ek Bölüm: Evrim Yanılgısı



GİRİŞ


Atatürk, Türk Milleti'nin yetiştirdiği en eşsiz siyasi deha, en güçlü devlet adamı ve hiç şüphesiz en büyük kumandandır. Gerek doğuştan sahip olduğu yetenekler, gerekse hayatı boyunca kazandığı özellikler açısından, çok üstün ve seçkin niteliklere sahiptir. Onun üstün askeri dehası, ileriyi görebilme, her zaman isabetli kararlar verebilme, cesaret, çelik gibi bir irade, azim, kararlılık ve güçlü bir sorumluluk anlayışı gibi özelliklerle kendini gösterir. Onun askeri ve siyasi dehası tüm dünya tarafından da tartışmasız kabul görmüştür. Atatürk, hayatının uzun yıllarını savaş meydanlarında geçirmiş, ancak hiçbir zaman yenilgi tanımamış ender komutanlardan biridir. İşte bu nedenle Türk Milleti, insanlık tarihinde nadir olarak ortaya çıkan eşsiz kahramanlardan birine sahip olma ayrıcalığına sahiptir.
Atatürk'ün bizlere miras olarak bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti, onun askeri ve siyasi dehasının bir neticesidir. Türk Milleti ise Atatürk'ün kurduğu bu Cumhuriyetin yılmaz bekçisidir. Ancak onun bu mirasının değerini kavrayabilmek ve Türkiye Cumhuriyeti'ni dünyanın en güçlü devletleri arasında hak ettiği yere ulaştırabilmek için her Türk ferdinin Atatürk'ü çok yakından tanıması gerekmektedir. Atatürk'ü takdir edebilmek, onun düşünce yapısını, mantık örgüsünü, Türk Milleti'ne olan bakış açısını ve Türk Milleti için hedeflerini tam olarak anlamakla mümkündür. Atatürk'ü tanıyabilmek için en doğru yol ise, yine onun sözlerine, uygulamalarına, onu yakından tanıyan kişilerin anlatımlarına ve yine dünya siyasetine yön veren kişilerin onun hakkındaki yorumlarına başvurmaktır.
Bu kitabın amacı, Atatürk'ün, yıkılmış bir imparatorluğun yıkıntılarının arasından güçlü bir devlet oluşturabilmesinde en önemli etkenlerden biri olan asker kimliğini incelemektir. "Asker Atatürk" hakkında Türk insanını bilinçlendirmek, onun Türk Milleti'nin kalbindeki vazgeçilemez yerini anlamamızda yardımcı olacak ve 21. yüzyılın hızla değişen dünyasında Atatürk'ün izinden ve onun ilkeleriyle yürümemizi kolaylaştıracaktır. Kitapta ayrıca Atatürk'ün ve onun ilkelerinin en yakın takipçisi ve koruyucusu olan Türk Ordusunun üstün seciye ve karakteri de bazı devlet adamlarının ve yabancı yazarların kalemlerinden gözler önüne serilecektir.

TÜRK MİLLETİ’NDE ASKERLİK KUTSALDIR


Atatürk'ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşı, Türk Milleti'nin ve onun gözbebeği olan Türk Ordusunun kahramanlığını tüm dünyaya gösteren bir özgürlük destanıdır. Türk Milleti düşmanların güçlü ve modern silahlarına ve yüksek donanımlı ordularına karşı tüm varlığıyla karşı koymuştur. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde elele veren Türk Milleti büyük bir zafer elde etmiş ve şan ve şerefle dolu olan tarihimize yepyeni bir sayfa eklenmiştir. Atatürk söz konusu başarıların Türk Milleti'nin eseri olduğunu Konya Orduevi'nde yaptığı bir konuşmada şöyle dile getirmiştir:
Arkadaşlar, tüm tarih bize gösteriyor ki, uluslar yüce hedeflerine ulaşmak istediklerinde bu coşkularının karşısında üniformalı çocuklarını bulmuşlardır. Tarihin bu geneli içinde büyük bir istisna bizim tarihimizde, Türk tarihinde görülür. Bilirsiniz ki, Türk Ulusu ne vakit yükselmek için bir adım atmak istemişse önünde hep önder olarak, yüksek ulusal ülküyü gerçekleştirecek hareketlerin kılavuzu olarak kendi kahraman çocuklarından oluşan ordusunu görmüştür. Bu nedenle Türk Ulusu, elinde kılıç tehlikelere karşı yürümeye hazır kahraman çocuklarına derin bir güven beslemiştir. Bu güveni hep besleyecektir. Bundan sonra da Türk Ulusu'nun kutsal ülküsünün gerçekleşmesi için kahraman asker evlatları hep önde gidecektir. Tüm Türk Ulusu, başarıya ulaştığı her yaşamsal şeyin kahramanı olarak kendi ordusunu, ordusunu komuta eden öz evlatlarından oluşma subaylar topluluğunu, yüksek komuta heyetini görmektedir. Ulus ve kahraman evlatlarından oluşan ordu öylesine birbiriyle birleşmiştir ki, dünyada ve tarihte bunun örnekleri çok azdır. Bu ulusal gerçekle her zaman övünebiliriz.1
Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nda kahramanca mücadele edip, düşman ordularına beklenmedik bir karşılık veren Türk Milleti'nin her ferdinin taşıdığı önemi, bir başka konuşmasında şu sözlerle ifade etmiştir:
Geçirdiğimiz bunalımlı günlerin şerefli kahramanlarını hep birlikte kutsayalım:
Onlar arasında savaş alanlarında düşman silahıyla göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi, ateşlerde yakılmış çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır.
Onlar arasında namuslarına saldırılmış... kızlar vardır.
Onların arasında, yurtlarını yitirmiş aileler, yavrularını gömmüş analar vardır. Ve gene onlar arasında, savaştaki namus görevini şerefle yerine getirerek, bugün memleketlerine dönmüş gaziler vardır. Onlardan, şehitlik şerbetini içmiş olanların ruhlarına fatihalar armağan edelim.
Bu hareketi yapan bir ordunun babaları ve analarından oluşan ulusumuz, bütün dünyaya karşı en saygın ve değerli yeri kazanmıştır. Ulusumuz çekinmeden övünebilir ve ben, böyle bir ulusun, önemsiz bir kişisi olmakla en büyük mutluluğu duyuyorum. Bu savaş alanlarında, benzersiz kahramanlıklar ve yiğitlikler göstermiş olan subaylarımızın, erlerimizin ve komutanlarımızın her biri ayrı ayrı birer övünç sayfaları, bir destan oluşturan hareketlerini, en ulu duygularla ve saygıyla anıyorum.2
Büyük Önder, Onuncu Yıl Nutku'nda ise Türk Milleti'ne olan güveninin nedenini şöyle açıklamıştır:
Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk Milleti'nin karakteri yüksektir...3
Bütün dünya Türkiye'nin mevcudiyeti muhteremesine gıpta edecek ve milletimize layık ve müstehak olduğu yüksek mevkii ayıracaktır. Böyle bir millete mensubiyetimden dolayı çok bahtiyar ve müftehirim.4

Türk Milleti'nin Şanlı Tarihi

Kurtuluş Savaşı Türk Milleti'nin tarihinde bir altın sayfadır. Ancak Türk'ün tarihi bunun gibi daha pek çok kahramanlıklarla doludur. Türk Milleti dünya tarihine damgasını vurmuş şanlı bir millettir. Asırlar boyunca üç kıtada eşsiz devletler kurmuş, ayak bastığı her yere barış, adalet ve medeniyet götürmüş, dünya milletlerine örnek olmuştur. Türk Milleti'nin devlet kurma ve yönetmedeki yeteneğini kavrayabilmek için Türk Milleti'nin medeniyet ve kültürünü, üstün ahlakını, vatan ve millet anlayışını, idari ve askeri yapılanmasını iyi tanımak gereklidir. Türk Orduları tarih boyunca tüm milletlere örnek olmuştur. Düşmanlarına korku, dostlarına ise güven vesilesi olan Türk askeri bugün de üstün vasıflarıyla tüm dünyaya örnektir.
Türklerin ön plana çıkmış meziyetlerinden biri doğuştan asker olmalarıdır. Türk askeri cesur, fedakar ve itaatkardır. Tarih boyunca kurulan Türk devletlerinin temeli düzenli bir askeri teşkilata dayanmıştır. Askerlik, Türklerde milli bir görev olmuştur. Türklerin mükemmel askeri kuruluşları ve değerli komutanları tüm dünyanın hayranlığını kazanmıştır. Arap düşünür Cahiz, "Türk'e karşı hiçbir şey duramaz. Hiçbir kimse onu, yutulacak bir lokma olarak kabul edemez"5 diyerek Türk Ordularının üstünlüğüne işaret etmiştir. Kanuni devrinde 7 yıl boyunca (1555-1562) Avusturya sefiri olarak İstanbul'da bulunan Ogier Ghiselin de Busbecq, Türklerin askeri yönünden şöyle söz eder:
Türkler, sefer esnasında sabırlı, tahammüllü ve iktisatlı hareket ederler. Türk sistemini kendi sistemimizle mukayese edince istikbalin başımıza getireceği şeyleri düşünerek titriyorum. Bu ordu galip gelecek ve payidar olacak, biz ise mahvolacağız. Çünkü Türkler hiç sarsılmamış kuvvete sahip oldukları gibi, kendilerine has zafer itiyatları, meşakkatlere tahammül kabiliyeti, intizam, disiplin, kanaatkarlık ve uyanıklık var.6
Tarih boyunca Türk Orduları diğer tüm milletlerin hem imrendikleri hem de çekindikleri bir güç olmuştur. Türk askeri, düşmanlarına korku, dostlarına ise büyük güven vermiştir. Bu güven İmam-ı Azam tarafından "Kılıç, Türklerin elinde bulunduğu sürece senin dinine zeval yoktur"7 şeklinde dile getirilmiştir. Bu sözle İmam-ı Azam, Türk askeri yeryüzünde bulunduğu sürece İslam Dinine kimsenin zarar veremeyeceğine işaret etmiştir.
Türk Milleti sahip olduğu güçlü ordular sayesinde tarih boyunca çok güçlü devletler kurmuştur. Yapılan araştırmalar Türklerin tarih boyunca 180'e yakın devlet kurduğunu göstermektedir. Araştırmalar devam ettikçe, bu sayının artacağı ve bu devletler hakkındaki bilgilerin daha kesinlik kazanacağı beklenmektedir. Tarih boyunca yaşamış Türk devletlerinin yaşadıkları dönemlere ve bölgelere bakıldığında, Japon Denizi'nden Adriyatik Denizi'ne kadar uzanan geniş toprakların "Türk Dünyası" olarak kabul edilmesi gerektiği anlaşılır.
Söz konusu devletlerin çoğu ayakta kaldıkları süre boyunca çok önemli devletler olmuşlardır. Bu devletlerden 16 tanesi ise dünya tarihinde etkili rol oynamıştır. Türk Milleti bu devletlerin yönetiminde gösterdiği üstün kabiliyetle tüm dünya milletlerine tarih boyunca örnek olmuştur. Bunun en önemli nedenlerinden biri ise hakimiyeti altında yaşayan farklı etnik kökene mensup toplulukları, her birinin dil ve din farklılıklarına saygı göstererek, barış, huzur ve güvenlik içerisinde, asırlar boyunca birarada yaşatma becerisini göstermesidir. Aynı topraklar üzerinde hakimiyet kuran farklı devletler ise bu başarıyı sağlayamamış, söz konusu topraklarda bu kadar uzun süreli hakimiyetler yaşanmamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan 16 devletin hakimiyet süreleri ve hakimiyet altında tuttukları yerler ise şöyledir:
1. Hun Devleti:
Büyük Hun Devleti Orta Asya'da kurulan ilk Türk devletidir. MÖ 220'den MS 216'ya kadar hüküm sürmüştür. Bilinen ilk hükümdarı Teoman'dır. Mete Han döneminde devletin sınırları Japon Denizi'nden Hazar Denizi'ne kadar geniş bir bölgeyi kapsamıştır.
2. Batı Hun İmparatorluğu:
MÖ 53'de, Büyük Hun İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesiyle, Batı Türkistan'da Cici Han tarafından kurulan Türk devletidir. Yaşadığı dönem boyunca en büyük bölgesel güç olmuştur.
3. Avrupa Hunları (Batı Hunları):
Avrupa Hunları MS 434'de Atilla'nın başa geçmesiyle büyük bir devlet haline geldiler. Hakim olduğu yıllarda, Avrupa kıtasında en büyük güç olmuştur.
4. Akhunlar:
5. yüzyılın ortalarında, Amuderya nehrinin çevresinde kurulmuş ve gelişme göstermiş bir Türk devletidir. Horasan, Afganistan ve İran topraklarına kadar yayılmıştır. Kısa bir dönem hüküm sürmesine rağmen, hakimiyeti boyunca Asya'da büyük bir güç olmuştur.
5. Göktürk Devleti:
Göktürk Devleti, Türk tarihinde Türk adı ile kurulan ilk devlettir. Devletin kurucusu ve ilk hükümdarı olan Bumin Kağan, Orta Asya'daki bütün Türk boylarını egemenliği altında toplamıştır. Bumin Kağan ölünce yerine oğlu Murat Kağan hükümdar olmuştur. Bu dönemde İpek Yolu Türklerin denetimine girmiş ve Türkler Çin'e üstünlüklerini kabul ettirmişlerdir.
6. Uygur Hakanlığı:
Büyük Hunların torunları olan Uygurlar, çok sayıda devlet kurmuşlardır. Uygur Hakanlığı bunlardan birisidir. 744-840 yılları arasında hüküm sürmüştür. Selenga, Orhun ve Tola ırmakları havzalarından Baykal Gölü'nün güneyindeki bozkırlara kadar uzanan geniş sahada yaşamışlardır. 100 yıla yakın bir süre içinde, Asya kıtasında, bölgesel güç olmuşlardır.
7. Avar Devleti:
Macaristan'da büyük bir devlet kuran Avarlar, zaman zaman İstanbul'u kuşatmışlardır. O dönemde Avrupa kıtasında bölgesel güç oluşturmuşlardır. İstanbul'u kuşatan ilk Türk boyu Avarlar olmuştur.
8. Hazar Devleti:
Kafkaslar'da kurulmuş olan Hazarlar, Hazar Denizi'ne de adını vermiştir. 7. yüzyıldan itibaren iyice güçlenen ve bütün Doğu Avrupa'yı eline geçiren Hazarlar, 3 yüzyıl hüküm sürmüşler ve yıkılana kadar bölgede çok büyük bir güç oluşturmuşlardır.
9. Karahanlılar:
10. yüzyılın ortalarında Orta Asya'da kurulan ilk Müslüman Türk devletidir. Aynı zamanda ilk Müslüman Türk devleti olarak bölgesel hakimiyet kurdular.
10. Gazneliler:
Karahanlılarla aynı dönemde yaşamışlardır. İlk Müslüman Türk devletlerindendir. Sınırları Afganistan ve Hindistan’ı içine alır. Karahanlılar ile birlikte Asya kıtasında, bölgesel bir güç olmuşlardır.
11. Büyük Selçuklu İmparatorluğu:
Ön Asya'da kurulan ilk ve en büyük Müslüman Türk devletlerinden biridir. 1040-1157 yılları arasında hüküm sürmüştür. Güneybatı Asya'nın tamamına yakın bir bölümüne hakim olan Büyük Selçuklu Devleti, bölgenin en büyük gücü olmuştur.
12. Hârizmşahlar Devleti:
Büyük Selçuklu Devleti ile aynı dönemde, 1097-1231 yılları arasında Aral Gölü'nün güneyinde yaşamışlardır. Orta Asya'da bölgesel hakim güç olmuşlardır.
13. Timurlar Devleti:
1370-1507 yılları arasında, Ege kıyılarından Orta Asya'ya ve Hint Okyanusu'na kadar uzanan geniş topraklar üzerinde hüküm sürmüş büyük bir Türk devletidir. Hakim olduğu topraklardan en büyük bölgesel güç olduğu anlaşılır.
14. Bâbur Devleti:
1494-1858 yılları arasında Hindistan'da hüküm sürmüştür. Hakim olduğu tarihlerde, Asya'da büyük bir güç oluşturmuştur.
15. Altınordu Hanlığı:
1227-1502 yılları arasında, Karadeniz ile Hazar Denizi arasında yaşamış bir Türk devletidir. Yaklaşık üç asır Asya'da hakim güç olmuştur.
16. Osmanlı İmparatorluğu:
1299'da Söğüt civarında kurulmuş ve 1923 yılına kadar devam etmiş ve üç kıtada hakimiyet kurmuş bir cihan devletidir. Toprak bakımından en geniş sınırlara ulaştığı dönemde Anadolu, Kafkasya, Kırım, Güney Ukrayna, bugünkü Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan, Macaristan, Suriye, Ürdün, Lübnan, İsrail, Irak, Suudi Arabistan, Yemen, Mısır, Tunus, Libya ve Cezayir'i yönetmiştir.
(Türk devletleri konusunda detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Türk'ün Yüksek Seciyesi, Kültür Yayıncılık)

ATATÜRK VE TÜRK ORDUSU


Kitabın ilk bölümünde Türk Milleti'nin şanlı tarihi hakkında kısa bilgi verdik ve Türk'ün asker yönünün ne kadar güçlü olduğu üzerinde durduk. Vatanına, özgürlüğüne ve şerefine düşkün olan Türk Milleti'nin, milli varlığı ve bağımsızlığı uğruna gösteremeyeceği kudret ve fedakarlık yoktur. Kurtuluş Savaşı Türk'ün bu üstün seciyesinin tüm açıklığıyla ortaya konduğu çok şerefli bir mücadele olmuştur. Atatürk de dünyanın en donanımlı ordularına karşı Milli Mücadele'yi başlatırken Türk Milleti'ne olan güvenini sık sık dile getirmiş ve Türk Ordusunu en büyük destekçisi olarak görmüştür. Atatürk'ün bu konuyla ilgili bazı sözleri şu şekildedir:
Ordu, Türk Ordusu, işte bütün milletin göğsünü itimat (güven), gurur duygularıyla kabartan şanlı adı. Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek (gerçekleştirmek) için sarfetmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilenmesi imkansız teminatıdır.8
Millet, kemal-i azimle içtimai ve fikrî tekâmülle çalışırken, onu bundan alıkoyacak dahilî ve haricî maniaların karşısında kuvvetli, kudretli ve büyük görevini müdrik kahraman Ordumuzun hazır bulunduğunu düşünerek müsterih olabilir.9
Sizin gibi kumandanları, subayları ve erleri olan bir millet için yâd elleri altında köle olmak mümkün değildir.10
Vatan evlatlarının vatanın bölünmez bütünlüğü için biraraya geldiği, mazisi şanlı, geleceği parlak Türk Ordusunu Atatürk şu sözleriyle tanımlamaktadır:
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ordusu, istilalar yapmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir (şunun bunun elinde tutku aracı olmayacak kadar temizdir). İnsanca ve müstakil (bağımsız) yaşamaktan başka gayesi (amacı) olmayan milletin aynı ideale bağlı ve yalnız onun emrine tabi (onun emrinde) ve sadık öz evlatlarından mürekkep (oluşan) muhterem ve kuvvetli bir heyettir (saygın ve güçlü bir kuruluştur).11
Atatürk Türk Ordusuna her zaman çok büyük bir güven duymuş, Kurtuluş Savaşı'ndan büyük bir zafer ile çıkılacağını her fırsatta dile getirmiştir. Mustafa Kemal Atatürk bir konuşmasında bu düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir:
Ulusumuzun ve onun yönetimini üstlenmiş olan Büyük Millet Meclisi'nin, büyük savaşımda kesinlikle başarılı olacağına inanıyorum. Bu hususların sağlanması için etkin nedenler ve araçlar vardır. Burada yalnızca şunu belirtmek isterim; bu etmen ve nedenlerin başında en etkilisi, Ordumuzdur. Ordumuz, yaşam ve onur savaşında, ulusun ve ulusun amaçlarının tek dayanağıdır. Ordu kendisine düşen bu yüce görevinde, hakkıyla başarılı olabilmesi için, gereken niteliğin birincisi, demir gibi güvenliktir. Orduda güvenliğin tek oluşum aracı aydın, kahraman, özverili subaylardır. Bugün Ordumuzun subayları, saydığım niteliklere tamamen sahiptir. Fakat buna bir şey eklemek gerekir ki, bu içinde bulunduğumuz olağanüstü durumlar ve koşulların coşkularıyla, istekleriyle yetişecek olan genç subaylarımız, bize, gelecek için daha güçlü umutlar vereceklerdir.12
Atatürk'ün büyük bir güven ve saygı duyduğu, milli egemenliği tek amaç edinmiş Türk Ordusu, kanının son damlasına kadar vatan toprakları uğrunda mücadele etme azmi göstermiştir. Güvene ve övgüye layık olan kahraman Türk Ordusu, büyük bir zaferle düşmandan arındırıp, kanlarıyla suladığı Türk toprağını yüce Türk Milleti'ne armağan etmiştir. Başkomutan Atatürk kahraman Türk Ordusunun büyük zaferini şu sözleriyle Türk halkına müjdelemiştir:
Büyük Türk Milleti, Ordularımızın kabiliyet ve kudreti, düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza güven verecek bir mükemmelliyetteydi. Millet orduları on dört gün içinde büyük bir düşman ordusunu yok etti. Dört yüz kilometre aralıksız bir takip yaptı. Anadolu'daki işgal edilmiş bütün topraklarımızı geri aldı.13
Türk Ordusunun, düşman süngüsüne gözünü kırpmadan, vatan uğruna göğüs gererek kahramanca savaşmasından duyduğu büyük gururu ise Atatürk şöyle ifade etmiştir:
Tarihte, bütün bir vatanı, çok üstün düşman kuvvetleri karşısında son toprak parçasına kadar karış karış kahramanca ve namuskarane müdafaa etmiş ve yine varlığını koruyabilmiş ordular görülmüştür. Türk Ordusu, o cevherde böyle bir ordudur. Yeter ki, ona kumanda edenler, kumanda edebilmek evsafına haiz bulunsun.14
Kahraman Türk Ordularının kazandıkları büyük zaferlerden, şahsıma düşmüş olan vazifeleri yapabilmişsem çok bahtiyarım. Yalnız bu noktada bir gerçeği açıklamak için söylemeliyim ki: Benim ordularımı ve sevk ve tevcih ettiğim (gönderdiğim ve yöneltiğim) hedefler, esasen ordularımın her erinin, bütün subaylarının ve kumandanlarının görüşlerinin, vicdanlarının, azimlerinin, mefkurelerinin (ülkülerinin) yönelmiş olduğu hedefler idi.15
Başkomutanlığını yaptığı Kurtuluş Savaşı zaferinin tek sahibi olarak Türk Ordusunu gösteren Atatürk, Türk erinden duyduğu memnuniyet ve güveni şu sözleriyle dile getirmiştir:
Türk neferi kaçmaz, kaçmak nedir bilmez.16
Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur (yılgınlık) bile gösteremiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler, kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.17
Atatürk, Türk askerinin, vatan sevgisini ve imanını anlatarak, eşsiz özelliklerin tarifini bu sözlerinde yapmıştır. Türk askerlerinin birlik olup oluşturduğu üstün gücü ise şöyle tarif etmiştir:
Benim için Ordumuzun kıymetini ifadede ölçü şudur: Türk Ordusunun bir kıtası muadilini behemahal mağlup eder. İki mislini durdurur ve tespit eder (ve yerine çiviler).18
Vatanın her yerinde destanlar yazan, şanını tüm uluslara duyuran büyük Türk Ordusuna Atatürk şu sözlerle hitap etmiştir.
Türk Ordusu! Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam askere rastgelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldırmadığı demir gibi temiz kalbinle düşmanı sonunda alt eden büyük gayretin için gönül borcumu ve teşekkürümü söylemeyi kendime aziz bir borç bilirim.19
Atatürk her zaferin altındaki imzanın Türk Milleti'ne ve Türk Ordusuna ait olduğunu çok iyi biliyor ve her konuşmasında bunu mutlaka vurguluyordu. 1925 yılındaki bir konuşması onun üstün kişiliğinin, tevazusunun ve Türk Milleti'ne olan güçlü sevgisinin de bir ifadesi niteliğindedir:
Bu defa Büyük Millet Meclisi'nin, hakkımda yeni bir rütbe ve ünvanıyla tecelli eden iltifat ve teveccühü doğrudan doğruya size râcidir. Milletin verdiği bu rütbe ile yükselen ordu, en ulu bir gazâ ile mümtaz olan yeni bir ordudur. Sizin kahramanlığınızla, sizin gösterdiğiniz nihayetsiz fedakârlık pahasına kazanılan büyük muvaffakiyetin millet tarafından takdirine delâlet eden bu rütbe ve ünvanı, ancak izafe ederek büyük askerlik hayatımın en büyük iftihar sermayesi olarak taşıyacağım. Cenab-ı Hak, giriştiğimiz kurtuluş mücadelesinde şerefli silah arkadaşlarıma kendilerini temyiz eden asaletin, civanmertliğin, kahramanlığın hakkı olan kati kurtuluşu nasip etsin.20
Atatürk'ün, memleketin büyük bir sıkıntı içinde olduğu dönemde bile büyük bir zafer kazanan Türk Ordusundan, Türk Milleti adına bir de beklentisi vardır. Bu beklenti, zor zamanlarda gösterilen çabanın Cumhuriyetin hakim olduğu dönemde de sürdürülmesidir. Atatürk, ileri görüşlü bir lider olarak, geleceği düşünerek, Türk Hava Kuvvetleri ve Donanması ile ilgili şu görüşlerini dile getirmiştir:
Pilotlar, şunu unutmayınız ki, yarının en büyük tehlikeleri semalardan gelecektir. Bu sebeple sizler ani gelebilecek tehlikelere karşı koymak için daima hazır bulunmaya ve o şekilde yetişmeye gayret edeceksiniz.21
Hudutlarının mühim ve büyük aksamı deniz olan Türk Devleti'nin donanmasının da mühim ve büyük olması gerekir. O zaman Türkiye Cumhuriyeti daha müsterih ve emin olacaktır.22
Vatanın bölünmez bütünlüğünün korunmasına, halkın her türlü kargaşa ve anarşiden uzak, refah içinde yaşamasına yönelik gösterilecek bu çabayı, Atatürk, Cumhuriyetin 15. yıldönümü nedeniyle yaptığı konuşma sırasında şöyle ifade etmektedir:
Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk Ordusu!
Memleketi, en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman çizmelerinden nasıl korumuş ve kurtarmışsan, Cumhuriyetin bugünkü verimli devrinde de askerlik tekniğinin bütün çağdaş silah ve araçlarıyla donanmış olarak görevini aynı başarılılıkla yapacağına hiç kuşkum yoktur.23
Bugün, Cumhuriyetin on beşinci yılını mütemadiyen artan büyük bir refah ve kudret içinde idrak eden büyük Türk Milleti'nin huzurunda kahraman ordu, sana kalbi şükranlarımı beyan ve ifade ederken büyük ulusumuzun iftihar hislerine de tercüman oluyorum.
Türk vatanının ve Türk camiasının şan ve şerefini, dahili ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam inanç ve itimadımız vardır. Büyük ulusumuzun orduya bahşettiği en son sistem fabrikalar ve silahlar ile bir kat daha kuvvetlenerek büyük bir feragati nefs ve istihkari hayat ile her türlü vazifeyi ifaya muhayya olduğuna eminim. Bu kanaat ile Kara, Deniz ve Hava Ordularımızın kahraman ve tecrübeli komutanları ile subay ve eratini selamlar ve takdirlerimi bütün ulus muvacehesinde beyan ederim.24
Hiç şüphesiz şanlı Ordumuz, Atamızın bu isteğini, halkına verdiği güven ve gururla yerine getirerek, dünyada Türk Silahlı Kuvvetleri olarak şanlı tarihiyle yerini almaktadır. Büyük bir görev aşkıyla bu emaneti alan Türk Silahlı Kuvvetleri, Atatürk'ün çizdiği yolda emin adımlarla taviz vermeden şerefle yürümekte, Türk Milleti'nin bekasına ve bağımsızlığına karşı gelişen, gizli ve açık her türlü tehditle mücadele etmektedir.


Atatürk'ün Şanlı Türk Ordusu
Hakkındaki Diğer Sözleri

Ordu, Türk Ordusu. İşte bütün milletin göğsünü itimat, gurur duygularıyla kabartan şanlı ad.25 (1937)
Büyük milli disiplin okulu olan ordunun; ekonomik, kültürel, sosyal savaşlarımızda bize aynı zamanda en lüzumlu elemanları da yetiştiren büyük bir okul haline getirilmesine, ayrıca itina ve himmet edileceğine şüphem yoktur.26 (1937)
Hiçbir millet ve memlekete karşı tecavüz fikri beslemeyiz. Fakat varlığımızı ve istiklâlimizi korumak için, emniyet içinde çalışarak müreffeh ve mesut olmasını temin için her vakit memleket ve milletimizi müdafaaya gücü yeten bir orduya sahip olmak da emelimizdir.27 (10 Aralık 1922)
En yüksek askerlik budur: Muhtelif ihtimalleri çok iyi hesap etmeli, en iyi görüneni cüret ve katiyetle tatbik etmelidir.28 (1924)
Dış siyasetimizde; ülkenin dokunulmazlığını, güvenliğini, yurttaşların haklarını herhangi bir saldırıya karşı bizzat savunabilmek kudreti de özellikle göz önünde tuttuğumuz noktadır.29
Türk Ordusunun bir parçası eşdeğerini kesinlikle yener. İki katını durdurur ve kıpırdayamaz hale getirir. Şimdilik bundan fazlasını istemiyorum. Çünkü fazlasını ulusumuzun yaradılıştan sahip olduğu cengaverlik zaten sağlamaktadır. Ancak, bu değeri ne yapıp yapıp korumamız gerekir. Bunu tüm arkadaşlarımdan özellikle istiyorum. Bu değer saklı kaldıkça örgütümüzün, talim ve terbiyemizi, yönetim ve güdümümüzü bu hedef ve amaç yönünde yürüttükçe Türkiye her türlü saldırıdan uzak kalacaktır, bundan kimsenin kuşkusu olamaz... Türkiye Cumhuriyeti sadece iki şeye güvenir. Biri ulusun kararı, öbürü de en acılı ve zor koşullarda dünyanın övgüsünü haklı olarak kazanan Ordumuzun kahramanlığıdır. Bu iki şeye güvenir... Arkadaşlar, komutamızdaki ordular kahramanlığına gerçekten güvenilir ordulardır. Bu ordular tarihte benzeri görülmemiş kahramanlıklar, özveriler göstermiştir. Şanlı zaferler kazanmışlardır. Ulusun ve ülkenin minnet ve şükranlarını hak etmişlerdir...
Arkadaş, Türkiye en zayıf olduğu sanılan bir zamanda en güçlü olduğunu kanıtlamıştır. Bu, ordusu sayesinde olmuştur. Ordumuz vatan için zafer kazanmıştır. Bu olay Türkiye'nin olağanüstü canlılığına, kutsal kararlılığına ve ölümsüz varlığına en açık seçik bir kanıttır.30
Bir ordunun değeri, subay ve komuta heyetinin değeriyle ölçülür.31
Komutan, yaratıcı gücü olan kimse demektir.32
Ordumuz babalarına ve soyuna layık evlatlardan oluştuğunu göstermiştir.33
Türk Orduları, tarihte benzeri görülmemiş kahramanlıklar, fedakarlıklar göstermiştir.34
... Ulusu yönlendiren ve yönetenlerin dayanağı ordu olmuştur. Öbür uluslarda ordu ile ulus daima birbiriyle karşı karşıyadır. Oysa bizde tamamiyle tersinedir. Bundan sonraki yükselme ve ilerleme de sizin bilinçli gücünüzle olacaktır...35
Büyük Türk Ordusu! Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz ve daha sağlam bir askere rastgelinmemiştir.36
Arkadaşlar, ordudan söz ederken bu ulusun gerçek sahibi olan Türk Ulusu'nun aydın evlatlarından söz ediyorum. Bu evlatlarımız arasında yarının kahramanlarını yetiştiren eğitmenlerimiz de vardır. Gerektiğinde hemen giysilerini değiştirerek gereken yerde başını veren ve ordu ile birlikte yürüyen öğretmen arkadaşlarımız da vardır. Ben büyük Ordumuzun subaylarından ve onlarla birlikte Türk'ün aydın evlatlarından söz ettiğimde, onlarla birlikte olan, fikriyle, vicdanıyla ve bilim anlayışıyla ulusal kahramanlığa katılmaya hazır Türk gençlerinden söz etmiş oluyorum...37
Türk Ulusu ordusunu çok sever, onu kendi ülküsünün bekçisi sayar.38
Heyeti içtimaiyemizi, hedefi hakikate, hedefi saadete ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalini yoğuran irfan ordusu: Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, alidir, feyizlidir, muhteremdir, fakat bu iki ordudan hangisi daha kıymetlidir, hangisi yekdiğerine müreccahtır. Şüphesiz böyle bir tercih yapılmaz, bu iki ordunun ikisi de hayatidir.39 (24.03.1923)
Türk neferi kaçmaz, kaçmak nedir bilmez. Eğer Türk neferinin kaçtığını görmüşseniz, derhal kabul etmelidir ki, onun başında bulunan en büyük kumandan kaçmıştır.40
... Ordumuzun hiçbir eri müstesna olmaksızın tümünün izlediğimiz kutsal davayı bilinçli olarak algıladığına inanabilirsiniz. Ordularımız Türkiye'nin düşmanlarını anlamıştır, dostlarını da anlamıştır. Ne için savaştığını biliyor ve hangi sonuca ulaşıncaya kadar savaşması gerektiğini de sükunet içinde, vicdanında duyarak biliyor... Kurmayı başardığımız ordular gerçi Viyana surlarına dayanan eski Osmanlı ordularından biri değildir. Ancak sahip olduğu yüce ve insancıl ülkü bakımından onlardan daha yukarı düzeyde erdemlilikte ve değerde bir çelik parçasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin Ordusu istilalar yapmak ya da saltanatlar yıkmak ya da kurmak için şunun bunun buyruğunda hırs aracı olmaktan uzaktır. İnsanca ve bağımsız yaşamaktan başka bir amacı olmayan ulusun aynı ülküyle duygulu ve yalnız onun buyruğuna bağlı öz evlatlarından oluşan saygın ve güçlü bir topluluktur... Yakından temas ve incelemelerime dayanarak inançla arz edebilirim ki, Ordularımızın gücü ve iç durumu ve çok yüksek olan ahlak ve maneviyatı Yüce Meclisinizin her türlü sorunu sükun içinde gözden geçirerek ulusun gerçek amaçlarına ve gerçek çıkarlarına uygun biçimde sonuçlandırmasının sorumluluğunu üstlenmesine yeterlidir.41


Ülkemizin Varlığının En Büyük
Teminatı:Türk Ordusu

Büyük Önder Atatürk’ün, "Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek için sarfetmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkansız teminatıdır" ifadesiyle de dikkat çektiği gibi, Ordumuz varlığımızın en önemli güvencesidir. Şanlı Ordumuz, milli varlığımızı korumak için yüz binlerce şehit vermiş, tarihi şanlı zaferlerle dolu bir ordunun mirasçısıdır. Ve bu mukaddes ordu, Türk Milleti'nin sahip olduğu üstün seciyeyi büyük bir gurur ve liyakatla en güzel şekilde üzerinde taşımaktadır.
Şerefli Ordumuz yüksek karakterini tarihin her döneminde tüm dünyaya ispatlamıştır. Ordumuz bugüne kadar, hiçbir karşılık beklemeksizin memleketimizin ve milletimizin hayrını, güvenliğini ve bütünlüğünü gözetmiş; tüm kurumlarıyla Cumhuriyetimizin savunucusu olmuştur.
Türk Ordusu, ülkemiz üzerinde sinsi emeller besleyen ülkelerin ve örgütlerin faaliyetlerini hep boşa çıkarmıştır. Bugün de yüksek karakteri ve üstün seciyesi ile tüm düşmanları üzerinde çok büyük bir caydırıcılık oluşturmaktadır. Ordumuz, topraklarımızı işgalcilerin elinden kahramanca kurtarmış, düşman ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir zaman Türk Ordusunu geçememiştir. Balkan Savaşları'nda, I. Dünya Savaşı'nda, Çanakkale'de, Süveyş'te, Kafkasya'da dünyanın en güçlü ordularıyla mücadele etmiştir. Kurtuluş Savaşı ise dünya milletlerine Türk'ün gücünü ve azmini göstermiştir. Ordumuz Anadolu'yu işgal eden Yunan ordusuyla savaşmış, Avrupa'nın yayılmacı güçlerini frenlemiş ve vatan topraklarımızı tek bir düşman bırakmamacasına savunmuştur. Şanlı Ordumuzun caydırıcılığı, Türkiye Cumhuriyeti’ni 2. Dünya Savaşı'ndan korumuş, tüm Avrupa'yı işgal eden faşist lider Hitler'i ülkemizden uzak tutmuştur. 1980'lerin başından bu yana, Ordumuz ülkemizin bütünlüğüne kasteden teröre karşı en zor ve çetin mücadeleleri vermiş ve bu mücadeleden de başarıyla çıkmıştır. Bugün terör örgütünün bir çözülme ve dağılma süreci yaşamasının en büyük nedeni, Ordumuzun ve kahraman askerlerimizin yaklaşık 15 yıldır azimle sürdürdükleri mücadeledir.
Türk Ordusu kahramandır, vatanseverdir ve askeri dehasıyla tüm dünyanın hayranlığını ve saygısını kazanmıştır. Bu ise, kuşkusuz vatanını ve devletini seven her Türk'ün göğsünü kabartmaktadır. Milletimizin Ordumuza olan inancı ve güveni tamdır.


ATATÜRK’ÜN BAZI ANILARI


Atatürk'ün Çanakkale'de
Gösterdiği Üstün Başarı

15 Şubat 1915, Çanakkale savaşlarının başlangıcıdır. Mustafa Kemal ilk günden beri elindeki kuvvetler ile savaşın başında ve içindedir. Var güçleriyle Çanakkale Boğazı'na saldıran düşman kuvvetleri 18 Mart 1915'de denizdeki savaşta yenilir. Fakat, İstanbul'a ulaşmak isteyen İtilaf Devletleri bu kez de karadan şanslarını denemeye kalkarlar.
Bu arada 25 Nisan 1915 sabahı ilginç bir olay olur. Osmanlı Hükümeti ve Genelkurmayı Gelibolu ve Ege Denizi tarafından gelecek bir kara savaşını düşünmemektedir. Bu konuda hazırlıklı da değildir. Ancak Mustafa Kemal, düşmanın, ölü bir konumu olan Arıburnu'ndan çıkartma yapacağını anladığı için, emri altındaki 57. Alayı Kocaçimen mevkine getirir. Mustafa Kemal Conkbayırı'na vardığı sırada 9. Tümene bağlı 27. Alayın askerlerinin Conkbayırı'na doğru kaçtıklarını görerek önlerini keser ve sorar:
- Nereye gidiyorsunuz?
- Düşman geldi.
- Nerede?
Kaçan askerler 261 Rakımlı tepeyi işaret ederler. Gerçekten de, düşman önünde hiçbir engel olmayan tepeye doğru yaklaşmaktadır. Mustafa Kemal'in yanında ise bir, iki subay ve kaçan erlerden başka kimse yoktur. Kendi alayı hala Kocaçimen'dedir. Hemen kumandayı ele alarak emir verir:
- Düşmandan kaçılmaz.
- Cephanemiz yok.
- Cephanenizden daha güçlü süngünüz var.
- Süngü tak, hücum!
Hemen arkasından "Allah Allah" sesleri bütün ovaya yayılır. Kahraman Türk askeri şimdi süngüsüyle, boğaz boğaza çarpışmaktadır. Bu mücadele neticesinde biraz zaman kazanılmış ve 57. Alay savaş alanına yetişmişir ve Mustafa Kemal'in emriyle tekrar hücuma geçmiştir. Bu savaşı Türk Ordusu kazanmıştır. Ancak 57. Alay tümüyle şehit düşmüştür. 1 Haziran 1915'de Mustafa Kemal Albaylığa yükselmiştir.
Bu yenilgiye rağmen İtilaf Devletleri 6-7 Ağustos gecesi Anafartalar'a asker çıkarmış ve şiddetli çarpışmalar başlamıştır. Bu sırada kurulan Anafartalar Grup Komutanlığını üstlenen Mustafa Kemal 10 Ağustos'taki çarpışmalarda düşmana büyük kayıplar vermiş, düşmanın Conkbayırı'na yerleşmesini engellemiştir.42
Bu savaşlar için, İngiliz Kuvvetleri Kumandanı Hamilton, yazdığı Gelibolu Savaşları adlı kitabında şöyle der:
Türkler birbiri ardınca "Allah, Allah" haykırışlarıyla hakikaten pek yiğitçe savaştılar. Bu savaşı yazı ile anlatmak mümkün değildir.43
İngilizler, bütün çırpınmalarına rağmen, kahraman Mehmetçiğin savunma hatlarını aşıp, Çanakkale Boğazı'nı geçemezler ve 20 Aralık 1915 günü Çanakkale'den çekilmeye başlarlar.
Bu savaşta Mustafa Kemal'in oynadığı rol ise, İngiliz yazar Alan Moorehead'in Gelibolu adlı kitabında şöyle anlatılır:
O genç ve dahi Türk şefinin, o esnada orada olması müttefikler bakımından en acı darbelerden biridir.44


İngiltere Kralı 5. Edward:
"Mustafa Kemal Bir Milyon
Askere Bedeldir."

"Yıl 1936, İngiltere Kralı VIII. Edward, Atatürk'ü ziyarete gelir. 4 Eylül 1936 günü Atatürk misafirinin şerefine bir yemek verir. Dolmabahçe Sarayı'nın salonunda yenen yemek sırasında İngiltere Kralı, Atatürk'e sorar:
-Türkiye bir savaş anında ne kadar asker çıkarabilir Ekselans?
Mustafa Kemal'in cevabı şudur:
-Bu düşmana ve savaşa göre değişir. İcabında kadınlı erkekli bütün Türkler askerdir. Fakat talim görmüş bir milyon...
Kral biraz düşündü:
-Demek bir savaş çıktığında derhal iki milyonluk bir kuvvete sahiptirler.
Atatürk düzeltir.
-Hayır ... Umumiyetle yetişmiş asker, nüfusun yüzde yedi- sekizi hesaplanır.
Kral hayranlıkla Mustafa Kemal'e bakar, gülümseyerek başını sallar.
-Ben doğru hesap yaptım, Ekselans. Bir milyon ordunuz, BİR MİLYON DA ŞAHSEN SİZ... Toplamı benim dediğimdir."45


Sakarya Meydan Muharebesi

5 Ağustos 1921 günü Başkumandanlık görevini üstlenen Mustafa Kemal, 15 Ağustos 1921'de Fevzi (Çakmak) Paşa ile birlikte Polatlı'da Başkumandanlık karargahına gitti. 23 Ağustos 1921 günü, Yunan ordusu tekrar tüm cephelerde saldırıya geçti. Sakarya Meydan Savaşı, geceli gündüzlü tam 22 gün sürdü. Mustafa Kemal Paşa emrindeki kahraman Mehmetçik tarihin altın sayfaları arasına yeni bir destan ekledi. Destan Mustafa Kemal'in şu sözleri ile başlıyordu:
Savunma hattı yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.
26 Ağustos 1921: Destanın son sayfası da 1922'de Dumlupınar Meydan Muharebesi'nin kazanılmasından sonra 1 Eylül 1922'de gene Başkumandan'ın şu sözleriyle kapanıyordu:
Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!
Sakarya Meydan Muharebesi'nin neticesini, 12 Eylül 1921 gününün kararan fecrinde, Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, Basirettepe'den Ankara'ya şu telgrafla bildiriyordu: "-Anadolu'nun Yunan ordusu için mezar olacağı hakkındaki kanaatimizin gerçekleşmekte olduğunu arz ederim."46
Sakarya Zaferi'nden sonra Atatürk Türk Ordusuna şu şekilde seslenmiştir:
Arkadaşlar, milletimizi yabancıların ellerinde köle olmuş görmemek için giriştiğimiz bu muharebe de Sakarya Zaferi gibi adı daima anılacak yeni ve büyük bir zafer kazandınız. Benim gibi ömrünü senelerden beri saflarınız yanında geçirmiş olan bir silah arkadaşınız; ezilmiş, kahredilmiş düşmanın çekilişinden sonra hakkınızda duyduğumuz takdir ve hayreti, minnet ve şükranı ordunun her ferdi ve memleketin her tarafında duyulacak kadar yüksek sesle söylemeye lüzum gördüm.
Sakarya boyunda biz bütün memleket, bütün varlığımız ve istiklâlimiz pahasına denecek kadar ehemmiyetli büyük bir muharebeye giriştik. 21 gün, 21 gece bir milletin istilâ ve yağma fikri birbiriyle boğuştu.
Mazlum milletimizi tarihin en tehlikeli bir zamanında yeniden ışığa ve necata kavuşturan bu muharebede sizin başkumandanınız olmaktan dolayı bir insan kalbi için mukadder olabilecek en derin saadet ve iftiharı duydum. Dünyanın hiçbir tarafında ve ordusunda yüreği seninkinden daha temiz ve daha sağlam bir askere rasgelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Hayatınla, imanınla, itaatinle, hiçbir korkunun yıldırmadığı demir gibi pâk kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bilirim.47
Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra 19 Eylül 1921 tarihinde TBMM tarafından Mustafa Kemal Paşa'ya Gazi ünvanı ve Mareşal rütbesi verildi. Mustafa Kemal'in kendisine "Gazi"lik ünvanı ve "Mareşal"lik rütbesi verilmesi dolayısıyla aynı gün TBMM'de yaptığı konuşma ne denli tevazu sahibi olduğunun çok güzel bir örneğidir:
... Kazanılan bu başarı, yüksek heyetinizin iradesiyle kuvvet bulan Ordumuzun iradesi sayesinde, düşman ordusunun iradesinin kırılması suretiyle belirtilmiştir. Bu sebeple ödüllendirişinizin gerçek muhatabı yine ordudur.48


Dumlupınar, Türk Milleti'nin Tarihinde
Bir Dönüm Noktasıdır

26 Ağustos 1922 sabahı saat 04.30:
Topçularımızın kulakları çınlatan atışları ile büyük taarruz başladı.
26 Ağustos sabahı başlayan saldırı, 29 Ağustos gününe kadar çok kanlı geçti. Nihayet Yunan ordusu aynı gün kaçmaya başladı. Ama Dumlupınar'da kıstırıldı.
30 Ağustos 1922 akşamı Yunan ordusunun ana bölümü yok edilmişti. Esirler arasında Yunan ordularının komutanı General Trikopis de vardı.
Dumlupınar Savaşı yeni bir devletin tarih sahnesine çıkışının belgesidir. Gazi Mustafa Kemal, 31 Ağustos 1922 akşamı muharebe meydanında gördüğü manzarayı şöyle anlatıyor:
Yeniden bu savaş meydanını dolaştığım zaman Ordumuzun kazandığı zaferin büyüklüğü, buna karşılık düşman ordusunun uğratıldığı felaketin korkunçluğu beni çok duygulandırdı. O karşıki sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bütün korunmuş ve kapanmış yerler, bırakılmış toplarla, otomobillerle ve sayısız araç ve gereçlerle ve bütün bu bırakılanların aralarında yığınlar meydana getiren ölülerle, toplanıp karargahlarımızla gönderilmekte olan sürü sürü esir kafileler, geçekten bir mahşeri andırıyordu...
Gazi Mustafa Kemal, savaşın neticesini yüce Türk Ulusu'na şu sözleriyle ilan ediyordu:
BÜYÜK VE ASİL TÜRK MİLLETİ, Garp cephesinde 22 Ağustos 1922'de başlayan taarruz hareketimiz, Afyonkarahisar'ı, Altıntaş, Dumlupınar arasında büyük bir meydan muharebesi halinde, beş gün beş gece devam etti.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordularının, yiğitliği şiddet ve sürati, Allah'ın yardım etmesine sebep oldu. Acımasız ve gururlu düşman ordusunun esas öğeleri, akıllara dehşet verecek katiyetle yok edildi. Teşkilat ve donanım gibi gelecek ve zaferleri ve ismi, yalnız milletimizin aklından, ezeli ve edebi imanından meydana gelen Ordularımızı, fedakarlıklara layık olarak size takdim ediyorum.
En büyük kumandanından, en genç neferine kadar Ordularımıza hakim olan fikir, milletin gösterdiği vazife uğruna şehit olmaktır. Milletimizin yapısındaki kudret ve ülküyü, üç buçuk sene evvel, çalışma arkadaşlarımla ifade etmeye başlayarak, dayanılmaz müşkülat içinde devam eden mücadelelerimizin neticeleri artık meydandadır.
Milletimizin rey ve idaresine dayanan her işin neticesi, millet için hayır ve selamet olduğu sabit, geleceğe emindir. Ve söz verilen zaferi ordularımızın elde etmesi muhakkaktır.
Büyük zaferi önce Mudanya Konferansı (3 Ekim 1922) sonra da Lozan Konferansı (20 Ocak 1922) takip eder. 11 Ekim 1922 tarihinde "Mudanya Ateşkes Antlaşması" İsmet Paşa'nın başkanlığındaki Türk heyeti ile, İngiltere (General Harrington), Fransa (General Chappy) ve İtalya (General Mobelli) delegeleri arasında imzalanır. Anlaşmanın imzalanmasından hemen sonra 16 Ekim 1922 tarihli New York Times gazetesi şöyle yazıyordu:
Küçük ve sonsuza kadar uzanıyormuş gibi görünen toprak yolun nihayetindeki Mudanya kasabasına, barış antlaşmasını, Türk delegesi İsmet Paşa'ya dikte ettirmeye gelen müttefik kuvvetlerinin temsilcileri, İsmet Paşa tarafından kendilerine dikte ettirilen anlaşmayı imzaladıktan sonra, rıhtımda kendilerini bekleyen gemilerine, Türk Ordusunun çaldığı hareketli bir marş eşliğinde biniyorlardı.49


Mustafa Kemal Cesur Bir Askerdi

Mustafa Kemal cesur, atak, isabetli kararlar alan ve hiçbir zorluk karşısında yılmayan, son derece kararlı bir askerdi. Özellikle de savaş alanlarındaki davranış ve konuşmaları onun bu üstün özelliklerini kanıtlardı. Bu güçlü karakteri onunla birlikte savaşan ve onu yakından tanıyan insanlar üzerinde çok büyük bir etki meydana getiriyordu. Onunla tanışan yabancı siyasetçi ve gazeteciler kendisine hayran kalıyorlardı. Onun cesaretini tarif etmek için binlerce hatıra anlatmak ve binlerce örnek vermek mümkündür. Ancak aşağıda aktaracağımız birkaç örnek bu cesaretin boyutlarını anlamak için yeterlidir:
Mustafa Kemal her zaman ateş altında dolaşıyordu. Askerlerin maruz kaldığı her türlü tehlikeyi paylaştığı, etrafında yüzlerce insan öldüğü halde ona birşey olmuyordu. Bir seferinde yeni kazılan bir siperin önünde otururken, bir İngiliz bataryası üstlerine ateş açtı. Top menzilini bulmaya çalışırken, gülleler de gittikçe yaklaşıyordu. Vurulması, matematiksel bir kesinlik arz ediyordu. Yanındakiler sipere girmesi için yalvarmaya başlamışlardı. O;
-Hayır, diye itiraz ediyordu. Sipere gizlenecek olursam, askerlerime kötü bir misal olurum. Geride siperde bulunanlar korku ve hayretle kendisini seyrederken, o sigarasını yakmış, hiçbir şey yokmuşçasına gayet sakin konuşuyordu. Düşman topçusu menzili biraz daha yaklaştırdı. Patlayan şarapnel yağmuru altında üstü başı toz içinde kaldığı halde, Mustafa Kemal'e bir şey olmamıştı.50


ATATÜRK’ÜN ASKERİ-POLİTİK DEHASI VE İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜ


Mustafa Kemal Atatürk'ün askeri dehasının yanında bir diğer önemli vasfı, dünya siyasetine vakıf bir lider olmasıydı. Dünya üzerindeki politik gelişmeleri çok yakından takip ediyor ve her konuda son derece isabetli tahliller yapıyordu. Siyasi konulardaki öngörüleri, onun bu ileri görüşlülüğünü tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. Vefatının üzerinden 60 yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen, onun söylediklerinin birer birer gerçekleşiyor olması, bu açıdan son derece önemlidir. Bu konuyla ilgili bir örnek Atatürk ile Amerikan generali MacArthur arasında geçen bir görüşmedir:
Son harbin kahramanı ve Japonya fatihi General MacArthur 1932 yılında Türkiye'yi ziyaret etmişti. Bu vesile ile, Türkiye'nin lideri ve reformcusu Atatürk ile tanışma fırsatı da kendisine verilmiş oldu. Her iki büyük asker karşılaştıkları anda birbirlerine karşı büyük yakınlık duydular. Sıcak bir atmosfer ve samimiyet içinde devam eden bu uyumlu görüşme esnasında; dünya konularına temasla; hem ümit, hem korku dolu olarak gelecek hakkındaki düşüncelerini ifade ettiler.
Atatürk, Avrupa'nın durumu konusunda MacArthur'un sorusunu şöyle yanıtlamıştı:
Versailles Anlaşması, 1. Dünya Savaşı nedenlerinden hiçbirini kaldırmamıştır. Tersine, dünün başlıca düşmanları arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir. Galipler, yenilenlere barış koşullarını zorla onaylatırken bu ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini görmemiş, yalnızca düşmanlık duygularıyla girişimlerde bulunmuşlardır. Böylece bugün içinde bulunduğumuz barış dönemi sadece "silahları bırakma" olmuştur. Eğer siz Amerikalılar, Avrupa işleriyle uğraşmaktan caymasaydınız, bu "silahları bırakma" dönemi uzar ve bir gün barışa varılabilirdi.
Bence, dün olduğu gibi, yarın da Avrupa'nın geleceği, Almanya'nın davranışlarına bağlı görünüyor. Büyük bir dinamizme sahip olan 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli bir millet, ulusal tutkularını kamçılayacak bir siyasal akıma kendilerini kaptıracak olursa, Versay Sözleşmesi'ni ortadan kaldıracaktır."
Atatürk, "Almanya'nın çok kısa sürede, İngiltere ve Rusya dışında bütün Avrupa'yı egemenliği altına alacak güçte ordu kurabileceğini, savaşın en geç 1940-45 yıllarında patlayacağını, Fransa'nın güçlü bir ordu kurma yeteneğini yitirdiğini ve İngiltere'nin adalarını korumak için Fransa'ya güvenemeyeceğini"52 söylemiş, bu tahminler ilerleyen yıllarda aynen gerçekleşmiştir.
Atatürk'ün İtalya konusundaki görüşü ise şöyledir :
İtalya, Mussolini'nin yönetiminde unutulmayacak aşamalar yapmıştır. Eğer Mussolini, gelecekteki savaşın dışında kalabilmek başarısını gösterebilirse, barış masasına güçlü bir devlet olarak oturabilir. Ama korkarım ki, İtalya'nın bugünkü lideri Sezar rolünü oynamaktan kendini alamayacaktır. Bu da İtalya'nın askeri bir gücü olmadığını hemen ortaya çıkaracaktır.
İtalya hakkındaki bu tahmin de doğru çıkmış, Mussolini'nin ordularının hiç de güçlü olmadığı II. Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında açıkça ortaya çıkmıştır.
Atatürk, General MacArthur ile yaptığı konuşmada, Amerika'nın geçen savaşta olduğu gibi tarafsız kalamayacağını ve savaşa katılmasıyla Almanya'nın yenileceğini de belirterek, sözlerini Sovyet ve Japon tehlikelerine dikkat çekerek şöyle sürdürmüştür :
Avrupa'da çıkacak savaşı kazanan ne İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya olacaktır. Savaşı Bolşevik Rusya kazanacaktır. Rusya'nın yakın komşusu ve onlarla en çok savaşmış bir ulus olarak biz Türkler, oradaki olayları yakından izliyoruz. Tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan doğu halklarının duygularını pek güzel kullanan, onları okşayan ve kinlerini dile getirmesini bilen Bolşevikler, yalnız Avrupa'ya değil, Asya'ya da gözdağı veren bir güç haline gelmektedir.
Avrupa devlet adamları başlıca anlaşmazlık konularını her türlü bencillikten uzak, yalnızca genel çıkarlar yönünden ele almazlarsa, korkarım ki, felaket önlenemeyecektir. Avrupa'nın sorunu artık İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlık değildir.
Bugün Avrupa'nın doğusunda bütün uygarlığı, üstelik insanlığı tehdit eden yeni bir güç belirmiştir. Bütün maddi ve manevi olanaklarını topluca, bir dünya devrimi için seferber eden bu korkunç güç, üstelik Avrupa ve Amerikalıların bilmedikleri yepyeni politika yöntemleri uygulamakta ve karşıtlarının en küçük hatalarından bile yararlanmaktadır. Kanaatime göre Avrupa'da çıkacak bir harp, hemen Asya'ya sıçrayacak ve Japonya, Asya üzerindeki arzuları için lüzumsuz kahramanlıklara kalkışacaktır.53
II. Dünya Savaşı, tam da Atatürk'ün 1932 yılındaki bu analizine göre gelişmiş, Avrupa'daki savaşın en büyük galibi, Almanya'nın yenilgisinde en büyük pay sahibi olan Sovyet Rusya olmuştur. Bunun ardından Sovyet Rusya tüm Doğu Avrupa ve Orta Asya üzerinde hakimiyet kurmuştur. Japonya ise tam Atatürk'ün öngördüğü gibi "Asya üzerindeki arzuları için lüzumsuz kahramanlıklara kalkışmış", Çin'i işgal etmiş, ardından Pasifik'te yayılmaya çalışmıştır.
Yukarıda alıntı olarak aktardığımız bu sözleri, Türk Milleti'ne modern Türkiye Cumhuriyeti'ni hediye eden Mustafa Kemal Atatürk'ün dünya politikasını ve dünya üzerindeki siyasi gelişmeleri çok yakından takip eden ve son derece isabetli tahliller yapıp değerlendirebilen büyük bir devlet adamı olduğunu da ortaya koymaktadır. Atatürk Almanya'nın ve İtalya'nın 2. Dünya Savaşları'ndaki rolünü, Rusya'nın kazanacağı gücü yüzde yüz isabetle tahmin etmiş, önlem alınmazsa savaşın kaçınılmaz olacağını ortaya koymuştur.
Atatürk'ün gerek Türkiye, gerekse dünyaya ilişkin yargıları hep doğru çıkmıştır. Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk adlı eserde Atatürk'ün bu yönü şu şekilde anlatılır:
... Birinci Dünya Savaşı'nı kaybedeceğimiz, İkinci Dünya Savaşı'nın çıkacağı, Kral Edward'ın Madam Simpson için tahtından ayrılacağı, Mussolini'nin halkı tarafından linç edileceği, İkinci Dünya Savaşı'nda Romanya'nın kaderi, Hatay konusunda Fransa'nın tutumu hep doğru tahmin ettiği olaylardır... Özellikle uluslararası ilişkilerde belirginleşen bu ileri görüşlülük 1935 yılında Gladys Baker'ın ağzından aktarılan şu öyküde iyice vurgulanır:
"Savaş çıktığı takdirde Amerika tarafsızlık siyasetini koruyabilecek mi?" "Olanak yok" dedi. "Olanak yok. Eğer savaş çıkarsa, Amerika'nın milletler topluluğunda işgal ettiği yüksek durumu herhalde etkili olacaktır. Coğrafi durumları ne olursa olsun, milletler birbirlerine birçok bağlarla bağlıdırlar."54
Atatürk Kurtuluş Savaşı sırasında yaptığı tahminlerle de çok iyi bir komutan olduğunu, ileri görüşlülüğünü ve üstün askeri bilgisini ortaya koyuyordu. Yunus Nadi'nin aktardığı aşağıdaki olay onun, düşmanını ne kadar iyi tanıdığını da ortaya koymaktadır:
Sakarya Muharebesi'nden sonraydı. Erkan-ı harp zabiti cepheden alınan malumatı Başkumandan Müşir Gaze Mustafa Kemal'e okuyordu. Malumat meyanında cephe kumandanlarından birinin Seyit Gaze veya Döker'in bilmem ne kadar şark veya şimalinde bir düşman fırkası görüldüğünden bahsediyordu. Paşa kaşlarını çatarak, "Hayır, orada düşman fırkası olamaz ve yoktur. Yazınız, iyi baksınlar!" dedi. Erkan-ı harp zabiti gittikten sonra orada iki saat daha kaldı. Biz öğle yemeği yerken, zabit tekrar geldi. "Haber aldım, filhakika (gerçekten) orada düşman fırkası yokmuş efendim" dedi. Cephedeki kumandan gözle görülen bir düşman fırkasından bahsederken, Gazi Paşa, altı yüz kilometre uzaktan orada düşman fırkası olmadığını görüyor ve ihtar ediyordu.55


ATATÜRK, TÜRK ORDUSU VE TÜRK MİLLETİ İÇİN NE DEDİLER?


Atatürk bir asker olarak, amansız ve hatta bazı anlarında ümitsiz gözüken bir mücadeleden muzaffer çıkmış ve sonra da devlet sorumluluğunu üzerine almıştır. 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin ilânı, onun diplomatik dehâsının bir eseridir. Türk Devleti'nin demokratik gelişmesini engelleyen, mâziden kalma bazı gelenek, örf ve âdetlerin değiştirilmesi veya kaldırılması gerekiyordu. O cesurâne ve azimkârane ideallere sahipti, yılmak bilmeyen bir yaratıcılıkla eserlerini gerçekleştirmeğe başladı... Atatürk, Almanlarla geleneksel, yürekten ve karşılıklı güvene dayanan ilişkiler kurmuş ve sürdürmüştür.56
Ludwig ERHARD
Batı Alman Cumhurbaşkanı

Türk Ulusal Ordusu güçlü ve etkindir. İngiltere Hükümeti bunu kavrayabilmiş değildir. Yepyeni bir Türkiye doğmuştur. Bu da ingiltere'de henüz anlaşılmış değildir. Türk'ü Avrupa dışına, Anadolu'ya itmeye çalışmak, çılgınlıktır!57
İngiliz General Townshend
27 Temmuz 1922

Mustafa Kemal Bey, sorumluluk yüklenmekten korkmayan doğuştan bir şef idi. 25 Nisan sabahı 19. Tümeniyle kendiliğinden düşmana saldırmaya karar verdi. Onu kıyıya sürdü ve üç ay boyunca kendisine yapılan çetin saldırılara inatçı ve sarsılmaz bir karşı koymada bulundu. Onun azmine tam olarak güvenebilirim.
Liman Von SANDERS
Alman Generali

Millî Kahraman Atatürk, memleketini kurtarmayı ve millî bir geleceğin temellerini atmayı başardı. Memleketini görüşmelerle ve Cenevre metodlarıyla kurtaramayacağına inanarak mücadele yolunu seçti. Bunda yalnız çelik bir irade ve kuvvet başarısı olabilirdi. Memleket içindeki eseri, daha az hayranlığa lâyık değildir. Almanya, ATATÜRK'ün eserine ve mücadelesine hayrandır. Onda, tarihi eseri, özgürlüğü seven bütün milletler için bir sembol olarak kalacak kudretli bir kişilik görmektedir.
Berlin, Alman Ajansı

Atatürk, yeni Türkiye'nin yaratıcısı olduğu kadar, ulusunun eğiticisi ve yetiştiricisi olmuştur. Atatürk, kişiliğinin kuvvetiyle milletleri içten ve dıştan değiştiren savaş şefleri arasında özel bir yer tutacaktır. O, yeni Türkiye'nin yaratıcısı ve kurucusu olmuştur. Yakın doğunun şimdiki çehresini bu adam tespit etti.
Alman Germania Gazetesi

Kendisinin tarihi büyüklüğü, eseri olan yeni Türkiye'ye bakılarak bu günden ölçülebilir. Çelik gibi azim ve gayreti, uzağı gören akıl ve hikmetle birleşmiş olan bu gerçek halk önderi ve devlet adamı; Anadolu dağlarının en uzak ve ıssız köşesindeki köylere bile başka bir ruh aşılamıştır.
Alman Illustrierte Dergisi

Atatürk'ün hayatı ve Türk Milleti'nin yeniden uyanış ve kalkınış, Türk Milleti'nin ruhunun ilk evini henüz yirminci asırda kurmuş olmadığı kanaatini gösteriyor. Kemâl Atatürk ile yüzlerce asrın derinliğinden kahraman bir ruh aydınlığa yükseliyor ve bu ruh, dünyanın esarete düşmüş kısımlarındaki milletlere hürriyet ve kurtuluş yolunu gösteriyor. Onun hüviyeti, Nil sahillerinden eski Çin denizlerine kadar uzanan bir efsane olmuştur. Bununla beraber o gene milletinin ortasındadır. Olgun ve kemâle ermiş zekâsıyle, münevver ve ebedi gençliğin yorulmak bilmez kudret ve ciddiyetine mazhar olan, o, kendi milleti ve beşeriyet âlemi için beslediği muhabbetle, bir dâhinin neler yarattığına dair, cihana fevkâlâde heyecanlı bir sahne seyrettirmektedir.
Mustafa Kemâl, hırpalanmış, silahı elinden alınmış olan milletle elele vererek tarihe yeni bir devir açmak için mücadeleye atıldı ve mücadelesinde, ruh kudretinin dünya yüzündeki bütün silahlardan üstün olduğunu ispat etti.
Mustafa Kemâl'i yüksek kumandanların çoğuna üstün kılan nitelik, ölümü küçümsemek ve yiğitlik göstermek bakımından askerlerine en büyük örnek olmasıdır.58
Profesör Herbert MELZIG,
Alman Tarihçisi

Atatürk bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır.
Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması, yeni Türkiye'nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilân ve o zamandan beri koruması, Atatürk'ün Türk halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye'de giriştiği derin ve geniş inkılâplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur.59
John F. KENNEDY,
ABD Başkanı, 10 Kasım 1963

Asker-devlet adamı, çağımızın en büyük liderlerinden biri idi. Kendisi, Türkiye'nin, dünyanın en ileri memleketleri arasında hak ettiği yeri almasını sağlamıştır. Keza o, Türklere, bir milletin büyüklüğünün temel taşını teşkil eden, kendine güvenme ve dayanma duygusunu vermiştir. Ben, Atatürk'ün sadık arkadaşlarından biri olmakla büyük bir iftihar duyuyorum.
General MacARTHUR

Kemâl hakkında almış olduğum malûmat çok tazedir. Bu husustaki bilgilerimi kendisini çok iyi tanıyan birisinden temin ettim. Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Birliği Hükümeti'nin tanınması hakkında Sovyet Rusya Hariciye Nâzırı Litvinof ile görüşürken kendisine onun fikrince bütün Avrupa'nın en kıymetli ve en ziyade dikkate değer devlet adamının kim olduğunu sordum. Bana verdiği cevapta: Avrupa'nın en kıymetli devlet adamının bugün Avrupa'da yaşamadığını, bunun Türkiye Cumhurreisi Mustafa Kemâl olduğunu söyledi.
Franklin D. Roosevelt'in bu sözlerine karşı, Disraeli'nin İngiltere'yi idare ettiği zamandan beri, Avrupa'da o ırktan gelmiş bütün devlet adamları içinde en maharetlisi olan Litvinof tarafından söylenmiş olan bu mütaleânın çok kıymetli olduğunu beyan ettim.60
Roosevelt, Franklin D.
ABD Başkanı, 1928

Kemal Atatürk'ün çağımızın yetiştirdiği en büyük devlet adamlarından biri olduğu hakkında en ufak bir kuşkum yoktur. Benim ülkemin en büyük adamlarından biri olan Winston Churchill, "Atatürk"ü 1. Dünya Savaşı ve sonrasının en büyük dört-beş simasından biri" olarak anlatır. Churchill ondan "Türk Milleti'nin önderi, büyük bir asker olarak Savaşçı Prens" diye söz etmişti. Gerçek de budur. Atatürk herşeyden önce, büyük bir askerdi; fakat zamanla, büyük bir devlet adamı oldu. Tarihin bize anlattığı pek çok büyük askerler ve büyük devlet adamlarının yanında, bu iki özellliği kendinde toplayan pek az kişi vardır ve Atatürk, bu seyrek görülür kişilerdendir. O büyük bir asker-devlet adamıdır. Atatürk, bir taraftan savaş adamı, öte yandan da barış adamıdır. İçindeki büyük askeri deha, milletini çökmekten kurtarmış ve yine içindeki devlet adamı özelliği, hayatına ışık saçtığı milletinin yeniden doğuşunu sağlamıştır. Bu büyük başarı, insanlarda az rastlanan yetenek birleşimlerinin eseridir.61
Mustafa Kemal, sonraki adıyla Kemal Atatürk, yirminci yüzyılın ilk yarısını olağanüstü kişiliğiyle etkilemiş büyük bir asker ve devlet adamıydı. Onu çağının diktatörlerinden ayıran iki önemli nokta vardı: Dış politikası, sınırları genişletmek yerine daraltmak esasına; iç politikası ise kendi ölümünden sonra da ayakta kalabilecek bir siyasal sistem kurmak düşüncesine dayanıyordu. Bu gerçekçi ruhladır ki, memleketini yeniden canlandırmayı ve yıkık, dağınık Osmanlı İmparatorluğu'ndan yeni, katıksız bir Türkiye Cumhuriyeti yaratmayı başarabildi.62
Lord Kinross, İngiliz Yazar ve Gazateci

Mustafa Kemal'e asi demek kolay. Ama, Türkiye'nin yerinde İngiltere'yi varsayın, böyle bir adam asi değil, gerçek bir yurtsever olurdu: Vatanı için dövüşen, onun bölünmesini ve bir imparatorluğu ne kurmaya, ne de yönetmeye gücü yeten bu miskin Yunanlılara verilmesini kabul etmeyen bir yurtsever.63
Lord Derby, İngiliz Devlet adamı

Mustafa Kemal hazretleri herşeyden önce tam anlamıyla savaşçı bir komutan, metin, geniş simalı, derin ve mütekâşif düşünceli, sert ve canlı sözlü bir zattır...
General Charles Sherrill
ABD Ankara eski Büyük elçisi

Unutmamalıdır ki Kemâl, Dumlupınar'da parlak bir strateji kabiliyeti göstermiş ve düşmandan çok az olan Türk kuvvetlerinden gereğince yararlanmayı bilmiştir.
Dünya üzerinde istilâ orduları, Yunanlıların uğradıkları büyük bozgun gibi bir yenilgiyle pek az karşılaşmışlardır.64
General Charles Sherrill
ABD Ankara eski Büyük elçisi
Ankara'da bulunduğum zaman Güneş'e bakar, fakat bu Güneş'i ufukta değil, Çankaya'da görürdüm. Samimiyetle diyebilirdim ki, hakiki Güneş, Çankaya'daki Güneş'ti. Atatürk'ün acı kaybı dünya için büyük bir kayıptır. Onun yüksek dehâ ve azimkâr karakterine karşı büyük bir hayranlık besliyen Belçika Kralı, bu duygularını eylemde de göstermek için beni, Büyük Ölü'nün cenaze töreninde bulunmaya memur etti.
Bütün Belçikalılar, yasınıza içtenlikte katılıyorlar. Mebusan Meclisi'nde Atatürk'ün anısını anmak için yapılan gösteri bunun bir delilidir.65
De RAYMOND
Belçika'nın Eski Ankara Elçisi

Büyük Asker, cesaretli ıslahatçı ve müstesna devlet adamı "Atatürk" adını haklı olarak taşımış olan adam, artık yaşayanlar arasında değildir. Yeni Türkiye'nin tarihi son on beş yıl içinde, onun adına ayrılmaz bir surette bağlıdır. O, Osmanlı İmparatorluğu'nun en tehlikeli anlarından birinde politik sahnede gözükerek memleketin enerjisini canlandırmayı ve millî gelecek için iman ilham etmeyi başarmıştır. O anda devletin var olması söz konusuydu ve Türk Milleti yenilmişti, ümitsizlik içinde bulunuyordu. Görevi kolay değildi. Uzun ve çetin bir savaştan sonra, Türk topraklarının üçte ikisi yabancı askerler tarafından işgal edilmişti ve kendisi iki cephede savunmaya mecbur bulunuyordu: Dışta düşmanla, içte Sultan'la...
Atatürk, verdiği örnekle hepsi kendi fikirlerine bağlı genç ve enerjik devlet adamı, asker, yönetici ve bilgin yaratmıştır.
B. PAVLOF
Bulgaristan, Ankara Orta elçisi

Hiçbir memleket, Yeni Türkiye'nin Ata'sı tarafından başarılan yenilik kadar çabuk ve o kadar derin bir yenileşme görmemiştir. O, her tarafta dâhi bir asker, müstesna bir ıslahatçı ve yurdun kurtarıcısı olarak bilinmektedir. Bu derecede insanlar, yüzyıllar içinde yalnız bir defa görülür. Şimdiki Türkiye'nin tarihi bu müstesna devlet adamının tarihidir.66
Dness Gazetesi
Bulgaristan

Eserini O, bir savaşçı ve bir de devlet adamı olarak meydana getirmiştir. Atatürk'ün askerlik eserini iyice anlayabilmek lâzımdır: Yıkılmış bir devlet, bozguna uğramış bir ordu, bitkin ve umutsuz bir millet!
Buna rağmen Atatürk, karşısına çıkarılan bütün orduları ezdikten sonra, Lozan'da 1923 Haziranı'nda yenilmişlere millî Türkiye Devleti'ni dikte etmiştir. Atatürk, hudutlarını çizmiş olduğu Türkiye'nin ona öncekinden daha büyük görevler yükleyeceğini kavramıştı. O, arkasında modern bir devlet bırakmıştır.67
Berlinske Tidence Gazetesi
Danimarka

Atatürk, şahsiyet ve yeteneğin dev gibi bir simgesi idi, O, yirminci yüzyılın en muazzam olayını yaratan adamdı. Gerçekten meydana getirmiş olduğu eser, yarı Doğulu olan ve halifenin şahsiyle dini tek kuvvet olarak tanıyan bir milleti modern, lâik ve millî bir devlet haline getirmesidir. Hakikatte, Doğunun ruhuna kök salmış sembollerin atılmasını yeni bir hayat için radikal bir değişmeyi ifade ediyordu.
Atatürk'ün dış politikası, tarihte bir örnek olarak kalacaktır. Dostça anlaşmalarla dış borçlar sorununu düzeltmiş, Boğazları tekrar sağlamlaştırmış, kan dökmeden Hatay sorununu çözmüştür.
Birçok islâhat arasında işçiye yeni bir hayat standardı sağlamış olan Atatürk, arkasında manen ve maddeten kendi izi üzerinde yürüyebilecek kudrette donatılmış bir Türkiye bırakmıştır.
National Tidence Gazetesi
Danimarka

"Tarihte büyük bir diplomatın veya ünlü bir kumandanın hayatını okuduğumuz onun yüzünü, sözünü, bakışlarını hayal etmekten zevk duyar ve kendi kendimize: "Onu görsek ve tanısak ne iyi olurdu" deriz.
"Bugün Türkiye'nin yazgısını yöneten büyük diplomat, büyük asker ve büyük inkılâpçı Kemal Atatürk'ün heyecanlı hayatını yıllar geçtikten sonra hayranlıkla öğrendikleri zaman, hiç kuşkusuz çocuklarımız da böyle düşüneceklerdir. Kumandanlık yaptığı zaman galip gelerek ülkesine bağımsızlığını kazandıran, Devlet Başkanı sıfatıyla Cumhuriyeti ilân edip kurumlandıran Atatürk'ün hayatı elbette ki heyecanlıdır.
... Fakat Kemâl Atatürk'ün karakterinin bir cephesini göstermek itibariyle bir noktayı hatırlatmak isterim. Bize savaşlarından birini anlatıyordu. Birdenbire durdu:
'Görüyorsunuz ya' dedi: 'Birçok zaferler kazandım. Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum."
Cesaret ve zekâsından başka yüreği bu kadar yüce olan böyle bir Şef'in, yurdu için mucizeler yaratmış olmasına şaşılabilir mi?...68
George BENNES,
Fransa,
Vu Gazetesi - 1938

Kemâl ortaya çıkıncaya ve önümüze, yaşayan bugünü ölü geçmişin zaferlerini hatırlatan yeni bir Asya çıkarıncaya kadar Türkiye, Avrupa'nın "Hasta Adam"ı diye adlandırılıyordu. Bu örnek bize Doğu'da yeni bir yaşam umudu verdi ve bu açıdan Kemâl'in ruhu bizim saygılı hayranlığımıza lâyık olmuştur. Ölümü Türkiye için olduğu kadar bütün dünya için de büyük bir kayıptır. Kemâl Paşa'nın kahramanlığı sadece savaş alanlarında değildir. Belki de bir halkın savaşması gereken en öldürücü düşman olan bilinçsiz boş insanların zulmüne karşı, bıkmaz bir savaş sürdürdü. Kendi halkı için büyük bir kurtarıcıydı. Bizim için büyük bir örnek olmalıdır.
Rabindranath,
Hintli Düşünür

Atatürk, yalnız Türk Milleti'nin değil, özgürlüğü uğruna savaşan bütün milletlerin önderiydi. Onun direktifleri altında siz bağımsızlığınıza kavuştunuz. Biz de o yoldan yürüyerek özgürlüğümüze kavuştuk.69
Sucheta KRIPALANI
Hint Parlamento Heyeti Başkanı

Çağımızda, uzak görüşlü, cesur, siyasî, sosyal ve ekonomik reformlarla Türkiye'yi, bugünkü modern cumhuriyet haline getiren Kemâl Atatürk'tür. Aynı zamanda bugün Türkiye'nin Avrupa Ortak Pazarı'na girebilecek düzeye gelmesini sağlayan modern ekonominin temelini hazırlayan da yine odur. Atatürk, kişiliğiyle, sorumluluk duygusu ve medeni cesaretiyle örnek olmuştur. Bu meziyetlerin, vatandaşlarınızın birçoğunda da var olduğunu gözlemiş bulunuyorum. Atatürk ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bugüne kadar elde ettiği itibarın temelini atmışlardır.
Kemâl Atatürk'ün dediği gibi, Türk Milleti, durmadan ve korkmadan uygarlık yolunda ilerlemeye hazır ve kararlıdır. Ben de ilerlemenin ekonomik kuvvet ve zenginlik alanında da aynen gözlendiğini eklemek isterim.70
LUNS
Hollanda Dışişleri Bakanı

1. Cihan Savaşı'nda, Gelibolu Yarımadası'ndaki kahramanlık destanı olan mücadelede ve Kurtuluş Savaşı'daki davada yüksek dehâsı kendisine tam ve parlak zaferler kazandırmıştır.
Yüksek ruhu ve sebatı sayesinde herhangi bir komutan, sinirini kıracak zorlukları ve talihsizlikleri sarsılmaksızın atlatmıştır.
The Times Gazetesi
İngiltere

Atatürk'ün ölümüne bugün hayatın artık hatıradan başka bir şey olmadığı bir âlemde büyük bir devlet adamı, büyük bir asker, büyük derecede şerefli bir şahsiyet olarak ağlanmaktadır. İngiltere önce, cesur ve asil bir düşman, sonra da sadık bir dost olarak tanıdığı büyük adamı selamlamaktadır.71
Sunday Times Gazetesi
İngiltere

"Çok mükemmel komuta edilen ve cesaretli dövüşen Türk Ordusuna karşı savaşıyoruz."
Hamilton,
Gelibolu Yarımadasının İngiliz Başkomutanı

Tarihte bir tümen komutanının üç ayrı cepheye, duruma nüfuz ederek, yalnız bir harbin gidişine değil, bir cephenin akibetine, hatta milletin kaderine tesir edecek bir vaziyet yaratmasının bir eşine çok nadir rastlanır.72
General Aspinal

Atatürk'ün adı bizde hemen hemen 50 yıl önce parlak bir Türk askeri kumandanı olarak biliniyordu. Barışı takiben ona büyük millî liderler arasında tarihteki sürekli yerini kazandıran devletçilik nitelikleriyle Atatürk'ü tanıdık. Bugün, Türkiye-Batı bağlaşması içinde İngiltere ortaklık yapmaktadır. İngiltere ve Türkiye aynı genel politikayı uygulamakta ve çeşitli alanlarda fayda sağlayan işbirliğinde bulunmaktadırlar. Mutlu işbirliği, büyük anlamda Atatürk'ün çalışmalarının neticesidir.
Atatürk'ün ölümünün 25. yıl dönümünde, onu kahraman asker olarak saygı ile anar, modern Türkiye'nin Ata'sını, devlet adamı Atatürk'ü takdir ve şükranla anarız."73
Sir A. Douglas HUME
İngiltere Başbakanı

General Mustafa Kemâl'in Atatürk adı ile adlandırılması, kendisinin Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'nı kaybetmesinden sonra, Türk Devleti'nin onurunu kurtarmak amacıyla atılmış olduğu cüretkâr savaştan sonra, yeni Türkiye'nin kalkınmasının Ata'sı olduğunu gösterir.
Yirminci yüzyıl tarihinin Atatürk'ün şahsına önem verilmesi kadar doğal bir şey olamaz, zira Atatürk milletinin yenilgisini zafere, çöküşünü yükselmeye, gerilemesini ilerlemeye çevirmek yolunda yurt görevinin kendilerine yükletmiş olduğu ödevleri yerine getirmek için, durumu memleketleri lehine çevirmeye hazır bulunan cesur subayların canlı bir örneğidir.74
Abdülsselâm ARİF
Irak

Atatürk gibi insanlar bir nesil için doğmadıkları gibi belli bir devre için de doğmazlar. Onlar önderlikleriyle yüzyıllarca milletlerin tarihinde hüküm sürecek insanlardır.
Tahran Gazetesi
İran

Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz 20. yüzyılda dünya savaşından önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir inkılâpçı olmuştur.75
Ben Gurion
İsrail Başbakanı (1963)

"Büyük adamlar, kuşaklarının başındadır. Türk Milleti'nin başındaki büyük ve dahi Atatürk, politika ve savaş alanlarında yılmayan büyük ve yurtsever bir insandı.
Onun çevresinde toplanan kahraman Mehmetçiklerle, parçalanmış olan memleketi birleştirdi ve ümitle yaşıyan millete mucizeleriyle zaferler kazandırdı.
Kahraman Atatürk, milletlerin kurtuluşlarına kendilerini adamış olan kurtarıcıların ve onları ıslah eden kişiler ve milliyetçi adamların bir sembolü olarak daima yaşıyacaktır.76
KERAMA
Lübnan Başbakanı, 10 Kasım 1963

Üstün iradesi, tükenmez cesareti ve eşsiz seziş ile hasımlarını dize getirdi. Fazilet ve ciddiyeti, üç yılda memleketine yalnız askeri, aynı zamanda tam ve doyurucu bir siyasi zafer kazandırdı.77
F. Perrone Di San Martino
İtalyan Yazar

... Açıklanamayacak ve yalanlanamayacak olan şey; direnme fikrinin, Türkiye'nin daha iyi bir geleceğe layık olduğu anlayışının, güçlü ve dostlarının saygı gösterdiği, düşmanlarının da korktuğu Türkiye'nin, geçmişten kalma herşeyle bağını koparmış Türkiye'nin kurulması fikrinin, Mustafa Kemal'in ruhunda doğduğu, onun zekası ile işlendiği ve onun elleriyle gerçekleştirildiğidir.78
Thomas Vaidis
Yunanlı Fikir Adamı

Kemal Atatürk, yalnız bu yüzyılın en büyük adamlarından biri değildir. Biz Pakistan'da, onu geçmiş bütün çağların en büyük adamlarından biri olarak görüyoruz. Askeri bir deha, doğuştan bir lider ve büyük bir yurtsever olan Kemal Atatürk, memleketinizi yeniden büyüklük yoluna koydu. O yalnız sizin milletinizin sevgili lideri değildi. Dünyadaki bütün Müslümanlar gözlerini sevgi ve hayranlık hisleriyle ona çevirmişlerdi. O, Müslüman dünyasında yeniden siyasi uyanış yönünden ileriye doğru cesur bir adım atan bir avuç insandan biriydi.79
Eyüp HAN
Pakistan Cumhurbaşkanı, 10 Kasım 1938

Sultanları kovan, orduları tarümar eden, Çanakkale kahramanı, Sakarya'nın yaratıcısı Mustafa Kemal öldü. Türkiye'yi en kuvvetli devletler düzeyine çıkartan; vatanı kölelikten özgürlüğe, horlanmaktan şerefe götüren Atatürk öldü. Zulmün en büyük düşmanı öldü. Kalblerimiz bu büyük acı karşısında titriyor.80
Ebabil Gazetesi
Beyrut, 1938

Modern devlet adamları arasında, yeni Türkiye'nin şefi yüksek bir yer tutmaktadır. Görevi Türk tarihinde en nazik olanlardan biri idi ve bunu şayanı hayret bir şekilde başarmaya muvaffak oldu. Bu hayret verici başarı, mücadelerle çelikleşmiş olan karekter ve sarsılmaz iradesi sayesinde mümkün olmuştur. Ölümü, Türkiye'nin sarsılması demek olmayacak, zira bütün genç nesil, şefi tarafından çizilen yolu iman ve şevkle takip etmektedir.81
Ujmagyar Gazetesi
Budapeşte, 1938

Milletimiz Gazi'nin ölmez eseri için en büyük hayranlığı onun sahasında, savaş meydanlarında, büyük asker olduğunu tesbit ettikten sonra, herşeyin tamamen kaybolduğu zannedildiği bir anda, milletinden ümidini kesmeyi ve yenilgiyi kabul etmeyi şiddetle reddeden Tanrı'nın seçtiği büyük insanı anıyoruz. O, güçleri birleştirmeyi, kırılmış cesaretleri yükseltmeyi bilmiş ve talihi zorlayarak, millî ülkenin bütünlüğünü tekrar kurmuş ve memleketinin bağımsızlık ve egemenliğini kazanmasını başarmıştır. Atatürk böylece, ölümü esirliğe tercih eden bir milletin neler yapabileceğini hayretler içinde bulunan dünyaya göstermiştir. Bu örnek unutulmayacaktır.
Biz memleketin egemenliğinin mimarı olarak Atatürk'ün şahsına, parçalanmak yolunda olan bir imparatorluğun yıkıntısı üstünde hayranlık duymaktayız.
Onun ölmez eseri, egemenliklerini elde etmiş milletlerin kaderlerine hükmedenler için ışıklı bir örnek ve bir ilhâm kaynağı olarak kalacaktır.82
Habib BURGIBA
Tunus Cumhurbaşkanı

Atatürk yeni Türkiye'yi kılıcı ile meydana getirmiş ve dehâsı ile düzenlemiştir. Onun yaratıcı ruhunun ve ateşli yurtseverliğinin harekete geçmemiş olduğu hiçbir alan yoktur. Eski Türkiye'nin bütün felâketlerinin kaynağı Osmanlı Devleti'nin içişlerine yabancı devletlerin karışmaları olduğunu anlayan ilk adam olmuştur. Atatürk, Türkiye'yi ufalma ve bölünmeye uğramaktan kurtarmıştır. Şimdiki Türkiye, hem kendi yakınında, hem de bütün Avrupa'da birçok dostlara mâliktir. Bütün dünyanın hayranlığını kazanan ve Türkiye'nin hayatının en şerefli devresini teşkil eden işte ıslahat ayrıksız, siyasi, iktisadi içtimaî, fikri, ilâh... bütün alanları kapsar.
Bu düzenlemenin tarihi 1923'tür. Yani Lozan Anlaşması'nın imzalanması tarihidir. Bu anlaşmayı diğer devletlerden evvel, Türkiye'ye 150 yıldan beri geleneksel dostluklarla bağlı olan Polonya kabul etmiştir. Millî onur duygusuna sahip olan Türk Milleti'nin, babası olan Atatürk'ü, sarsılmaz bir aşkla sarmasında hayret edilecek hiçbir şey yoktur. Yeni Türkiye milletlerarası siyasette hesaba katılması gereken bir eleman olmuştur. Türkiye'nin modernleşme ve yenileşme hareketi devam ediyor. Osmanlıların "Hasta Adam"ı iyileşmiştir. İlerlemesi ve enerjisi yerindedir. Atatürk, bunu yapmakla gerçekten bir mucize göstermiştir.83
Gazeta Polska
Varşova, 1938

Atatürk'ün dehası, tarihte Türk Milleti'nin taşıdığı ruhun ve faziletin en yüksek örneklerinden birini teşkil edecektir.
Branko Aczemoviç
Yugoslavya Elçisi

Tarih, silinmez harflerle bu devlet adamın ismini hak edecektir. Atatürk bir halk adamıdır. Kırılmaz azmi, keskin zekâsı ve kudreti kendisini yendiği alın yazısının önüne getirmiş, böylece yeni Türkiye'nin yaratıcısı olmuştur.84
Politika Gazetesi
Yugoslavya

Türk Milleti'nin özgürlük ve Türkiye'nin millî kalkınması için çetin mücadelelere adı karışan Kemal Atatürk'ü memleketimiz çok iyi tanır.
Atatürk Türk Milleti'ni, kışkırtıcı kuvvetlere, emperyalistlere ve silah zoru ile Türk Milleti'ni ezerek memleketi büyük devletlerin bir sömürgesi haline getirmek isteyen kuvvetlere karşı savaşa girmesi için uyandırmıştır. Yakın ve Orta Doğu'da ilk cumhuriyet, doğuşunu ona borçludur. Bu cumhuriyet birçok milletin ulusal özgürlük hareketlerine ışık tutmuştur. Atatürk'ün kutsal saydığı emperyalizmle savaşını, yalnız Türk Milleti değil, diğer doğu ülkeleri de takdirle karşılıyordu.
Türkiye'nin yüzyıllık geriliğinden kurtulması için Atatürk pek çok şey yapmıştır. Gerçekleştirdiği reformlar memleketin ekonomik hayatının, sinaî tarımsal kalkınmanın hızla ilerlemesini hedef tutmuştur. Atatürk yönetimi zamanında, Türkiye'nin milletlerarası otoritesi yükselmiş ve memleket, dünya siyasetinde önemli rol oynamaya başlamıştır.85
N. S. KRUŞÇEFF
Sovyetler Birliği Başkanı, 10 Kasım 1938

Atatürk; milletin atası, kılıç, fikir, kalb ve irade adamı idi. Milletin bu büyük evladı, aynı zamanda yirminci yüzyılın en büyük yurttaşıdır.
Slovo Gazetesi Bulgaristan
Onun idaresi altında Türkiye, Avrupa'nın kıymetli bir üyesi oldu.86
London Times Gazetesi
İngiltere

Bir an için tahayyül ediniz ki: Batı dünyasındaki rönesans, reformasyon, bilim ve düşünce ihtilali, Fransız İnkılabı ve Sanayi Devrimi'ni, Atatürk, bir insan ömrüne sığdırmıştır.
Arnold Toynbee

Atatürk olmasaydı, Türk belki Özbekistan'da olurdu, ama Trakya va Anadolu'da kalmazdı. 100 yılda tüm civar büyük coğrafyadan sürülmüş ve katledilmiş Türklerin Konya Ovası’ndan sürülmeleri ve atılmaları ne kadar sürerdi sanıyorsunuz? Ne Türk ne de Türkiye kalırdı. Mustafa Kemal sadece ülkeyi kurtarmadı; Türk neslini de kurtardı. Türk Bağımsızlık Savaşında birşey oldu ve plan artık yürümedi. Yunanlılar bozguna uğrayınca, kaçarken her yanı yaktılar, yıktılar, herkesi öldürdüler. Amerikan Elçisi ve Amerikan kaynakları bu olayı doğruluyorlar. Sadece batıda Rumlar tarafından bir milyonun üzerinde Türk öldürüldü, 1.2 milyonu da sürgüne zorlandı. Çok kötü bir yüzyıl olmuştur. Müslüman ülkesi yok edilmiştir. 1800-1922 arasında Yunanlılar 950 bin göçmen, 320 bin ölü verdiler. Ermeniler 910 bin göçmen ve 580 bin ölü verdi. Sonuç? Bu ibret tablosunun karşısında, kim suçlu diye sormak gerekiyor. Mustafa Kemal'in itildiği Konya Ovası’nı gözler önüne getirin. Bir yüzyılda nereden nereye gelinmiş. Ben size diyorum ki, Atatürk olmasaydı, Türk kalmazdı. Yüzyıllık tarihte Türkler hakkındaki yalanların iki kaynağı var. Misyonerler ve İngilizler, propaganda büroları aracılığıyla, bugün bile inanılan yalanlar yayıyorlar. Benim söylediklerimi bir Türk söylese, kimse inanmaz. İnsanlar dışarıda Türklere karşı önyargılılar.’87
Prof. Justin McCarty
Amerikalı Tarihçi

Ülkeler başarıya birleştirici efsaneler yardımıyla ulaşırlar. ABD'nin Amerikan Devrimi ve George Washington'u, Fransız Devrimi ve Fransız kültür kavramı, İngilizler'in Magna Carta ile Kraliyet Ailesi, Yunanistan’ın demokrasinin doğduğu yer efsaneleri örneklerdir. Türkiye'yi birleştiren efsane ise, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve Kemal Atatürk'tür. Bunlarsız Türkiye dağılabilir... Sonuç olarak; dünyada çok az ülkenin Atatürk gibi bir milli kahramanı var.88
Nick Ludington
Robert Kolej Mütevelli Heyeti Üyesi
Yakınlarının ve Çalışma
Arkadaşlarının Ağzından Atatürk

Mustafa Kemâl Atatürk, hemen her zaman nerede durulacağını bilmiştir. Bu, onun pek hayran olduğum meziyetlerinden biriydi. Daima ilerisini düşünmek, daima dikkat, onun memleket yolundaki işlerinde hâkim olmuştur.89
Mareşal Fevzi ÇAKMAK

Öyle şartlar içinde Mustafa Kemal'in yaptığını yapabilecek cesarette demiyorum, belki ondan gözü pekler vardı; azminde demiyorum, belki onun kadar azimli olanları vardı; bilgi de demiyorum, şüphesiz ondan daha bilgili olanları vardı; fakat kırk yıllık ömrümde onun "liderlik dehasında" hiç kimseyi tanımadım.90
Falih Rıfkı Atay

Bütün dünyaya kendisini dâhi olarak kabul ettiren bu insanın, her konuda şüphesiz dâhiyane fikirleri olacaktı. Bu fikirleri peşinen bilmeye imkân göremiyorum. Atatürk durumlara göre gerekli tedbirleri almasını çok iyi bilen bir insandı.
Ancak şu vesile ile halk efkârına şunu açıklamak isterim; Atatürk'ün en çok kızdığı cümle "Az gelişmiş ülke" cümlesiydi.
Prof. Afet İNAN

Savaş meydanlarının muzaffer kumandanı, barış masalarının ateşli savunucusu, hürriyet ve bağımsızlık aşığı; demokrasi, millî egemenlik ve millî hâkimiyetin ateşli taraftarı K. ATATÜRK, bilim ve tekniğin aydınlığında çağdaş Türkiye'yi kurmayı, Cumhuriyeti emanet ettiği gençliğe esas hedef olarak göstermiştir.
Fethi BOLAYIR

Türk istiklâl ve hürriyet destanının, hem en büyük kahramanı ve hem de baş yazarı Atatürk'tür.
Fethi BOLAYIR

Atatürk, özellikle bulunduğu toplumda kötümserlik duygularını derhal yıkayan ve memlekette çalışmak için, güçlü, ileri ve mutlu olmak için gereken neşe ve kudreti derhal çevresine aşılayan bir varlıktır.
İsmet İNÖNÜ

Mustafa Kemâl Paşa mücadeleye atılmasıydı, bu memleket kurtulamazdı. Anadolu'nun tehlikeye düşen yerlerinde, batıda, doğuda ve güneyde başlayan ve bir yurtsever düşüncenin mahsulü olan zayıf, fakat millî karşı koyma hareketleri Mustafa Kemal Paşa tarafından birleştirilmesiydi, her biri ayrı ayrı kolayca bastırılabilirdi. Nur içinde yatsın büyük kurtarıcı.
Rauf ORBAY

Yunan orduları, Ankara üzerine yürüyordu. Bir sabah erken, Millet Meclisi'nde toplandık. Ondan bilgi alacaktık.
Bir Anadolu haritası istedi, getirdik. Kırmızı kalemle, Sakarya arkasında geniş, uzun bir hat çizdi ve bu hattı bize göstererek:
-Düşmanı burada tepeleyeceğiz dedi. İnandık, niçin inandık, nasıl inandık, hâlâ bilmiyorum.
Bu işi üzerine aldı ve düşmanı çizdiği hat üzerinde tepeledi. O, Sakarya'dan Ankara'ya bir çocuk gülümsemesiyle dönmüştü. Yenilgimizle bittiği takdirde Türk bağımsızlığının mutlak ve mutlak sonu olacak bir çarpışmayı kişisel çabalarıyla kazanmıştı.
Hamdullah Suphi TANRIÖVER

Atatürk, dinamik bir ruha sahiptir. Ona tutulan insan olduğu yerde kalmaz. Atatürk, geliştirici ve genişletici bir düşünceye sahipti. Onun arkasından gidenler geride kalmaz.
Atatürk bugün için de önderimizdir, ışığımızdır, yarın için de.91
Cemal GÜRSEL



EK BÖLÜM : EVRİM YANILGISI


Darwinizm, yani evrim teorisi, yaratılış gerçeğini reddetmek amacıyla ortaya atılmış, ancak başarılı olamamış bilim dışı bir safsatadan başka bir şey değildir. Canlılığın, cansız maddelerden tesadüfen oluştuğunu iddia eden bu teori, evrende ve canlılarda çok açık bir "tasarım" bulunduğunun bilim tarafından ispat edilmesiyle çürümüştür. Böylece Allah'ın tüm evreni ve canlıları yaratmış olduğu gerçeği, bilim tarafından da kanıtlanmıştır. Bugün evrim teorisini ayakta tutmak için dünya çapında yürütülen propaganda, sadece bilimsel gerçeklerin çarpıtılmasına, taraflı yorumlanmasına, bilim görüntüsü altında söylenen yalanlara ve yapılan sahtekarlıklara dayalıdır.
Ancak bu propaganda gerçeği gizleyememektedir. Evrim teorisinin bilim tarihindeki en büyük yanılgı olduğu, son 20-30 yıldır bilim dünyasında giderek daha yüksek sesle dile getirilmektedir. Özellikle 1980'lerden sonra yapılan araştırmalar, Darwinist iddiaların tamamen yanlış olduğunu ortaya koymuş ve bu gerçek pek çok bilim adamı tarafından dile getirilmiştir. Özellikle ABD'de, biyoloji, biyokimya, paleontoloji gibi farklı alanlardan gelen çok sayıda bilim adamı, Darwinizm'in geçersizliğini görmekte, canlıların kökenini artık "bilinçli tasarım" (intelligent design) kavramıyla açıklamaktadırlar. Söz konusu "bilinçli tasarım", tüm canlıları Allah'ın yaratmış olduğunun bilimsel bir delilidir.
Evrim teorisinin çöküşünü ve yaratılışın delillerini diğer pek çok çalışmamızda bütün bilimsel detaylarıyla ele aldık ve almaya devam ediyoruz. Ancak konuyu, taşıdığı büyük önem nedeniyle, burada da özetlemekte yarar vardır.


Darwin'i Yıkan Zorluklar

Evrim teorisi, tarihi eski Yunan'a kadar uzanan bir öğreti olmasına karşın, kapsamlı olarak 19. yüzyılda ortaya atıldı. Teoriyi bilim dünyasının gündemine sokan en önemli gelişme, Charles Darwin'in 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabıydı. Darwin bu kitapta dünya üzerindeki farklı canlı türlerini Allah'ın ayrı ayrı yarattığı gerçeğine karşı çıkıyordu. Darwin'e göre, tüm türler ortak bir atadan geliyorlardı ve zaman içinde küçük değişimlerle farklılaşmışlardı.
Darwin'in teorisi, hiçbir somut bilimsel bulguya dayanmıyordu; kendisinin de kabul ettiği gibi sadece bir "mantık yürütme" idi. Hatta Darwin'in kitabındaki "Teorinin Zorlukları" başlıklı uzun bölümde itiraf ettiği gibi, teori pek çok önemli soru karşısında açık veriyordu.
Darwin, teorisinin önündeki zorlukların gelişen bilim tarafından aşılacağını, yeni bilimsel bulguların teorisini güçlendireceğini umuyordu. Bunu kitabında sık sık belirtmişti. Ancak gelişen bilim, Darwin'in umutlarının tam aksine, teorinin temel iddialarını birer birer dayanaksız bırakmıştır.
Darwinizm'in bilim karşısındaki yenilgisi, üç temel başlıkta incelenebilir:
1) Teori, hayatın yeryüzünde ilk kez nasıl ortaya çıktığını asla açıklayamamaktadır.
2) Teorinin öne sürdüğü "evrim mekanizmaları"nın, gerçekte evrimleştirici bir etkiye sahip olduğunu gösteren hiçbir bilimsel bulgu yoktur.
3) Fosil kayıtları, evrim teorisinin öngörülerinin tam aksine bir tablo ortaya koymaktadır.
Bu bölümde, bu üç temel başlığı ana hatları ile inceleyeceğiz.
Aşılamayan İlk Basamak:
Hayatın Kökeni

Evrim teorisi, tüm canlı türlerinin, bundan yaklaşık 3.8 milyar yıl önce ilkel dünyada ortaya çıkan tek bir canlı hücreden geldiklerini iddia etmektedir. Tek bir hücrenin nasıl olup da milyonlarca kompleks canlı türünü oluşturduğu ve eğer gerçekten bu tür bir evrim gerçekleşmişse neden bunun izlerinin fosil kayıtlarında bulunamadığı, teorinin açıklayamadığı sorulardandır. Ancak tüm bunlardan önce, iddia edilen evrim sürecinin ilk basamağı üzerinde durmak gerekir. Sözü edilen o "ilk hücre" nasıl ortaya çıkmıştır?
Evrim teorisi, yaratılışı reddettiği, hiçbir doğaüstü müdahaleyi kabul etmediği için, o "ilk hücre"nin, hiçbir tasarım, plan ve düzenleme olmadan, doğa kanunları içinde rastlantısal olarak meydana geldiğini iddia eder. Yani teoriye göre, cansız madde tesadüfler sonucunda ortaya canlı bir hücre çıkarmış olmalıdır. Ancak bu, bilinen en temel biyoloji kanunlarına aykırı bir iddiadır.


"Hayat Hayattan Gelir"

Darwin, kitabında hayatın kökeni konusundan hiç söz etmemişti. Çünkü onun dönemindeki ilkel bilim anlayışı, canlıların çok basit bir yapıya sahip olduklarını varsayıyordu. Ortaçağ'dan beri inanılan "spontane jenerasyon" adlı teoriye göre, cansız maddelerin tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık oluşturabileceklerine inanılıyordu. Bu dönemde böceklerin yemek artıklarından, farelerin de buğdaydan oluştuğu yaygın bir düşünceydi. Bunu ispatlamak için de ilginç deneyler yapılmıştı. Kirli bir paçavranın üzerine biraz buğday konmuş ve biraz beklendiğinde bu karışımdan farelerin oluşacağı sanılmıştı.
Etlerin kurtlanması da hayatın cansız maddelerden türeyebildiğine bir delil sayılıyordu. Oysa daha sonra anlaşılacaktı ki, etlerin üzerindeki kurtlar kendiliklerinden oluşmuyorlar, sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen larvalardan çıkıyorlardı.
Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını yazdığı dönemde ise, bakterilerin cansız maddeden oluşabildikleri inancı, bilim dünyasında yaygın bir kabul görüyordu.
Oysa Darwin'in kitabının yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur, evrime temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı uzun çalışma ve deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti: "Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür." 92
Evrim teorisinin savunucuları, Pasteur'ün bulgularına karşı uzun süre direndiler. Ancak gelişen bilim, canlı hücresinin karmaşık yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın kendiliğinden oluşabileceği iddiasının geçersizliği daha da açık hale geldi.


20. Yüzyıldaki
Sonuçsuz Çabalar

20. yüzyılda hayatın kökeni konusunu ele alan ilk evrimci, ünlü Rus biyolog Alexander Oparin oldu. Oparin, 1930'lu yıllarda ortaya attığı birtakım tezlerle, canlı hücresinin tesadüfen meydana gelebileceğini ispat etmeye çalıştı. Ancak bu çalışmalar başarısızlıkla sonuçlanacak ve Oparin şu itirafı yapmak zorunda kalacaktı: "Maalesef hücrenin kökeni, evrim teorisinin tümünü içine alan en karanlık noktayı oluşturmaktadır." 93
Oparin'in yolunu izleyen evrimciler, hayatın kökeni konusunu çözüme kavuşturacak deneyler yapmaya çalıştılar. Bu deneylerin en ünlüsü, Amerikalı kimyacı Stanley Miller tarafından 1953 yılında düzenlendi. Miller, ilkel dünya atmosferinde olduğunu iddia ettiği gazları bir deney düzeneğinde birleştirerek ve bu karışıma enerji ekleyerek, proteinlerin yapısında kullanılan birkaç organik molekül (aminoasit) sentezledi.
O yıllarda evrim adına önemli bir aşama gibi tanıtılan bu deneyin geçerli olmadığı ve deneyde kullanılan atmosferin gerçek dünya koşullarından çok farklı olduğu, ilerleyen yıllarda ortaya çıkacaktı. 94
Uzun süren bir sessizlikten sonra Miller'in kendisi de kullandığı atmosfer ortamının gerçekçi olmadığını itiraf etti. 95
Hayatın kökeni sorununu açıklamak için 20. yüzyıl boyunca yürütülen tüm evrimci çabalar hep başarısızlıkla sonuçlandı. San Diego Scripps Enstitüsü'nden ünlü jeokimyacı Jeffrey Bada, evrimci Earth dergisinde 1998 yılında yayınlanan bir makalede bu gerçeği şöyle kabul eder:
Bugün, 20. yüzyılı geride bırakırken, hala, 20. yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz en büyük çözülmemiş problemle karşı karşıyayız: Hayat yeryüzünde nasıl başladı? 96


Hayatın Kompleks Yapısı

Evrim teorisinin hayatın kökeni konusunda bu denli büyük bir açmaza girmesinin başlıca nedeni, en basit sanılan canlı yapıların bile inanılmaz derecede karmaşık yapılara sahip olmasıdır. Canlı hücresi, insanoğlunun yaptığı bütün teknolojik ürünlerden daha karmaşıktır. Öyle ki bugün dünyanın en gelişmiş laboratuvarlarında bile cansız maddeler biraraya getirilerek canlı bir hücre üretilememektedir.
Bir hücrenin meydana gelmesi için gereken şartlar, asla rastlantılarla açıklanamayacak kadar fazladır. Hücrenin en temel yapı taşı olan proteinlerin rastlantısal olarak sentezlenme ihtimali; 500 aminoasitlik ortalama bir protein için, 10950'de 1'dir. Ancak matematikte 1050'de 1'den küçük olasılıklar pratik olarak "imkansız" sayılır. Hücrenin çekirdeğinde yer alan ve genetik bilgiyi saklayan DNA molekülü ise, inanılmaz bir bilgi bankasıdır. İnsan DNA'sının içerdiği bilginin, eğer kağıda dökülmeye kalkılsa, 500'er sayfadan oluşan 900 ciltlik bir kütüphane oluşturacağı hesaplanmaktadır.
Bu noktada çok ilginç bir ikilem daha vardır: DNA, yalnız birtakım özelleşmiş proteinlerin (enzimlerin) yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin sentezi de ancak DNA'daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından, eşlemenin meydana gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir. Bu ise, hayatın kendiliğinden oluştuğu senaryosunu çıkmaza sokmaktadır. San Diego California Üniversitesi'nden ünlü evrimci Prof. Leslie Orgel, Scientific American dergisinin Ekim 1994 tarihli sayısında bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır. 97
Kuşkusuz eğer hayatın doğal etkenlerle ortaya çıkması imkansız ise, bu durumda hayatın doğaüstü bir biçimde "yaratıldığını" kabul etmek gerekir. Bu gerçek, en temel amacı yaratılışı reddetmek olan evrim teorisini açıkça geçersiz kılmaktadır.


Evrimin Hayali Mekanizmaları

Darwin'in teorisini geçersiz kılan ikinci büyük nokta, teorinin "evrim mekanizmaları" olarak öne sürdüğü iki kavramın da gerçekte hiçbir evrimleştirici güce sahip olmadığının anlaşılmış olmasıdır.
Darwin, ortaya attığı evrim iddiasını tamamen "doğal seleksiyon" mekanizmasına bağlamıştı. Bu mekanizmaya verdiği önem, kitabının isminden de açıkça anlaşılıyordu: Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla...
Doğal seleksiyon, doğal seçme demektir. Doğadaki yaşam mücadelesi içinde, doğal şartlara uygun ve güçlü canlıların hayatta kalacağı düşüncesine dayanır. Örneğin yırtıcı hayvanlar tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde, daha hızlı koşabilen geyikler hayatta kalacaktır. Böylece geyik sürüsü, hızlı ve güçlü bireylerden oluşacaktır. Ama elbette bu mekanizma, geyikleri evrimleştirmez, onları başka bir canlı türüne, örneğin atlara dönüştürmez.
Dolayısıyla doğal seleksiyon mekanizması hiçbir evrimleştirici güce sahip değildir. Darwin de bu gerçeğin farkındaydı ve Türlerin Kökeni adlı kitabında "Faydalı değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz" demek zorunda kalmıştı.98


Lamarck'ın Etkisi

Peki bu "faydalı değişiklikler" nasıl oluşabilirdi? Darwin, kendi döneminin ilkel bilim anlayışı içinde, bu soruyu Lamarck'a dayanarak cevaplamaya çalışmıştı. Darwin'den önce yaşamış olan Fransız biyolog Lamarck'a göre, canlılar yaşamları sırasında geçirdikleri fiziksel değişiklikleri sonraki nesle aktarıyorlar, nesilden nesile biriken bu özellikler sonucunda yeni türler ortaya çıkıyordu. Örneğin Lamarck'a göre zürafalar ceylanlardan türemişlerdi, yüksek ağaçların yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları uzamıştı.
Darwin de benzeri örnekler vermiş, örneğin Türlerin Kökeni adlı kitabında, yiyecek bulmak için suya giren bazı ayıların zamanla balinalara dönüştüğünü iddia etmişti. 99
Ama Mendel'in keşfettiği ve 20.yüzyılda gelişen genetik bilimiyle kesinleşen kalıtım kanunları, kazanılmış özelliklerin sonraki nesillere aktarılması efsanesini kesin olarak yıktı. Böylece doğal seleksiyon "tek başına" ve dolayısıyla tümüyle etkisiz bir mekanizma olarak kalmış oluyordu.


Neo-Darwinizm ve Mutasyonlar

Darwinistler ise bu duruma bir çözüm bulabilmek için 1930'ların sonlarında, "Modern Sentetik Teori"yi ya da daha yaygın ismiyle neo-Darwinizm'i ortaya attılar. Neo-Darwinizm, doğal seleksiyonun yanına "faydalı değişiklik sebebi" olarak mutasyonları, yani canlıların genlerinde radyasyon gibi dış etkiler ya da kopyalama hataları sonucunda oluşan bozulmaları ekledi.
Bugün de hala dünyada evrim adına geçerliliğini koruyan model neo-Darwinizm'dir. Teori, yeryüzünde bulunan milyonlarca canlı türünün, bu canlıların, kulak, göz, akciğer, kanat gibi sayısız kompleks organlarının "mutasyonlara", yani genetik bozukluklara dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmektedir. Ama teoriyi çaresiz bırakan açık bir bilimsel gerçek vardır: Mutasyonlar canlıları geliştirmezler, aksine her zaman için canlılara zarar verirler.
Bunun nedeni çok basittir: DNA çok kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluşan herhangi rasgele bir etki ancak zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G. Ranganathan bunu şöyle açıklar:
Mutasyonlar küçük, rasgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi ihtimalle etkisizdirler. Bu üç özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır ya da zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rasgele bir değişim kol saatini geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir. 100
Nitekim bugüne kadar hiçbir yararlı, yani genetik bilgiyi geliştiren mutasyon örneği gözlemlenmedi. Tüm mutasyonların zararlı olduğu görüldü. Anlaşıldı ki, evrim teorisinin "evrim mekanizması" olarak gösterdiği mutasyonlar, gerçekte canlıları sadece tahrip eden, sakat bırakan genetik olaylardır. (İnsanlarda mutasyonun en sık görülen etkisi de kanserdir.) Elbette tahrip edici bir mekanizma "evrim mekanizması" olamaz. Doğal seleksiyon ise, Darwin'in de kabul ettiği gibi, "tek başına hiçbir şey yapamaz." Bu gerçek bizlere doğada hiçbir "evrim mekanizması" olmadığını göstermektedir. Evrim mekanizması olmadığına göre de, evrim denen hayali süreç yaşanmış olamaz.


Fosil Kayıtları: Ara
Formlardan Eser Yok

Evrim teorisinin iddia ettiği senaryonun yaşanmamış olduğunun en açık göstergesi ise fosil kayıtlarıdır.
Evrim teorisine göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm yüz milyonlarca yıl süren uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir.
Bu durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız "ara türler"in oluşmuş ve yaşamış olmaları gerekir.
Örneğin geçmişte, balık özelliklerini taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Evrimciler geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu teorik yaratıklara "ara-geçiş formu" adını verirler.
Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışlarsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu ucube canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Darwin, Türlerin Kökeni'nde bunu şöyle açıklamıştır:
Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir. 101


Darwin'in Yıkılan Umutları

Ancak 19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında hummalı fosil araştırmaları yapıldığı halde bu ara geçiş formlarına rastlanamamıştır. Yapılan kazılarda ve araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermiştir.
Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz. 102
Yani fosil kayıtlarında, tüm canlı türleri, aralarında hiçbir geçiş formu olmadan eksiksiz biçimleriyle aniden ortaya çıkmaktadırlar. Bu, Darwin'in öngörülerinin tam aksidir. Dahası, bu canlı türlerinin yaratıldıklarını gösteren çok güçlü bir delildir. Çünkü bir canlı türünün, kendisinden evrimleştiği hiçbir atası olmadan, bir anda ve kusursuz olarak ortaya çıkmasının tek açıklaması, o türün yaratılmış olmasıdır. Bu gerçek, ünlü evrimci Biyolog Douglas Futuyma tarafından da kabul edilir:
Yaratılış ve evrim, yaşayan canlıların kökeni hakkında yapılabilecek yegane iki açıklamadır. Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmışlardır ya da böyle olmamıştır. Eğer böyle olmadıysa, bir değişim süreci sayesinde kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek meydana gelmiş olmalıdırlar. Ama eğer eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde sonsuz güç sahibi bir akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir. 103
Fosiller ise, canlıların yeryüzünde eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Yani "türlerin kökeni", Darwin'in sandığının aksine, evrim değil yaratılıştır.


İnsanın Evrimi Masalı

Evrim teorisini savunanların en çok gündeme getirdikleri konu, insanın kökeni konusudur. Bu konudaki Darwinist iddia, bugün yaşayan modern insanın maymunsu birtakım yaratıklardan geldiğini varsayar. 4-5 milyon yıl önce başladığı varsayılan bu süreçte, modern insan ile ataları arasında bazı "ara form"ların yaşadığı iddia edilir. Gerçekte tümüyle hayali olan bu senaryoda dört temel "kategori" sayılır:
1- Australopithecus
2- Homo habilis
3- Homo erectus
4- Homo sapiens
Evrimciler, insanların sözde ilk maymunsu atalarına "güney maymunu" anlamına gelen "Australopithecus" ismini verirler. Bu canlılar gerçekte soyu tükenmiş bir maymun türünden başka bir şey değildir. Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard gibi İngiltere ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomistin Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok geniş kapsamlı çalışmalar, bu canlıların sadece soyu tükenmiş bir maymun türüne ait olduklarını ve insanlarla hiçbir benzerlik taşımadıklarını göstermiştir. 104
Evrimciler insan evriminin bir sonraki safhasını da, "homo" yani insan olarak sınıflandırırlar. İddiaya göre homo serisindeki canlılar, Australopithecuslar'dan daha gelişmişlerdir. Evrimciler, bu farklı canlılara ait fosilleri ardı ardına dizerek hayali bir evrim şeması oluştururlar. Bu şema hayalidir, çünkü gerçekte bu farklı sınıfların arasında evrimsel bir ilişki olduğu asla ispatlanamamıştır. Evrim teorisinin 20. yüzyıldaki en önemli savunucularından biri olan Ernst Mayr, "Homo sapiens'e uzanan zincir gerçekte kayıptır" diyerek bunu kabul eder. 105
Evrimciler "Australopithecus > Homo habilis > Homo erectus > Homo sapiens" sıralamasını yazarken, bu türlerin her birinin, bir sonrakinin atası olduğu izlenimini verirler. Oysa paleoantropologların son bulguları, Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus'un dünya'nın farklı bölgelerinde aynı dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir. 106
Dahası Homo erectus sınıflamasına ait insanların bir bölümü çok modern zamanlara kadar yaşamışlar, Homo sapiens neandertalensis ve Homo sapiens sapiens (modern insan) ile aynı ortamda yan yana bulunmuşlardır. 107
Bu ise elbette bu sınıfların birbirlerinin ataları oldukları iddiasının geçersizliğini açıkça ortaya koymaktadır. Harvard Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould, kendisi de bir evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdiği bu çıkmazı şöyle açıklar:
Eğer birbiri ile paralel bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı) çizgisi varsa, o halde bizim soy ağacımıza ne oldu? Açıktır ki, bunların biri diğerinden gelmiş olamaz. Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme trendi göstermemektedirler. 108
Kısacası, medyada ya da ders kitaplarında yer alan hayali birtakım "yarı maymun, yarı insan" canlıların çizimleriyle, yani sırf propaganda yoluyla ayakta tutulmaya çalışılan insanın evrimi senaryosu, hiçbir bilimsel temeli olmayan bir masaldan ibarettir.
Bu konuyu uzun yıllar inceleyen, özellikle Australopithecus fosilleri üzerinde 15 yıl araştırma yapan İngiltere'nin en ünlü ve saygın bilim adamlarından Lord Solly Zuckerman, bir evrimci olmasına rağmen, ortada maymunsu canlılardan insana uzanan gerçek bir soy ağacı olmadığı sonucuna varmıştır.
Zuckerman bir de ilginç bir "bilim skalası" yapmıştır. Bilimsel olarak kabul ettiği bilgi dallarından, bilim dışı olarak kabul ettiği bilgi dallarına kadar bir yelpaze oluşturmuştur. Zuckerman'ın bu tablosuna göre en "bilimsel" -yani somut verilere dayanan- bilgi dalları kimya ve fiziktir. Yelpazede bunlardan sonra biyoloji bilimleri, sonra da sosyal bilimler gelir. Yelpazenin en ucunda, yani en "bilim dışı" sayılan kısımda ise, Zuckerman'a göre, telepati, altıncı his gibi "duyum ötesi algılama" kavramları ve bir de "insanın evrimi" vardır! Zuckerman, yelpazenin bu ucunu şöyle açıklar:
Objektif gerçekliğin alanından çıkıp da, biyolojik bilim olarak varsayılan bu alanlara -yani duyum ötesi algılamaya ve insanın fosil tarihinin yorumlanmasına- girdiğimizde, evrim teorisine inanan bir kimse için herşeyin mümkün olduğunu görürüz. Öyle ki teorilerine kesinlikle inanan bu kimselerin çelişkili bazı yargıları aynı anda kabul etmeleri bile mümkündür. 109
İşte insanın evrimi masalı da, teorilerine körü körüne inanan birtakım insanların buldukları bazı fosilleri ön yargılı bir biçimde yorumlamalarından ibarettir.


Darwin Formülü!

Şimdiye kadar ele aldığımız tüm teknik delillerin yanında, isterseniz evrimcilerin nasıl saçma bir inanışa sahip olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği kadar açık bir örnekle özetleyelim.
Evrim teorisi canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla bu iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi oluşturmuşlardır ve sonrasında aynı atomlar bir şekilde diğer canlıları ve insanı meydana getirmişlerdir. Şimdi düşünelim; canlılığın yapıtaşı olan karbon, fosfor, azot, potasyum gibi elementleri biraraya getirdiğimizde bir yığın oluşur. Bu atom yığını, hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek bir canlı oluşturamaz. İsterseniz bu konuda bir "deney" tasarlayalım ve evrimcilerin aslında savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri iddiayı onlar adına "Darwin Formülü" adıyla inceleyelim:
Evrimciler, çok sayıda büyük varilin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri malzemeleri de bu varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar (doğal şartlarda oluşumu mümkün olmayan) amino asit, istedikleri kadar da (bir tekinin bile rastlantısal oluşma ihtimali 10-950 olan) protein doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın önde gelen bilim adamlarını koysunlar. Bu uzmanlar babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktararak nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene sürekli varillerin başında beklesinler. Bir canlının oluşması için hangi şartların var olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest olsun. Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir canlı çıkartamazlar. Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler.
Kısacası, bilinçsiz atomlar biraraya gelerek hücreyi oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar vererek bir hücreyi ikiye bölüp, sonra art arda başka kararlar alıp, elektron mikroskobunu bulan, sonra kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri oluşturamazlar. Madde, ancak Allah'ın üstün yaratmasıyla hayat bulur.
Bunun aksini iddia eden evrim teorisi ise, akla tamamen aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin ortaya attığı iddialar üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu gibi, bu gerçeği açıkça gösterir.


Göz ve Kulaktaki Teknoloji

Evrim teorisinin kesinlikle açıklama getiremeyeceği bir diğer konu ise göz ve kulaktaki üstün algılama kalitesidir.
Gözle ilgili konuya geçmeden önce "Nasıl görürüz?" sorusuna kısaca cevap verelim. Bir cisimden gelen ışınlar, gözde retinaya ters olarak düşer. Bu ışınlar, buradaki hücreler tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülür ve beynin arka kısmındaki görme merkezi denilen küçücük bir noktaya ulaşır. Bu elektrik sinyalleri bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır. Bu bilgiden sonra şimdi düşünelim:
Beyin ışığa kapalıdır. Yani beynin içi kapkaranlıktır, ışık beynin bulunduğu yere kadar giremez. Görüntü merkezi denilen yer kapkaranlık, ışığın asla ulaşmadığı, belki de hiç karşılaşmadığınız kadar karanlık bir yerdir. Ancak siz bu zifiri karanlıkta ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı seyretmektesiniz.
Üstelik bu o kadar net ve kaliteli bir görüntüdür ki 21. yüzyıl teknolojisi bile her türlü imkana rağmen bu netliği sağlayamamıştır. Örneğin şu anda okuduğunuz kitaba, kitabı tutan ellerinize bakın, sonra başınızı kaldırın ve çevrenize bakın. Şu anda gördüğünüz netlik ve kalitedeki bu görüntüyü başka bir yerde gördünüz mü? Bu kadar net bir görüntüyü size dünyanın bir numaralı televizyon şirketinin ürettiği en gelişmiş televizyon ekranı dahi veremez. 100 yıldır binlerce mühendis bu netliğe ulaşmaya çalışmaktadır. Bunun için fabrikalar, dev tesisler kurulmakta, araştırmalar yapılmakta, planlar ve tasarımlar geliştirilmektedir. Yine bir TV ekranına bakın, bir de şu anda elinizde tuttuğunuz bu kitaba. Arada büyük bir netlik ve kalite farkı olduğunu göreceksiniz. Üstelik, TV ekranı size iki boyutlu bir görüntü gösterir, oysa siz üç boyutlu, derinlikli bir perspektifi izlemektesiniz.
Uzun yıllardır on binlerce mühendis üç boyutlu TV yapmaya, gözün görme kalitesine ulaşmaya çalışmaktadırlar. Evet, üç boyutlu bir televizyon sistemi yapabildiler ama onu da gözlük takmadan üç boyutlu görmek mümkün değil, kaldı ki bu suni bir üç boyuttur. Arka taraf daha bulanık, ön taraf ise kağıttan dekor gibi durur. Hiçbir zaman gözün gördüğü kadar net ve kaliteli bir görüntü oluşmaz. Kamerada da, televizyonda da mutlaka görüntü kaybı meydana gelir.
İşte evrimciler, bu kaliteli ve net görüntüyü oluşturan mekanizmanın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedirler. Şimdi biri size, odanızda duran televizyon tesadüfler sonucunda oluştu, atomlar biraraya geldi ve bu görüntü oluşturan aleti meydana getirdi dese ne düşünürsünüz? Binlerce kişinin biraraya gelip yapamadığını şuursuz atomlar nasıl yapsın?
Gözün gördüğünden daha ilkel olan bir görüntüyü oluşturan alet tesadüfen oluşamıyorsa, gözün ve gözün gördüğü görüntünün de tesadüfen oluşamayacağı çok açıktır. Aynı durum kulak için de geçerlidir. Dış kulak, çevredeki sesleri kulak kepçesi vasıtasıyla toplayıp orta kulağa iletir; orta kulak aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır; iç kulak da bu titreşimleri elektrik sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir. Aynen görmede olduğu gibi duyma işlemi de beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir.
Gözdeki durum kulak için de geçerlidir, yani beyin, ışık gibi sese de kapalıdır, ses geçirmez. Dolayısıyla dışarısı ne kadar gürültülü de olsa beynin içi tamamen sessizdir. Buna rağmen en net sesler beyinde algılanır. Ses geçirmeyen beyninizde bir orkestranın senfonilerini dinlersiniz, kalabalık bir ortamın tüm gürültüsünü duyarsınız. Ama o anda hassas bir cihazla beyninizin içindeki ses düzeyi ölçülse, burada keskin bir sessizliğin hakim olduğu görülecektir.
Net bir görüntü elde edebilmek ümidiyle teknoloji nasıl kullanılıyorsa, ses için de aynı çabalar onlarca yıldır sürdürülmektedir. Ses kayıt cihazları, müzik setleri, birçok elektronik alet, sesi algılayan müzik sistemleri bu çalışmalardan bazılarıdır. Ancak, tüm teknolojiye, bu teknolojide çalışan binlerce mühendise ve uzmana rağmen kulağın oluşturduğu netlik ve kalitede bir sese ulaşılamamıştır. En büyük müzik sistemi şirketinin ürettiği en kaliteli müzik setini düşünün. Sesi kaydettiğinde mutlaka sesin bir kısmı kaybolur veya az da olsa mutlaka parazit oluşur veya müzik setini açtığınızda daha müzik başlamadan bir cızırtı mutlaka duyarsınız. Ancak insan vücudundaki teknolojinin ürünü olan sesler son derece net ve kusursuzdur. Bir insan kulağı, hiçbir zaman müzik setinde olduğu gibi cızırtılı veya parazitli algılamaz; ses ne ise tam ve net bir biçimde onu algılar. Bu durum, insan yaratıldığı günden bu yana böyledir.
Şimdiye kadar insanoğlunun yaptığı hiçbir görüntü ve ses cihazı, göz ve kulak kadar hassas ve başarılı birer algılayıcı olamamıştır.
Ancak görme ve işitme olayında, tüm bunların ötesinde, çok büyük bir gerçek daha vardır.


Beynin İçinde Gören ve
Duyan Şuur Kime Aittir?

Beynin içinde, ışıl ışıl renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların cıvıltılarını dinleyen, gülü koklayan kimdir?
İnsanın gözlerinden, kulaklarından, burnundan gelen uyarılar, elektrik sinyali olarak beyne gider. Biyoloji, fizyoloji veya biyokimya kitaplarında bu görüntünün beyinde nasıl oluştuğuna dair birçok detay okursunuz. Ancak, bu konu hakkındaki en önemli gerçeğe hiçbir yerde rastlayamazsınız: Beyinde, bu elektrik sinyallerini görüntü, ses, koku ve his olarak algılayan kimdir? Beynin içinde göze, kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm bunları algılayan bir şuur bulunmaktadır. Bu şuur kime aittir?
Elbette bu şuur beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası ve sinir hücrelerine ait değildir. İşte bu yüzden, herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden Darwinist-materyalistler bu sorulara hiçbir cevap verememektedirler. Çünkü bu şuur, Allah'ın yaratmış olduğu ruhtur. Ruh, görüntüyü seyretmek için göze, sesi duymak için kulağa ihtiyaç duymaz. Bunların da ötesinde düşünmek için beyne ihtiyaç duymaz.
Bu açık ve ilmi gerçeği okuyan her insanın, beynin içindeki birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran yüce Allah'ı düşünüp, O'ndan korkup, O'na sığınması gerekir.


Materyalist Bir İnanç

Buraya kadar incelediklerimiz, evrim teorisinin bilimsel bulgularla açıkça çelişen bir iddia olduğunu göstermektedir. Teorinin hayatın kökeni hakkındaki iddiası bilime aykırıdır, öne sürdüğü evrim mekanizmalarının hiçbir evrimleştirici etkisi yoktur ve fosiller teorinin gerektirdiği ara formların yaşamadıklarını göstermektedir. Bu durumda, elbette, evrim teorisinin bilime aykırı bir düşünce olarak bir kenara atılması gerekir. Nitekim tarih boyunca dünya merkezli evren modeli gibi pek çok düşünce, bilimin gündeminden çıkarılmıştır. Ama evrim teorisi ısrarla bilimin gündeminde tutulmaktadır. Hatta bazı insanlar teorinin eleştirilmesini "bilime saldırı" olarak göstermeye bile çalışmaktadırlar. Peki neden?..
Bu durumun nedeni, evrim teorisinin bazı çevreler için, kendisinden asla vazgeçilemeyecek dogmatik bir inanış oluşudur. Bu çevreler, materyalist felsefeye körü körüne bağlıdırlar ve Darwinizm'i de doğaya getirilebilecek yegane materyalist açıklama olduğu için benimsemektedirler.
Bazen bunu açıkça itiraf da ederler. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve aynı zamanda önde gelen bir evrimci olan Richard Lewontin, "önce materyalist, sonra bilim adamı" olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a priori' (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan 'a priori' bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz. 110
Bu sözler, Darwinizm'in, materyalist felsefeye bağlılık uğruna yaşatılan bir dogma olduğunun açık ifadeleridir. Bu dogma, maddeden başka hiçbir varlık olmadığını varsayar. Bu nedenle de cansız, bilinçsiz maddenin, hayatı yarattığına inanır. Milyonlarca farklı canlı türünün; örneğin kuşların, balıkların, zürafaların, kaplanların, böceklerin, ağaçların, çiçeklerin, balinaların ve insanların maddenin kendi içindeki etkileşimlerle, yani yağan yağmurla, çakan şimşekle, cansız maddenin içinden oluştuğunu kabul eder. Gerçekte ise bu, hem akla hem bilime aykırı bir kabuldür. Ama Darwinistler kendi deyimleriyle "İlahi bir açıklamanın sahneye girmemesi" için, bu kabulü savunmaya devam etmektedirler.
Canlıların kökenine materyalist bir ön yargı ile bakmayan insanlar ise, şu açık gerçeği göreceklerdir: Tüm canlılar, üstün bir güç, bilgi ve akla sahip olan bir Yaratıcının eseridirler. Yaratıcı, tüm evreni yoktan var eden, en kusursuz biçimde düzenleyen ve tüm canlıları yaratıp şekillendiren Allah'tır.


Evrim Teorisi Dünya Tarihinin
En Etkili Büyüsüdür

Burada şunu da belirtmek gerekir ki, ön yargısız, hiçbir ideolojinin etkisi altında kalmadan, sadece aklını ve mantığını kullanan her insan, bilim ve medeniyetten uzak toplumların hurafelerini andıran evrim teorisinin inanılması imkansız bir iddia olduğunu kolaylıkla anlayacaktır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, evrim teorisine inananlar, büyük bir varilin içine birçok atomu, molekülü, cansız maddeyi dolduran ve bunların karışımından zaman içinde düşünen, akleden, buluşlar yapan profesörlerin, üniversite öğrencilerinin, Einstein, Hubble gibi bilim adamlarının, Frank Sinatra, Charlton Heston gibi sanatçıların, bunun yanı sıra ceylanların, limon ağaçlarının, karanfillerin çıkacağına inanmaktadırlar. Üstelik, bu saçma iddiaya inananlar bilim adamları, pofesörler, kültürlü, eğitimli insanlardır. Bu nedenle evrim teorisi için "dünya tarihinin en büyük ve en etkili büyüsü" ifadesini kullanmak yerinde olacaktır. Çünkü, dünya tarihinde insanların bu derece aklını başından alan, akıl ve mantıkla düşünmelerine imkan tanımayan, gözlerinin önüne sanki bir perde çekip çok açık olan gerçekleri görmelerine engel olan bir başka inanç veya iddia daha yoktur. Bu, eski Mısırlıların Güneş Tanrısı Ra'ya, Afrikalı bazı kabilelerin totemlere, Sebe halkının Güneş'e tapmasından, Hz. İbrahim'in kavminin elleri ile yaptıkları putlara, Hz. Musa'nın kavminin altından yaptıkları buzağıya tapmalarından çok daha vahim ve akıl almaz bir körlüktür. Gerçekte bu durum, Allah'ın Kuran'da işaret ettiği bir akılsızlıktır. Allah, bazı insanların anlayışlarının kapanacağını ve gerçekleri görmekten aciz duruma düşeceklerini birçok ayetinde bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azab onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)

… Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)

Allah bir başka ayetinde ise, bu insanların mucizeler görseler bile inanmayacak kadar büyülendiklerini şöyle bildirmektedir:

Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, mutlaka: "Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)

Bu kadar geniş bir kitlenin üzerinde bu büyünün etkili olması, insanların gerçeklerden bu kadar uzak tutulmaları ve 150 yıldır bu büyünün bozulmaması ise, kelimelerle anlatılamayacak kadar hayret verici bir durumdur. Çünkü, bir veya birkaç insanın imkansız senaryolara, saçmalık ve mantıksızlıklarla dolu iddialara inanmaları anlaşılabilir. Ancak dünyanın dört bir yanındaki insanların, şuursuz ve cansız atomların ani bir kararla biraraya gelip; olağanüstü bir organizasyon, disiplin, akıl ve şuur gösterip kusursuz bir sistemle işleyen evreni, canlılık için uygun olan her türlü özelliğe sahip olan Dünya gezegenini ve sayısız kompleks sistemle donatılmış canlıları meydana getirdiğine inanmasının, "büyü"den başka bir açıklaması yoktur.
Nitekim, Allah Kuran'da, inkarcı felsefenin savunucusu olan bazı kimselerin, yaptıkları büyülerle insanları etkilediklerini Hz. Musa ve Firavun arasında geçen bir olayla bizlere bildirmektedir. Hz. Musa, Firavun'a hak dini anlattığında, Firavun Hz. Musa'ya, kendi "bilgin büyücüleri" ile insanların toplandığı bir yerde karşılaşmasını söyler. Hz. Musa, büyücülerle karşılaştığında, büyücülere önce onların marifetlerini sergilemelerini emreder. Bu olayın anlatıldığı ayetler şöyledir:

(Musa:) "Siz atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. (Araf Suresi, 116)

Görüldüğü gibi Firavun'un büyücüleri yaptıkları "aldatmacalar"la - Hz. Musa ve ona inananlar dışında- insanların hepsini büyüleyebilmişlerdir. Ancak, onların attıklarına karşılık Hz. Musa'nın ortaya koyduğu delil, onların bu büyüsünü, ayetteki ifadeyle "uydurduklarını yutmuş" yani etkisiz kılmıştır:

Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi, 117-119)


Ayette de bildirildiği gibi, daha önce insanları büyüleyerek etkileyen bu kişilerin yaptıklarının bir sahtekarlık olduğunun anlaşılması ile, söz konusu insanlar küçük düşmüşlerdir. Günümüzde de bir büyünün etkisiyle, bilimsellik kılıfı altında son derece saçma iddialara inanan ve bunları savunmaya hayatlarını adayanlar, eğer bu iddialardan vazgeçmezlerse gerçekler tam anlamıyla açığa çıktığında ve "büyü bozulduğunda" küçük duruma düşeceklerdir. Nitekim evrimi savunan ve ateist bir felsefeci olan Malcolm Muggeridge böyle bir durumdan endişelendiğini şöyle itiraf etmektedir:
Ben kendim, evrim teorisinin, özellikle uygulandığı alanlarda, geleceğin tarih kitaplarındaki en büyük espri malzemelerinden biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşak, bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini hayretle karşılayacaktır. 111
Bu gelecek, uzakta değildir aksine çok yakın bir gelecekte insanlar "tesadüfler"in ilah olamayacaklarını anlayacaklar ve evrim teorisi dünya tarihinin en büyük aldatmacası ve en şiddetli büyüsü olarak tanımlanacaktır. Bu şiddetli büyü, büyük bir hızla dünyanın dört bir yanında insanların üzerinden kalkmaya başlamıştır. Evrim aldatmacasının sırrını öğrenen birçok insan, bu aldatmacaya nasıl kandığını hayret ve şaşkınlıkla düşünmektedir.

NOTLAR


1. Seyfettin Turhan, Atatürk'te Konular Ansiklopedisi, İkinci Baskı, Yapı Kredi yayınları, İstanbul , 1995, s. 427, Konya Orduevinde konuşma, 22 Şubat 1931
2. Vural Sözer, Atatürklü Günler, Barajans Yayınları, İstanbul, 1998, s. 471
3. İlhan Akşit, Ben, Mustafa Kemal ATATÜRK, Akşit Kültür ve Turizm Ticaret Ltd. Şti, İstanbul, 1996, s.188
4. 19.03.1923, http://abone.turk.net/selamisozer/sozleri_konusmalari/sozler1.htm
5. Mehmet Özel, Vatan, Millet ve Bayrak Sevgisi, TC Kültür Bakanlığı, Ankara, 1996, s. 419
6. http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupk/ka/unxxii.htm
7. Mehmet Özel, Vatan, Millet ve Bayrak Sevgisi, TC Kültür Bakanlığı, Ankara, 1996, s. 423
8. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler, Remzi Kitabevi, İstanbul,1981, s. 161
9. http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu
10. http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu
11. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler, Remzi Kitabevi, İstanbul,1981, s. 169
12. Vural Sözer, Atatürklü Günler, Barajans Yayınları, İstanbul, 1998, s. 507
13. Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak, Atatürk Bir Çağ'ın Açılışı, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 1984, s.384
14. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 168
15. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 171
16. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 171
17. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 169
18. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 165-166
19. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 171
20. http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu
21. http://www.canakkale.gen.tr/havaorta.html
22. http://www.ataturk-add-berlin.com/tr_mu_ke/ata_diyo.htm
23. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 172
24. http://www.dogus.k12.tr/ataturk/orduya.htm
25. http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu
26. http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu
27. http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu
28. http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu
29. http://www.ataturk-add-berlin.com/tr_mu_ke/ata_diyo.htm
30. Seyfettin Turhan, Atatürk'te Konular Ansiklopedisi, İkinci Baskı, Yapı Kredi yayınları, İstanbul , 1995, s. 427, İzmir'de harp oyunlarından sonra komutanlarla görüşme. 22.2.1924
31. http://www.ataturk-add-berlin.com/tr_mu_ke/ata_diyo.htm
32. http://www.ataturk-add-berlin.com/tr_mu_ke/ata_diyo.htm
33. Seyfettin Turhan, Atatürk'te Konular Ansiklopedisi, İkinci Baskı, Yapı Kredi yayınları, İstanbul , 1995, s. 425, İzmir'de halkla sohbet, 31.1.1923
34. http://gencturkler.8m.com/TURKEY/ATATURK/Atadiyor.html#guvenlik
35. Vural Sözer, Atatürklü Günler, Barajans Yayınları, İstanbul, 1998, s. 258. Kastamonu, Askeri Garnizon. 29 Ağustos 1925
36. Cihat İmer, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten Seçme Sözler, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 171
37. Seyfettin Turhan, Atatürk'te Konular Ansiklopedisi, İkinci Baskı, Yapı Kredi yayınları, İstanbul , 1995, s. 427, Konya Orduevinde konuşma. 22.2.1931
38. Seyfettin Turhan, Atatürk'te Konular Ansiklopedisi, İkinci Baskı, Yapı Kredi yayınları, İstanbul , 1995, s. 427-428, Konya Orduevinde konuşma. 22.2.1931
39. http://abone.turk.net/selamisozer/sozleri_konusmalari/sozler1.htm
40. http://www.meb.gov.tr/index.htm
41. Seyfettin Turhan, Atatürk'te Konular Ansiklopedisi, İkinci Baskı, Yapı Kredi yayınları, İstanbul, 1995, s. 425. TBBM'ne bilgi vermek üzere cephe dönüşü konuşma, 18.4.1922
42. http://home.vicnet.net.au/~ttav/ataturk/yasami-2.htm
43. http://www.demokrasivakfi.org.tr/ataturk/life4_asker_tr.html
44. http://www.demokrasivakfi.org.tr/ataturk/life4_asker_tr.html
45. http://www.demokrasivakfi.org.tr/ataturk/life4_asker_tr.html
46. http://www.demokrasivakfi.org.tr/ataturk/life4_asker_tr.html
47. http://www.ataturk.net/?sayfa=dediki&konu=Ordu;
http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13541
48. http://www.demokrasivakfi.org.tr/ataturk/life4_asker_tr.html
49. http://www.demokrasivakfi.org.tr/ataturk/life4_asker_tr.html
50. Adnan Nur Baykal, Mustafa Kemal Atatürk'ün Liderlik Sırları, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1999, s. 31
51. http://www.tekadam.8k.com/52.html
52. Şahin Arıcak, Armada Dergisi, 1995;
http://www.kho.edu.tr/yayinlar/btym/bilgibankasi/askeribil/ataturkun_askeri_politik_kehaneti.htm
53. Şahin Arıcak, Armada Dergisi, 1995;
http://www.kho.edu.tr/yayinlar/btym/bilgibankasi/askeribil/ataturkun_askeri_politik_kehaneti.htm
54. Emre Kongar, Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, 4. basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s. 141-142
55. Emre Kongar, Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından Atatürk, 4. basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s. 140
56. http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13587
57. Vural Sözer, Atatürklü Günler, Barajans Yayınları, 1998. s. 214
58. http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13587
59. Cemal Kutay , Ne Buldu, Ne Bıraktı, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, İzmir, s.212
60. http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13592
61. Prof. Dr. Selayman Arslan, Atatürk'ün Devlet Adamlığı Vasfı, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Kasım 1996, Sayı 36, s.952
62. Lord Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 14
63. Lord Kinross, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 395
64. http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13592
65. http://www.samsun-aal.k12.tr/ata/nedediler5.htm
66. http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Bulgaristan
67. http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Danimarka
68. http://www.adkf.org/ataturk/hakkinda.htm
69. http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Hindistan
70. http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Hollanda
71. http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=ingiltere
72. Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak, Atatürk Bir Çağ'ın Açılışı, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 1984, s. 382
73. http://ulusdergisi.kolayweb.com/756212731881.html
74. http://www.samsun-aal.k12.tr/ata/nedediler14.htm
75. http://ulusdergisi.kolayweb.com/756212731881.html
76. http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13781
77. http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&page=0&t=30&ulke=italya
78. Prof. Dr. Selayman Arslan, Atatürk'ün Devlet Adamlığı Vasfı, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Kasım 1996, Sayı 36, s, 935
79. Cemal Kutay, Ne Buldu, Ne Bıraktı, Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı, İzmir, s.208
80. http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13781
81. http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Macaristan
82. http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Tunus
83. http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=polonya
84. http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=13800
85. http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Rusya
86. http://abone.turk.net/selamisozer/soylenenler/dunyabas1.htm
87. Ahmet Taner Kışlalı, Cumhuriyet Gazetesi, 21.10.2000
88. Mehmet Ali Kışlalı, "ABD ve Kemalizm" 22 Eylül 2000, Radikal Gazetesi
89. http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=Türkiye
90. Falih Rıfkı Atay , Çankaya, Bateş A.Ş, İstanbul, 1984, s. 211
91. http://www.ataturk.net/?sayfa=diyorlar&ulke=T¸rkiye
92- Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The Origin of Life, New York: Marcel Dekker, 1977, s. 2
93- Alexander I. Oparin, Origin of Life, (1936) New York, Dover Publications, 1953 (Reprint), s.196
94- "New Evidence on Evolution of Early Atmosphere and Life", Bulletin of the American Meteorological Society, c. 63, Kasım 1982, s. 1328-1330
95- Stanley Miller, Molecular Evolution of Life: Current Status of the Prebiotic Synthesis of Small Molecules, 1986, s. 7
96- Jeffrey Bada, Earth, Şubat 1998, s. 40
97- Leslie E. Orgel, The Origin of Life on Earth, Scientific American, c. 271, Ekim 1994, s. 78
98- Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 189
99- Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 184
100- B. G. Ranganathan, Origins?, Pennsylvania: The Banner Of Truth Trust, 1988.
101- Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 179
102- Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological Association, c. 87, 1976, s. 133
103- Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New York: Pantheon Books, 1983. s. 197
104- Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s. 75-94; Charles E. Oxnard, "The Place of Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt", Nature, c. 258, s. 389
105- J. Rennie, "Darwin's Current Bulldog: Ernst Mayr", Scientific American, Aralık 1992
106- Alan Walker, Science, c. 207, 1980, s. 1103; A. J. Kelso, Physical Antropology, 1. baskı, New York: J. B. Lipincott Co., 1970, s. 221; M. D. Leakey, Olduvai Gorge, c. 3, Cambridge: Cambridge University Press, 1971, s. 272
107- Time, Kasım 1996
108- S. J. Gould, Natural History, c. 85, 1976, s. 30
109- Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s. 19
110- Richard Lewontin, "The Demon-Haunted World", The New York Review of Books, 9 Ocak 1997, s. 28
111- Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids: Eerdmans, 1980, s.43